Pazar, Nisan 27, 2014

Doğu Karadeniz Gezimiz

Aylaaar öncesinden uygun diye alınmış uçak biletlerimiz vardı başta. Bir de hayatımdakisevgiliinsanın arkadaşları ile izlediği belgeselde gördüklerini yaşama arzusu.
Sonra biletlerin günü yaklaştı. Zaman hiç uygun değildi esasen (iş güç evlilik hazırlıkları...). "Gitmesek mi" geçti aklımızdan bir an... Ama biliyorduk, koşullar hiçbir zaman tam anlamıyla uygun olmayacaktı... İnsanın yaşadığı yanına kar kalıyordu... Gezdiği, gördüğü, yediği, eğlendiği...
Böyle düşündük ve 23 nisan günü, dedik "gidelim"... Ve böylelikle çıktık yola.
Hayatımın en plansız gezisini anlatacağım size az sonra...

1. Gün-24 Nisan Perşembe
Gece 4'te uyanıp Sabiha Gökçen'den Trabzon'a hareket edecek sabah uçağına yetişmek üzere  yola çıktık. 9,5'ta Trabzon'daydık. Bir belediye otobüsü ile Maçka'ya giden dolmuşların kalktığı yere gittik ve oradan da dolmuşla Maçka'ya. Meydan Köfte Esnaf Lokantası'nda yemeğimizi yedikten sonra Lagana'ya ulaşmak üzere yürümeye başladık.


Normalde bölgeyi tanıyan rehberlerle yürünecek bir yol olduğundan ve biz de sadece içgüdülerimize güvendiğimizden yol olması gerekenden epey fazla sürdü (patikayı değil araç yolunu takip etmişiz!). 







Arada soluklana soluklana, Bakırcılar ve Yazlık köylerini geçerek Pilav Dağı'nın yamacına, Lagana'ya varmamız akşamüstünü buldu (1200 metre yükseklikte).
Oradaki tek tesis olan Yavuz Yılmaz Tesisleri'ne girdik.




Çok acıktığımız için hemen mangal başına attık kendimizi!
Doğa ile tamamen baş başa olarak ağaç evlerde uyuduk.  (yorgunluktan saat 8'de!!!)

Güne dair notlar:
En büyük şansımız gündüz bir damla bile yağmur yağmayışı ve gece biz uyurken yağışı.
Trabzon'da çay içilmez!!!
Tesis sanki biraz pahalı gibi? (kişi başı oda+kahvaltı 75 tl. Odalarda sıcak su yok ve kahvaltı öyle ahım şahım yöresel değil)

2.Gün-25 Nisan Cuma
Erkenden uyandık, kahvaltımızı yaptıktan sonra biraz dolaştık. Ve daha yukarılarda karlar hala erimediğinden daha yukarı çıkamayacağımıza, yeniden aşağı inmemizin daha uygun olacağına karar verdik. Bu sefer patikadan indik Maçka'ya. 



Trabzon'a gelmişken sümela'ya çıkmamak olmazdı. Yakın bir arkadaşımızın Maçka'da yaşayan babasını aradık ve sağolsun aracıyla bize yardımcı oldu. Yol hayli korkutucuydu. (milli parka araçla giriş 10 lira) Neyse ki sağsalim vardık milattan sonra 300'lü yıllarda yapıldığı varsayılan Yunan Ortodoks Manastırı&Kilisesi'ne. Giriş müzekartla, müzekart yoksa da 15 tl.




Aslında görkemli ve etkileyici olan yapının fresklerine verilen zararları görünce üzülmekten başka bir şey gelmedi elimden. Ve neden bizde tarihi, sanatsal ve kültürel değerlerin korunamadığı meselesi sinirlerimi hoplattı her zamanki gibi...
Sümela'dan geri Maçka'ya indik ve araba kiralayarak Uzungöl'e geçip orada konaklamaya karar verdik. Bunun için havaalanının içinde ve çevresinde pek çok ofis mevcut.
Aracımızı aldıktan sonra Uzungöl'e doğru yola çıktık. Uzungöl'e varınca pek çok konaklama tesisi olduğunu gördük. Biz Kuloğlu Otel'de kalmayı tercih ettik. Akşam yemeğimizi de Migron Restaurant'ta yedik. Ardından yine epey yorgun olduğumuzdan erkenden uyuduk.

Güne dair notlar:
Açıkçası Trabzon'da yediğim hiçbir şeyden çok da keyif alamadım.
Pide yeme fırsatım olmadı, hamsinin mevsimi olmadığından yiyemedim, alabalık (veya herhangi bir tatlı su balığı) zaten sevmiyorum, kuymak ve muhlama benim için fazla tereyağlı. Izgara köfte ya da tavuklar da vasattı maalesef... 
Hava yine güneşli!

3.Gün 26 Nisan2014 Cumartesi
Otelimizde yaptığımız alelade kahvaltının ardından (ne de olsa şehir değil; insan yöresel ve özenli bir şey bekliyor) Uzungöl ve çevresini gezmek üzere otelden ayrıldık. 
Uzungöl'ün eski halini görmediğimizden bu hali de çok fena görünmedi gözümüze; ama, eski fotoğraflarını görünce insan gerçekten de üzülüyor. İnsan elini değdirdiği her şeyi yapaylaştırıp çirkinleştiriyor... Biz olmasak dünya ve doğa daha güzel bir yer olacaktı sanırım...




Göl o kadar muhteşem olmasa da gölü besleyen su kaynağı oldukça etkileyiciydi.
Kısa bir köy (Uzungöl belediye aslında; ama bence köy) turundan sonra, yine ani bir kararla, olur mu olmaz mı derken Rize'ye gitmeye ve hava izin verirse Ayder'e çıkmaya karar verdik!


Rize şehir merkezine gelince bir çay kahve molası için mekan ararken tarihi bir binada "Evvel Zaman"ı gördük ve bu güzel mekana oturduk. Gerek ortam gerek ilgi alaka gerek lezzet açısından çok memnun kaldığımız bir yer oldu.


Daha sonra yolumuza devam ettik ve Çayeli'nde -tesadüfen- Hüsrev Kurufasülye'de yedik ve bayıldık!!! Meğer dünyaca ünlü bir yermiş zaten...






Oradan Çamlıhemşin'den, Fırtına Vadisi'nden geçe geçe muhteşem yoldan Kaçkar Dağları Milli Parkı'na vardık (araçla giriş 10 lira). Biraz daha ilerleyince de meşhur Ayder Yaylası'na! Böyle bir güzellik gerçekten de yok. Hiçbir fotoğrafla o güzellik yansıtılamıyor maalesef.





Kısa bir turladıktan sonra yoğun bir sis kapladı gökyüzünü ve ardından yağmur bıraktı. 



Biz de biraz hatıralık alışveriş yapıp gece kalacak yer ayarlamaya koyulduk. Yine burada da pek çok tesis var ve fiyatlar uygun. Ancak biz daha otantik olması açısından köy evinde kalmaya karar verdik. Evet, burada evi olan hemen herkes evine bir döşek atarak, gecelik konaklama imkanı sunuyor turistlere. Biz kaplıcaların hemen yanındaki "Bozacıoğlu Pansiyon" olarak geçen Ayşe Abla'nın evinde kaldık (gecelik 20 lira- sadece yatak). Öncesinde Bizum Mutfak'ta akşam yemeğimizi yedik. Turşu kavurmasını çok beğendim burada. İşletmecisinin oldukça keyifli sohbeti vardı, ayrıca yemek sonrası sınırsız taze çay ikram etti ve bize  kendiliğinden enfes mısır unu helvası kavurup ikram etti. Ayrıca yemek boyunca inceden çok güzel yöresel müzikler çalıyordu.
Yemekten sonra Ayşe Abla'nın evine geçtik. Odalarımızda soba olmadığından yatma saatine kadar salonda oturduk. Salon çok enterasan bir yer. Bir soba, bir masa, bir televizyon ve upuzun sedirler var ve köyün hemen hemen tüm kadınları burada toplanıp sohbet ediyor. Onlara eşlik etmek oldukça keyifliydi. fakat biz yine erkenden odalarımıza çekildik; çünkü sabah 11,5'ta Trabzon'dan uçağımız vardı.

Güne dair notlar:
Gittiğimiz dönem itibariyle çok kalabalık olmayışı bir avantajdı evet ama ben yine de yaz döneminde tekrar gelip horonlara eşlik etmek isterim açıkçası. 
Ya da, her yıl 1-2 şubatta olan kar şenliğine katılmak da oldukça keyifli olacaktır...
Rize, o hep gördüğümüz duyduğumuz Doğu Karadeniz'i birebir yaşattı bana; doğasıyla, insanıyla... Çok güzeldi.
Ve evet, çay Rize'de içilir!

4.Gün- 27 Nisan 2014 Pazar
Sabah 5'te Ayder'in tertemiz havasında uyanıp yola çıktık. Yol boyunca maalesef açık bir yol üstü kahvaltıcısı bulamadık. Son çare yeniden Rize merkeze girdik ve oradaki trafiğe kapalı caddede bir pastanede bir şeyler atıştırmak zorunda kaldık.
Trabzon'a vardığımızda henüz uçağımızın hareketine epey zaman olduğundan, Boztepe'ye çıktık. 


Manzara güzeldi ama erken bir saat olduğundan çay servisi başlamamıştı. Oradan inerken Kızlar Manastırı'na uğrayalım dedik ama maalesef tadilatta olduğundan sadece kapısını görebildik. Atatürk Köşkü'nü görmeye de vakit kalmadı ne yazık ki! Arabamızı teslim edip havaalanına geçtik.

Kısa ve çok güzel tatilimizin böylelikle sonuna geldik. 3,5  gün için fena değil doğrusu; siz ne dersiniz?