cuma
günü yeniden amsterdam’a gitmek üzere erkenden düştük yollara. yol üzerinde
brüksel’e uğradık. şehre girer girmez türk nüfusunun fazlalığı dikatimizi
çekti. gezmek için fazla vaktimiz yoktu, hızlı bir şehir turu atabildik sadece.
grand place denilen şehrin meydanı
oldukça güzel (avrupa’da şehirlerin
meydanları ne kadar da güzel ve tipik özelliklere sahip hakikaten).
meydanda ve civarında pek çok önemli tarihi yapı olsa da, biz dışarıdan
görmekle yetindik. yine şehri gezmek üzere yanımıza aldığımız notlarımızda pek
çok önemli müzeye ev sahipliği yaptığı söylenen brüksel’de bizim müzeler için
de vaktimiz yoktu.
hediyelik/hatıralık dükkanlarını ziyaret ettik. ben bu güzel
işi genelde gezilerin sonlarına bırakırım. brüksel’den bolca çikolata aldık.
meşhur belçika waffle’ını denedik. bildiğiniz üzere, waffle’ın anavatanı
belçika. bizim ülkemizden biraz farklı olsa da, ben çok lezzetli buldum. ki
beeeen, üniversite yıllarımda bornova wafflecı akın’da çalışmış waffle
piriyimdirJ burada
hamuru ön planda, sadece o şekilde de tüketiliyor, ya da üzerine sadece pudra
şekeri ile. biz ek olarak çikolata ve meyve istedik. hamurun kendisi 2 euro,
çikolata ekletmek 1 euro, meyve ekletmek 1 euro. onun dışında bizdeki gibi
süsleme malzemeleri yok. hamuru da gerçek eritme bitter çikolatası da çok
lezzetliydi. belçika’nın bir de patates kızartması meşhur, yollarda karton
külahlarda patates kızartması yiyen pek çok insana rastlayabilirsiniz. ancak,
malum yağ farklılığından, koku çok ağır geldiğinden kızartmadan ben uzak
durdum.
brüksel’deki
2 saatlik turumuzdan sonra amsterdam’a doğru yolumuza devam ettik. vardığımızda
saat epey
geçti. bu sefer, daha önce kaldığımız flying pig’de yer olmadığından
yine yakın bir bölgede bir evde 2 gecelik rezervasyon yaptırmıştık. yeniden
valizleri açıp, kısa süreliğine de olsa yerleştik.
cumartesi
amsterdam’da son gündü. son gün için van
gogh museum, anne frank’ın evi ve bisikletle şehir turu seçenkelerinden
bisikleti seçtik biz. evde yaptığımız kahvaltının ardından hemen dışarı çıktık.
bisiklet kiralamadan önce karşımıza kanal üstünde kurulan bit pazarı denk
geldi. avrupa şehirlerinde bu belli günlerde kurulan bit pazarlarını gezmeye
bayılıyorum! uygun fiyata pek çok farklı ürünün satıldığı pazarı gezmek çok
keyifliydi.
daha sonra, mac bike’dan
bisikletlerimizi kiralayıp dolaşmaya başladık. bisikleti 24 saatliğine 15
euroya kiraladık. haritalarımız yardımıyla şehri epey genişçe dolaştık ve dolaştıkça
amsterdam’ın gerçekten de ne güzel şehir olduğunu bir kez daha anladım. bir
süre sonra dinlenmek için vondelpark’a geldik, öncesinde marketten yiyecek içecek
almıştık ve parkta çok güzel bir piknik
yaptık.
sonrasında biraz daha dolaştıktan sonra, bisikletlerimizi eve bırakıp
son gece için dışarı çıktık.
enerjimiz
tükenene kadar şehir merkezinde dolaştık, kanal kenarındanki cafe barlara
oturduk, casinolara girdik.
geç saatte evimize gelip valizlerimizi türkiye’de
açmak üzere topladık. dönerken kapatmak hep niye daha zordu sahiJ
pazar
sabahı da erkenden uyanıp, son bir bisiklet turu yaptık kısacık ve ardından
bisikletlerimizi teslim ettik.
evden valizlerimizi alıp bir metro ve bir
banliyo ile schiphol havaalına ulaştık. uçağımızın saatini beklerken, kahve
keyfi, duty free’ler derken, havaalanının o kadar büyük ve kapıların o kadar
uzak olduğunu hesap edemeyerek baya oyalanmışız.
son anda yetiştik uçağa, ama
ne telaş yaşadık! aman siz bizim gibi rahat olmayın dikkat edin derim;)
veee,
her güzel şeyin bir sonu vardı…
bitti...