denhaag
molasından sonra belçika’nın küçük sevimli kenti gent’e geldik.
ortaçağ yapıları
ve yine kanalları ile etkileyici bir havası olan bu sakin kenti dolaşma ve
kanal kenarında kısacık bir keyif yapma fırsatımız oldu ama, adamakıllı
gezemediğimiz için aklımız burada kalarak geceyi geçirmek üzere önceden ev kiraladığımız
bray dunes’e geldik. bray dunes belçika fransa sınırında bir sahil kasabası. öyle
sakin öyle sakin ki terkedilmiş bir yer havasında. ve fakat, uçsuz bucaksız
sahili ile bir o kadar da güzel. kaldığımız ev de denize sıfırdı ve manzarası
müthişti.
ertesi
sabah yeniden yola çıkıp hemen yakındaki bruges şehrine geldik. belçika’nın en
turistik yerlerinden biri olan bruges’ün anlamı “körprüler”. taa 2011’de colin
farrell’li filmini izlediğimden beri görmeyi çok istediğim yerlerdendi. filmi izleyenlerin
çok iyi hatırlayacağı üzere ilk önce belfort (belfry) kulesine çıktık. şehri panoromik
olarak görme fırsatı veren kuleye çıkış biraz zorlayıcı olsa da güzel bir
deneyim.
daha sonra blood basilica’yı ziyaret ettik.
üstüne insanı gerçek
dünyadan koparacak kadar keyifli bir kanal turu yaptık.
içinde michelangelo’nun
“madonna and child” heykeli olan “the
church of our lady” kilisesi 5’te kapandığından ne yazık ki yetişemedik. çikolata
müzesine de zaman ayıramadık, ama bolca çikolatacı gezdik ve bir miktar
hediyelik çikolata aldık. çikolata dışında belçika’nın waffle, bira, patates ve
midyesi ünlü. ben aromalı biralarını da yerel, yüksek alkollü biralarını da pek
sevemedim. midye de haşlama usülü pişirildiğinden denemek istemedim ama deniz
mahsulleri ile araları daha iyi olan arkadaşlar denedi ve sevdiler.
bruges
çok güzel bir şehir olmakla birlikte, ne yazık ki, turizm yoğunluğu nedeniyle
kapitalizm etkisine girmiş izlenimi verdi bana. şehrin tüm o masalsı görünümünün
ardında mutsuz garsonlar, kendinizi sultanahmet’te hissettiren “yiyecek bir şeyler alacak mısınız yoksa
sadece içki mi” diye soran esnaf ve kalabalık oluşu biraz hayal kırıklığı
yarattı bende. sanırım benim aradığım gent’ti; ama orada da hem zamanımız çok
azdı hem de ancak akşamüstü varabildiğimizden çoğu yer kapanmıştı…
gezginler
için küçük notlar: yurt
dışında en büyük dert, bilmediğin yerde karnını adam gibi doyuramama sorunu. biz
gezimiz boyunca kfc, mc donalds ve burger king gibi tanıdık markalara emanet
ettik beslenmemizi. hem ekonomik hem de doyurucu oldu. ancak bruges’da panos diye bir pastane var ki bizi abd emperyalizmine
muhtaç etmedi. seçtiğimiz ekmek, et, peynir ve sebzelerle gözümüzün önünde
hazırladıkları tazecik, kocaman, lezzetli sandviçlerle bir güzel doyduk. bir de
belçika ve fransa’da carrefour’lar, hollanda’da
albert heijn’lar çok işimizi gördü. gün içinde tüketmek ve akşam hostele
götürmek üzere su, içecek, atıştırmalık ve meyve ihtiyacımızı rahatlıkla
oralardan karşıladık.
devam edecek...
devam edecek...