Çarşamba, Kasım 28, 2012

Salı, Kasım 27, 2012

güzelsin istanbul-7

havalar hala gezmeye fırsat veriyorken, istanbul'u keşfetmelerimin son demlerini yaşıyorum. 
bu haftadan notlar da şu şekilde:

@ laterne cafe (cihangir/ sıraselviler): çok tatlı bir cafe. mis gibi kokuyor, çünkü tatlı teyzeler ev kurabiyeleri/ poaçaları pişiriyor. dekorasyonu da çok hoş. yolunuz düşerse uğrayın mutlaka!

@ demlik (cihangir): ev yemekleri yapan aile işletmesi. oldukça sıcak bir ortam, yemekler de çok lezzetli!

@ ahmet güneştekin'in (kasımpaşa'da ofisi var, muhakkak görmüşsünüzdür önünden geçerken) istanbul modern'deki sergisini gezdim. 
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_G%C3%BCne%C5%9Ftekin)


serginin ismi "yüzleşme".. oldukça büyük bir sergi, dolayısıyla geniş bir zaman ayırmak gerekiyor. 

ve çok çok etkileyici... dinlerin, mitlerin, hikayelerin, efsanelerin, sözlü edebiyatın imgelerinden ve karakterlerinden yararlanarak savaşlar ve insanlık suçlarını konu ediniyor sergi. 
teknikler çok çok özgün...

cizre'den yeni gelen arkadaşımdan henüz duyduğum "mem-u zin"i sergide görmek ayrı mutlu etti beni.
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Cizre) 

ayrıca dijital bir bölümü var serginin, türkçede olmayıp kürtçe'de olan seslerle ilgili..
velhasıl, çok özel bir sergi bence, üstelik ücretsiz!! kaçırmayın bence.

@ çok sevdiğim mephisto'yu gezdim, yorulunca "kafesine oturayım" dedim. lakin fiyatlar beni gerçekten üzdü. 
çok sevdiğim bir diğer mekan olan ada kafe'den alışkınım kitap kafelerin pahalılığına ama, mephisto hani protest bir duruşu olduğunu sandığım bir yer.. bu nedenle şaşırdım açıkçası, portakal suyu 9 lira olur mu ya?!

neyse ki, çok sevdiğim metis ajanda gelmişti:


genelde yanımda okunacak bir şeyler taşısam da, unuttuğum zamanlar için çok kullanışlı oluyor. o nedenle, bu sene için de hemen almak istedim ama sonra durdum ve dedim ki :

"bi dakika ya, bugün benim doğum günüm, bana kesin biri alır bunu" :)
hakikaten de akşamki hediyeler arasında vardı! "hayatısevdirenanlar" diyorum başka da bir şey demiyorum ;)

Pazar, Kasım 25, 2012

27 oldum ben!

dün doğum günümdü benim!
düne kadar "vay efendim, doğum günü kutlamak da neymiş, ne önemi var böyle şeylerin" diyen bir insandım.. ve fakat dün yaşadığım sürprize bi mutlu oldum bi mutlu oldum anlatamam:)
sevdiğim, yakınım olan pek çok insanın davet edildiği bir toplaşma organize etmiş hayatımdakisevgiliinsan, cihangir'de sevdiğimiz bir mekan olan erciyes'te.. 
gelen, gelemeyip de mesajlarıyla, aramalarıyla yanımda olduğunu  hissettiren herkes çok mutlu etti beni. 
hep diyorum ya "hayat sevdiklerimizle güzel, anlamlı"  diye; dün de bunu yoğun olarak hissettiğim bir gündü..

şunu düşündüm bir de:
yaşlanmaktan, yaş almaktan hiç korkmuyorum ben. 
ve bunu da şuna bağlıyorum; anlamlı ve coşkulu yaşıyorum çünkü.. sevdiğim şeyleri yapıyorum.. mutluyum kısacası.. 
bence "yaşlanma korkusu"  en çok pişmanlıklarla, yeterince dolu/ verimli yaşadığını hissedememekle ilgili çünkü..

velhasıl, umarım yeni yaşımda da yaşam sevincimi, coşkumu kaybetmem ve yakınlarımla çok güzel zamanlar geçiririm;)

(yeni türkü, sezen aksu, fikret kızılok, bülent ortaçgil gibi üretken ve büyük sanatçıların sürekli şarkılarını keşfediyorum, sürekli değişiyor favorilerim. bu ara da buna takığım, iyi dinlemeler;))


Cuma, Kasım 23, 2012

sevgili/ nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini




"....
o zamanlar biz ne güzel çocuklardık
dünyaya aydınlık gözlerle bakardık
ve işte o zaman kırdığın bu kalp
şimdi kırıyor başka kalpleri
..."

Perşembe, Kasım 22, 2012

alper canıgüz- tatlı rüyalar

bazı şeyleri ne kadar da geç keşfediyor/ tanıyor/ öğreniyor insan..
afili filintalar'la tanışmam 3 yıl önce, hayatımdakisevgiliinsan'ın onur ünlü sevdası sayesinde oldu.
dikkatimi çekti; ah muhsin ünlü, emrah serbes, murat menteş, aslı tohumcu okudum. 
son olarak da, çok yakın arkadaşımın şiddetle önermesiyle, alper canıgüz okudum.
boğaziçi psikoloji mezunu canıgüz. dolayısıyla sıkı tespitler var kitapta insana dair.. ve fakat, öyle ciddi, zor bir kitap değil..


(3 kitabı var alper canıgüz'ün. ilki, tatlı rüyalar; 2000 yılında çıkmış bir kitap.. kitabı ilk görüşüm 1 yıl kadar öncesine dayanır, yani kitap basıldıktan 11 yıl sonraya... 
ister istemez düşündüm: 
fark edip ulaşmak -görmek/ gitmek/ okumak/ izlemek/ dinlemek- istediklerimizin yanı sıra, ne kadar sonsuz ürün var dünyada, hiç bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz..)

velhasıl, kitap çok çok sürükleyici, ilginç. yaratıcı ve yer yer saçma. değişik bir okuma arayanlara -naçizane- öneririm;)

Çarşamba, Kasım 21, 2012

bugün var/ yarın yokuz..

oldum bittim üzerimden atamadığım "çok şey yaşamaya çalışma çabam" ve onunla beraber gelen "hiçbir şeye yeterince yetişemediğim kaygım"ın ziyadesiyle "ölüm korkusu" ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum... 

(zira, zaman geçtikçe, ölüme yaklaşıyor insan.. 
bir başka deyişle:
"ölüyoruz biz farkına varmadan/ hayat yok olmakla geçiyor"..

nazım'ın da memleketimden insan manzaraları'nda sorguladığı gibi "insan öleceğini bile bile nasıl yaşar?"
insan bu dünyada geçici olduğunu bilmesine rağmen, bu gerçeği unutarak yaşıyor sanırım, yani yaşayabilmesinin yolu bu...)

velhasıl, bugün var yarınsa yok olduğumuz dünyada, öyle çabalıyoruz ki kalıcı bir şeyler bırakmaya..
lafım uzadı, kafam karıştı. en iyisi sizleri güzel şarkıyla başbaşa bırakayım ben:

Cumartesi, Kasım 17, 2012

yedinci gün- ihsan oktay anar

bildiğiniz üzere işbu kitabı pek bir istemiştim ve çekilişten kazanınca pek bir mutlu olmuş, hemen okuyup bitirmek istemiştim.  gel gör ki, ancak bugün, üzerinden 2 ay geçtikten sonra, bitirebildim. pek çok defa başladım, araya başka başka kitaplar girdi, konsantrasyonumun güçlü olduğu zamanları kolladım vs.

kitap gerçekten güzel. öncelikle yazarın kelimeleri kuıllanırkenki ustalığına hayran kaldım. pek sevdiğim artık kullanılmamaya yüz tutmuş eski kelimeleri çok güzel kullanıyor, hikayeye yedire yedire. 
sonra yazarın ilginç, herkesçe bilinmeyen konularda bu kadar hakim olması, bir daha hayran bıraktırıyor kendine.

hikaye biraz karışık, aslında 3 bölümden oluşuyor ve tahmin edebileceğiniz üzere karakterler bu bölümlerde kesişiyor. çok fazla karakter var, anlatılanlar pek aşina olmadığımız şeyler. bu nedenle, okurken pür dikkat kesilmeye ve her oturuşta en az 30-40 sayfa okumaya özen gösterdim. yani uyumadan 5-10 sayfa okuya okuya anlaşılabilecek bir kitap değil, bana göre. 
haa, bunca özenime rağmen, hala da tam anladım mı emin değilim;) yine de zihnimde hoş bir tat bıraktığını biliyorum.

aslında kitabın kapağındaki tanıtım yazısı çok güzel özetlemiş kitabı:


"Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak. İhsan Oktay Anar, bu yeni düşüyle sizleri bir kez daha şaşırtacak. Çizgilerde değil kürelerde gezinecek, bilinen zamanların bilinmeyen anlarına yolculuk edeceksiniz. Alışık olmadığınız bu dünyanın kapısından girdiğinizde âşinalık hissedecek, sadeliğin ihtişâmına teslim olmanın rahatlığıyla kendinizi akışta yolculuk ederken bulacaksınız."


Cuma, Kasım 16, 2012

Perşembe, Kasım 15, 2012

yarim istanbul/ gel öpeyim gerdanından



son zamanlarda, bir süredir görüşemediğim eski arkadaşlarımdan "izmir'e dönme çaban ne oldu?",  yeni tanıdıklarımdan da "burada 4. yılın demek, peki izmir'e dönmeyi düşünüyor musun?" sorularını pek sık duyar oldum..
ilginç olan bu değil de, pek de düşünmeden ağzımdan dökülüveren "sanırım buradayım bir süre daha" cümlesi!
böyle bir karar verdiğimi ben bile bilmezken,  içim bu yöne meyyal demek ki..

madem bu yönde bir adım atıyorum, yaşayacağım yere artık geçici değil, biraz daha sürecek gözüyle bakmalı ve istediğim yerde yaşamalıyım sanırım..
gel gör ki, karakterimin en sağlam özelliği olan "kararsızlığım" beni bu konuda da yalnız bırakmıyor elbette!
bir yandan istiyorum ki kendimi güvende hissedeceğim bir siteye taşınayım... 
bir yandan da diyorum "yuhh ezgi, yaşlı mısın sen la? çoluk çocuklu insan mısın? yooo yooo! gençsin, hayata karışmalısın!" beşiktaş'ta fındıklı'da oturasım geliyor... 
sonra karşı taraf hem deniz kenarı hem sakin diye "oraya mı geçsem?" diyorum...
vs vs...


sonra kariyer planımla ilgili karmakarışık düşüncelerime dönüyorum, ev işini geçici süre unutuyorum. :) 
(kariyer planı karmaşam, bir başka yazının konusu olacaktır)

Pazartesi, Kasım 12, 2012

Francoise Hardy - Le Temps De L'amour



bir süredir tatmin olamıyorum ne izlesem..
tam bir "film" izleyesim var oysa..
tam da mevsimi gelmişken "film izleme"nin..

yılın sonuna yaklaşırken, bu yıl izlediğim filmleri gözden geçirdim de, en çok etkilendiklerimden biri "moonrise kingdom" olmuştu.
bu şarkının çaldığı sahneye de bayılmıştım.
ve bu kısa şarkıyı sabaha kadar dinleyebilirim sanırım..

Cumartesi, Kasım 10, 2012

hayatımdakisevgiliinsan, pis ama hamarat ben, limonlu kek

bu haftaki uykusuzda fırat budacı'nın köşesinde şöyle bir paragraf var:
"(...) daha bir saat önce sevgilisini uğurlayan bir adam olarak başka kadınları süzmeye başlamam garipsenmemeli. 27 yaşındayım. üç senedir aynı kadınla beraberim. evlerimiz ayrı olmasına rağmen son bir yıldır neredeyse aynı evde yaşıyoruz (...)"

nasıl yaa??

@@@
o değil de, annem, ablamla beni temizliğe, ev işine, yemek yapmaya alıştırırken biz isteksiz davranınca, anneannem:
"ileride elin oğlu öyle bir laf söyler, o da öyle bir dokunur ki" derdi. biz de güler geçerdik..

dün akşam evin düzenini değiştirirken, hayatımdakisevgiliinsan evin temiz olmadığıyla ilgili birkaç cümle sarf edince, kalakaldım öyle.. anneannemim meşhur lafını hatırladım  ve ne kadar haklı olduğunu o an anladım :)

@@@
bu sabah da, limonlu kek yapma isteğiyle uyandım. daha önce hiç yapmadığımdan, yemek konusunda güvendiğim iki kaynak olan uzmantv ve sevgili mine'nin bloguna baktım hemen. sonra ikisini harmanlayıp kendimce bir tarif yarattım:


125 gr tereyağı (çırp)
3 yumurta (tereyağına teker teker kırıp çırp)
1,5 su bardağı şeker (karışıma ekle çırp)
1limonun suyu, 1 limonun rendelenmiş kabuğu, 1 su bardağı sütü ekle çırp.
başka bir kaba 3 su bardağı unu ele
una, bir paket damla sakızlı vanilin, bir paket de kabartma tozu ekle.
bu toz karışımı sıvı karışıma yavaş yavaş kat ve tahta kaşıkla karıştır.
yağlı kağıt serilmiş/yağlanmış tepsiye boşalt, önceden ısıtılmış 175 derece fırında 35 dk pişir.

gerçekten tam kıvamında ve çok lezzetli oldu, denemenizi tavsiye ederim!

neyse ki, hayatımdakisevgiliinsan, yaptığım yemekleri her zaman pek bir beğenerek yiyor ;)

Perşembe, Kasım 08, 2012

kubrick..

belki de
her şey güzel olduğunda
hiçbir şey güzel değildir...

Salı, Kasım 06, 2012

evim sensin- izlemeden önce bir kez daha düşünün!




bildiğiniz üzere, bir türkfilmisever'im ben.
buna rağmen evim sensin'e gitmeyi pek düşünmemiştim.  gerek fahriye evcen'e olan antipatim gerek fragmanına denk gelmiş fakat hiç etkilenmemiş oluşum gerek de vizyonda alternatif oldukça iyi filmler oluşu nedeniyle..
ve fakat, pazar günü söz verdiğimiz arkadaşlarımızla buluşmak için cevahir'e gittik ve onların aldığı biletlerle bu filme girmek durumunda kaldık! oysa ki skyfall, bulut atlası ve gergedan mevsimi hemen yanıbaşımızda akıp gidiyordu:(

velhasıl başladı film. tam bir klişeler yumağıyla, düzenli bir şekilde akmayan bir senaryoyla, yapay diyaloglarla karşılaştık.. özcan deniz yine dimdik yürüyüşü, kasları ve atletleriyle, artistik cümleleriyle karşımızdaydı. fahriye evcen'den zaten hiç hazzetmiyordum da, bu kadar da saçmasapan oynayacağını yine de düşünmemiştim. gülüşü mesela kulağınızı öyle tırmalıyor ki, karşınızda 12 yaşında bir çocuk var zannedebilirsiniz! film ikinci yarıdan sonra da tam bir ajitasyon, sanki ağlayasınız diye çekilmiş..

çok fazla film için söylemedim bunu sanırım, ama, gerçekten çok kötüydü film, neresinden tutsan olmuyordu yani.

her şeye rağmen, filmde beğendiğim bir nokta oldu! o da müzikleri... gerçekten güzeldi. bir de fahriye evcen'in türkü söylediği sahneler vardı ve inanamadım, gerçekten dokunaklıydı! "bu kızın da iyi yaptığı bir şey varmış demek ki" dedim:)

bir de filmin esinlendiği/ uyarlandığı (ben bu noktaya çok takılmıyorum. sinema tarihinin olağan işleri bunlar. herkes- yapımcı bulduğu ve yasal prosedürleri hallettiği takdirde- beğendiği bir filmi yeniden çekmekte özgür bence) "a moment to remember" oldukça iyi bir filmmiş! bilginize;)


Cuma, Kasım 02, 2012

takıntılı annenin takıntılı kızı;)

biz çocukken, annem çok kurallı, titiz bir kadındı. dağınıklıktan nefret eder, tüm evi sık sık yıkayıp paklar, yardım etmeyince ablamla beni azarlardı. hiçbir şeyin yerinin değişmesine tahammül edemezdi. 


ben yıllarca, annem dokunmasın, kendince düzen kurmasın diye, kendi eşyalarımı ona fırsat vermeden düzenleme peşinde koştum. örneğin giysiler konusunda hızlı olmalıydım, çünkü ben kendime göre yerleştirmezsem, o ilk fırsatta kendince yerleştirirdi ve ben de eşyalarımı arar dururdum, sonra tartışırdık vs.
özellikle de misafirler konusunda çok takıktı. yemeyen uyuz bir çocuk olduğumdan, normalde bir şeyler yiyeyim diye çırpınan kadın, misafirler için hazırladığı ikramlara, onlar gidene kadar dokundurtmazdı mesela.. evin düzeni kaçacak diye arkadaşlarımın gece kalması çok takdir ettiği bir şey değildi örneğin..

işte böyle böyle derken, ben, düzen konusunda hassas ve kontrolcü, kuralcı bir insan oldum.

sonra, babam vefat etti. annem pek düzenli yemek yapmaz oldu, temizliğe hayatında verdiği yer de yavaş yavaş azaldı. 
sonra ben yanından ayrılıp buraya geldim, ablam evlendi aynı dönemde. o yalnız kaldı, iyice sosyal bir insan oldu, dışarıda yiyen, arkadaşlarını eve yatıya davet eden, evin düzenini pek umursamayan bir kadına dönüştü..

bense, düzen konusunda hassaslıktan yavaştan obsessifliğe kayan bir insana dönüştüm farkına varmadan.. 

şimdi bende kalıyor mesela. rolleri değiştik, çok komik:
çıktığı her odadan sonra, çaktırmadan peşinden gidip kontrol ediyorum, düzenli bırakmış mı bırakmamış mı diye:)
o da farkında durumumun, "beni sen böyle yaptın" diyorum, "doğru yolu bulmak için benim gibi 50'ye kadar beklemene gerek yok, boş şeyler için kendini yorma" diyor o da.
haklı, haklı elbette, ama, kolay değil değişmek, bilirsiniz..