Cuma, Eylül 30, 2011

yüzleşme...

(sözlükte "yalnız yaşamak" başlığından alıntıdır)

göz kamaştırıcı rahatlıkları olduğu düşünülse de, hepsi sanrı'dır.


insanın en fazla ihtiyaç duyduğu şeylerin başında ruhsal paylaşım ve huzur gelir. insan, kendini anlatmak ister, bilinmek, anlaşılmak ister. yalnızlık, insan fıtratına aykırıdır. insan, sona doğru yaklaştığı hayat yolunda, yaşadığı şeylere birileri daha şahitlik etsin ister. yalnızlık, dozunda güzeldir. birileriyle olmak ise, huzur tesis edildiği sürece.. paylaşılmayan hiç bir güzellik, bir şahit olanı olmadığı sürece anlam taşımaz. bir güzellik insana 'her daim' güzel gelmeye devam etmez. insan nefsi gereği, güzelliğe tolerans geliştirir. o güzelliğin 'hala' güzel olduğunu, birilerinin ona zaman zaman hatırlatması gereklidir. insanlar birbirleri tarafından, ruhsal açıdan düz bir grafik çizmedikleri için, tamamlanmak ihtiyacı hissederler. insanın yanına, ne o boş evdeki cinsel rahatlık kalır bir süre sonra, ne yüksek sesle dinlediği müziğin bir anlamı, ne de çoraplarını günler sonra bile attığı yerde bulmak.. ee, dersin.. müzik susar, gelenler gitmiştir, dilediğince boxer'ınla koridorda salınıp, geçtiğin odada oturursun bir koltuğa. önünde, günler önce attığın çorabın hala orada olduğunu gördüğünde, ya da ders çalışmaya gelen kız arkadaşından kalan bir tek post-it'i masanın üzerinde, bir kenarda gördüğünde, gözlerin dolar... ne demiş atalarımız, 'beni bir ben bilirim, bir de yaradan, bana bir 'ben' lazımım, bir de anlayan..' bir anlayan şarttır insana. yalnız yaşanmaz...

Pazartesi, Eylül 26, 2011

12. istanbul bienali (isimsiz)










çocuklardaki "alay" davranışını çözemeyen psikolojik danışman:)


çocuklar son derece dikkatlidir...
bir o kadar da acımasız... ne denli incittiklerinin farkında olmadıklarından belki de...
anında fark ederler ayrıntıları... kendilerinden ve genel'den (normal'den/norm'dan) farklı olanı etiketlemekte de üstlerine yoktur...
pek çoğu "alay edilmek"ten muzdarip de olsa, bir diğer akranıyla alay etmekten alamaz kendini..

Cuma, Eylül 23, 2011

toplu taşımada eğlenmece


@ metrobüste "boğaziçi" durağında inen adam; sen nereye gidiyorsun? :)
@ metrobüste ayakta duranlar, zincirlikuyu'daki aktarmada, oturanlara göre 1-0 önde başlıyor bence. (imza: metrobüste hiç oturacak yer bulamamış kız :))
@ toplu taşımada akbil'i yetmeyen insan; sen ne şanssızsın! bir umut, senin için de basmalarını rica edersin, kimseden tık çıkmaz, kalakalırsın şoförün dibinde. sanırsın ki, 100'ü de son akbil basışıyla binmiş o araca :)

bir zamanlar anadolu'da- n.b.ceylan

izleyeceğim an'ı sabırsızlıkla bekliyorum.
zira, uzun zamandır "iyi" bir film izlemedim.


faşizan zihniyet her yerde

ne zaman bunca acımasız ve bencil oluyor insanlar.
ne zaman bir kalemde silip atmaya başlıyorlar "kendinden olmayan"ı...

ilgili bakan, öğretmenlerin yaz aylarındaki çalışma saatleri ile ilgili açıklamayı yapalı beri (1 haftadır) basını izliyorum da (sadece sözlükteki entry'lere bakmanız yeterli), ne çok kini varmış herkesin öğretmenlere...
öğretmenlerin kendilerine verilmiş hakkın alınıyor olmasına verdikleri doğal tepki kadar, onların bu tepkisine tepki verdi insanlar... adeta sevindi. alay etti resmen... bir başka meslek mensubunun iş saatlerinin artması/ azalması, kendi iş yüküne etki edecekmiş gibi.. anlamsızca...
(burda tartışmak istediğim; eğitim/ öğretmen kalitesi vs. değildir. eğitim sektörünün ortasında bir psikolojik danışman olarak, hepsinin ziyadesiyle farkında olduğumu düşünüyorum. fakat, bu çok çok başka, ve sanıyorum ki çözümsüz bir mevzudur...)
benim anlatmak istediğim, öğretmene ve hatta -genel anlamda bakacak olursak- memura, yöneltilen "sus otur, yeterince hakkın var, daha ne istiyorsun" tavrının, hiçbirimizi daha iyiye taşıyamayacağıdır.
yani, insani çalışma koşulları herkes için gereklidir. ve herkes bunun mücadelesini vermelidir. "madem ben kötü şartlarda çalışıyorum, o halde herkes it gibi çalışsın" zihniyeti hiç kimseye daha iyi şartları getirmez. başkalarının alınan haklarına sevinmek yerine, kendi haklarımız için mücadele etmek, sanırım daha yerinde bir davranış olacaktır...

not: yazıda "faşizan" kelimesi "kendinden olmayana tahammülü olmayan" anlamında kullanılmıştır.

Çarşamba, Eylül 21, 2011

sahaf festivali





"kaçırdım, kaçırıcam" kaygılarıyla sahaf festivali'ne koştum cumartesi günü. daha doğrusu koştuk. haftasonu ablam gelmişti şehir dışından. çok güzel denk geldi. zira, sahaf festivali'ni beraber gezmek için daha uygun bir insan yok hayatımda...
(bu arada yeni öğrendim: pazar son değilmiş, bu haftasonuna uzatılmış meğersem!)

standları gezerken, bildiğimiz, duyduğumuz, okumak istediğimiz yüzlerce kitabın yanısıra, varlığından bile bihaber olduğumuz ne kadar da çok kitap olduğunu yeniden fark ettik...
bu rahatsız edici düşünceden kurtulmak için hemen festivalin dibindeki TRT binasının önündeki çay bahçesine oturup içeceklerimizi yudumlayarak istanbul'u seyrettik ;)
daha fazla bilgi için:

tek bir kitap aldım festivalden. remzi kitabevi- 93 basımlı yankı yazgan kitabı:




makarna ve pilav aşkı


tenceredeki pilav/makarnadan tabağıma "insani" bir miktar aldığım an, pilav/makarna da ben de o kadar iyi biliyoruz ki, o tabağın yenileneceğini ve o tencerenin biteceğini.
ama her seferinde bir umut işte.
her seferinde, ilk etapta tepeleme değil de, makul boyutta dolduruyorum o tabağı.

Pazartesi, Eylül 19, 2011

frigo


zülfü livaneli konserinde nihayet tanıştım frigo ile.
pek bir şey kaybetmemişim bence.

Pazar, Eylül 18, 2011

harbiye cemil topuzlu'da zülfü livaneli konseri

istanbul'da yaşamazken, harbiye, kuruçeşme, rumelihisarı etkinliklerini basından duyar iç geçirirdim. imkansız gibi gelirdi bana (bu düşünce de size saçma gelebilir:)). benim gibi normal yurdum insanının gitmesi çok zor sanırdım.
ve fakat, öyle değil imiş.
takip ettiğiniz üzre, geçen ay kuruçeşme'de leman sam ve kızları'nı dinlemiştim. ve, perşembe günü de harbiye'de zülfü livaneli dinleme şansına nail oldum ben!
konserin başında "şu yaşıma kadar çok büyük işler başardığımı düşünmüyorum. ama başardığım bir şey var, o da aydınlık temiz dinleyicilerim" tadında bir şey söyledi. ben de kendisi için tam da öyle düşünüyorum: temiz ve aydınlık...
yanı sıra, çok da başarılı bir besteci. benim için ayrı bir özel'liği daha var: zülfü livaneli'yi tanıyıp sevmem babam sayesindedir... "yiğidim aslanım"ın sözlerini tane tane söyleyip beynimize kazıdığını hatırlıyorum... çocukkken hafızamıza yazılanlar silinmiyor gerçekten de... çoğu şarkısını ezbere bilmem, bundan...
velhasıl, çok çok güzel bir akşamdı. müjdat gezen, kubat, yavuz bingöl renk kattı sahneye. leyla'nın evi oyunu'ndan küçük bir kuple sergilendi..
yine konserin başında kendisinin de söylediği gibi, oraya şarkı dinlemekten çok şarkı söylemeye giden topluluk olarak 5500 kişi, bir ağızdan seslendirdi ca'nım şarkıları...

http://tr.wikipedia.org/wiki/Z%C3%BClf%C3%BC_Livaneli

Salı, Eylül 13, 2011

çok isteme/ koparız hayattan


şarkının ana teması bu olmasa da, beni en çok etkileyen dizesi bu...
tam da duygularımı söyleyiverdiği için sanırım... hem de oldukça sade bir biçimde...
yani, şöyle:
bazen bir şeye öyle saplanıyorum(z), bir şeyin gerçekleşmesini öyle çok istiyorum(z) ki;
bir süre sonra neden istediğimi(zi) unutuyorum(z)... olursa ne değişeceğini ya da hala isteyip istemediğimi(zi) de...
olmuyor diye üzülüyorum(z)... olması gerçekten mutlu edecek mi bilmeden...


Pazar, Eylül 11, 2011

karmate (su değirmeni)

karadenizliler zaten biliyordur. onlar dışında karadeniz ezgilerini seven ve henüz tanışmamışlar için şiddetle tavsiye edilir. ben henüz keşfettim. çok kaliteli, çok keyifli.

Cuma, Eylül 09, 2011

9 eylül...

cemal süreya'nın kaleminden izmir:

"....
Ama İzmir...
İzmir’de hayat beklenmez, kovalanmaz da. O zaten sizinle beraberdir.
Ufkun ötesini muştulayan bir deniz vardır. Mutlulukla dolu, sakin bir sevişmenin tadındadır körfez.
Körfez vapurlarının sakin gidişinde hırslarınız yok olur, kovalamayı bırakırsınız, hatta martılara gevrek atacak kadar iyilikle dolarsınız.
Ne varsa bu şehirde, bayatlamış vapur çayı bile nektar olur.
Hafta sonları denize doğru bir göç başlar. 'Ey hayat, biz Çeşme’ye gidiyoruz, sen de arkadan gel' der İzmirliler muzipçe.
Ve ne gariptir ki hayat, uslu bir çocuk gibi onların peşinden gider."

Pazar, Eylül 04, 2011

MFÖ - Mecburen


pazartesi pekçoğumuz için zor bir gün olacak sanırım.
yarın işe başlayacak tüm kullarına güç ver yarabbim:)

Perşembe, Eylül 01, 2011

planlar planlar. bitmek bilmeyen listeler- volume 2


(ki tam da zamanıdır; ca'nım "eylül" gelmiş zira;))

@ yıllardır istediğim ama her nedense bir türlü yapmadığım bir şeydir "çiçek/ bitki yetiştirmek". istanbul'a döner dönmez eve fesleğen almakla başlayıp, işyerimdeki bambumu sudan çıkarıp toprağa dikmekle devam edeceğim bu hayalime. umarım arkası gelir.

@ "para biriktirmek" istiyorum bir de!
ki aslına bakarsanız, hayatımın hemen her döneminde para biriktirmiş biriyimdir ben.
ilkokula başlar başlamaz haftalık ve 5. sınıftan sonra aylık harçlık alan çocuklar olan ablam ve ben, bankacı babanın da etkisiyle iş bankası kumbaralarına para atmayı ya da dolar alarak (yanlış duymadınız!) birikim yapmayı çok erken yaşlarda öğrenmiştik. 10 yaşında kaliteli spor ayakkabısını ve 11 yaşında patenlerini, dolarlarını bozdurarak satın almış olmamla övünür dururuz ailecek mesela:)
bu alışkanlığım yıllarca da devam etti. gel gör ki istanbul'a geldim geleli -2 yıldır- para biriktiremez oldum!
ve nihayet şimdi, mali durumumda birtakım düzenlemelere gitmeye karar vermiş durumdayım.
işe, kredi kartı harcamamı kısarak başlamak mantıklı geldi (yoo, öyle kredi kartı mağduru falan değilim). bunun için de en önemli adımlardan biri, ihtiyaç harici giyim alışverişini kısmak ve e-postama gelen fırsatları okumadan silmek.
haa, bir de "gün" fikri var:)
aklıma başka da yol gelmiyor şu an.

sizlerden gelecek önerileri seve seve değerlendiririm. şimdiden teşekkürler.

izmirli orta halli çocuklar bayramlıklarını nerden alır:)


çocukken bayramlıklarını kemeraltı'ndaki "araphanı"ndan alan izmirliler bi gün buluşmalı bence;)

yolumu çizme, yönümü bulma isteği...


5 gündür izmir'deyim ve yine başladı "aidiyet" sorgulamalarım.
istanbul'da çok mutluyum, belki de 2 yıldır hayatımın en mutlu dönemini yaşıyorum (şükürler olsun).
ama bir yandan, her izmir'e gelişimde, esasında buraya ait olduğumu hissediyorum ölesiye...
komşumu, bakkalımı tanıyor olmaktan, yılların alıştırdığı bir ayakkabı tamircimin, terzimin, midyecimin, tesisatçımın olmasına kadar, başım sıkışsa çevremin geniş olduğunu bilmekten, elbet yardım geleceğine olan inancıma kadar...
aidiyet ne kadar gerekli/ yaşamsal onu da bilmiyorum...
ya da alışkanlıklar/ düzen/ rutin...
tüm bunlardan teker teker uzaklaşmak onarılmaz bir "kayıp" duygusu mu yaşatır insana ya da...
yoksa "alışılır" mı yine...
izmir- istanbul ikilemi de değil aslında bu, temelde... "hangisi daha güzel" kıyaslaması hiç değil...
(şehirleri güzel/ özel kılanın salt şehrin kendisi olmadığını öğreneli çok oldu, zira...)
bir yandan, sokağa çıktığımda esnafa selam verdiğim bir hayat düzenini sevmekle, bir yandan da bağlanamamın (y kuşağı olmanın) ikilemi...
sahip olduklarım, bağlarım hoşuma giderken; beni boğması, sıkması bir zaman sonra... duramamam... yer değiştirmek, yenilenmek istemem...