Cumartesi, Aralık 24, 2011

2 days in paris




(oldukça hassas bir dönem; biliyorum.

fransa'ya tepkiliyiz çoğumuz...
fakat konumuz bu değil elbet. zira siyasi yazı yazmıyorum ben..
ayrıca, ülkelerin politikaları ile halklarını ve sanatı ayrı tutmayı tercih etmişimdir hep. ülkelerin siyasi duruşları ne olursa olsun ya da benim ülkemle arası nasıl olursa olsun, tüm ülkelerin insanlarının ürettiklerini tanımaktan, izlemekten, dinlemekten yanayımdır...)

neyse...

before sunrise ve before sunset'ten tanıyıp sevdiğimiz fransız oyuncu julie delpy'nin yazıp yönettiği ve başrolde oynadığı "2 days in paris"i izledim geçenlerde.
fransız sinemasının sıcak, doğal ve dar bütçeli yapımlarını seviyorum ben. bu filmi de sevdim.
film oldukça eğlenceli başladı, giderek tempo biraz düşse de genel anlamda keyifli idi.
farklı kültürlerden gelen iki insanın ilişkisinin anlatıldığı filmde, sonlara doğru ilişki yavaş yavaş çıkmaza giriyor ve filmle beraber o da bitiyor.
filmde, "amerikalı adam" ve "parisli kadın" sanki biraz karikatürize edilmiş gibi geldi bana. yani, sadece fimlerden tanıyoruz ya hani, insan gerçekliğini düşünmeden edemiyor. amerikalılar gerçekten de bu kadar fanus hayatı mı yaşıyorlar.. ya da fransızlar ikili ilişkilerde bu kadar özgürler mi, ve paris'te yaşayan herkes yaşı ve sosyoekonomik durumu ne olursa olsun sanattan anlıyor ve keyif alıyor mu gerçekten...

filmdeki diyaloglar güzeldi. hoşuma giden pekçok tespit oldu, fakat aklımda sadece şu kaldı:
"gerçekten de herkes dünyayı farklı bir şekilde görür."

2 yorum:

  1. dediklerin çok doğru. siyaset başka sanat başka. ben de fransız sinemasını severim..

    YanıtlaSil
  2. sevgili Buket,
    fikrimizin ortak olmasına sevindim;)

    YanıtlaSil