Pazar, Ekim 24, 2010

ben kendim


istisnasız her sabah bir şarkıyı dinleme arzusuyla uyanıyorum. işbu şarkıların yelpazesi de öyle geniş ki...

güzel bir sese sahip olmadığıma üzülüyorum sıklıkla. fevkalade olmasa da, şarkı söyleyebilir düzeyde olması yeterdi, zira, şarkı söylemeyi pek bir seviyorum.
taa küçüklükten beri yaşadığım bir duygu bu. daha küçücükken, özlem tekin dinlerken, onun gibi bir sesim olmasını isterdim, sonra the cranberries'in solisti aldı onun yerini vs...

toplu taşıma araçlarında kitap/ gazete okurken, kendim keyif alırken/ zamanımın boş geçmiyor olmasına sevinirken, bir yandan da topluma örnek olma isteği/ hedefi taşıyorum içimde bir yerlerde...

hemen her akşam oje sürüyorum. ama pek azında asetonla temizleyerek girişiyorum işe. genelde sistemim şu; ojesiz tırnağa tek kat açık renk oje, tek kat olduğu için ertesi gün sonunda bozulur, o gün biraz daha koyu bir oje ile rötuşluyorum, o iki gün gidebilir, ondan iki gün sonra da mürdüm/ bordo gibi en koyularla üstünden geçiyorum, o da iki gün gidiyor vs...

tüm bunlar bir yana da, kendimi seviyorum ben!
bunu bilinçli olarak ilk fark edişim de sanırım şu şekilde olmuştu:
epey yıl önce çok yakınlarımdan biri ergenlik ya da depresyonun etkisiyle benlik saygısını yitirmek üzereydi, kendinden hoşlanmıyor, başkalarına özeniyor, herkesi kendinden daha iyi görüyordu. bilmemkimin yerinde olmak istediğini söylemişti birgün. biraz üzerine gittiğimde, bunu öylesine söylemiyor olduğunu, göz göre göre kendini hiçe sayabileceğini fark etmiştim.
çok şaşırmıştım. insan kendinden nasıl vazgeçerdi?
o an anlamıştım sanırım;
tüm eksiklerimle, kusurlarımla ve sahip olduklarımla değişmem kendimi kimselere...

bir de size bir havadisim var:

efsane moda yaratımı/ürünü/tasarımı "füzo" geri döndü! bkz. koton.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder