Salı, Nisan 07, 2020

2020 Mart Ayı Kitaplar (2) ve Filmler (12), 5 de Dizi

Bir önceki yazımda yazdığım üzere, tuhaf, hem durağan hem hızla geçen bir aydı mart.
13 mart en son dışarı çıktığım gündü ve sandım ki evdeyim ya, çok okuyacağım, üretken olacağım...
Ama öyle olmadı. İçim kaygı, belirsizlik doluyken, zihnim karmakarışıkken okumaya odaklanamadım pek. 
Bırakın kitap okumayı, instagramda merak edip kaydettiğim ya da safaride sonra okurum diye açık bıraktığım sekmelerdeki yazıları bile okuyamadım.
Her gün pdf'ler, linkler, videolar, evde yapılabilecek şeylerle ilgili öneriler yağdı whatsapp gruplarından. Çok kıymetli paylaşımlardı belki ama benim için zamanı değildi.
Evde insanların kendi kendilerine yapacak bir şey bulamamalarını, sürekli bu konuda öneriler gelmesini garipsedim başta. Instagramda bunca canlı yayın açılması da çok tuhaf geldi, insanların neden evlerinde sadece kendileri ile kalamadıklarını merak ettim.
Sonra herkesin gerçekliğinin ayrı olduğunu hatırladım, yargılardan arınmaya gayret ettim. Kime neyin iyi geldiğini sadece kişinin kendisinin bildiğini idrak ettim.
Her gün yazmaya çalıştım hem @iyihissediyorum_psikoloji mesleki hesabımda hem @ezgi_pinkket kişisel hesabımda.
Bolca mutfakta zaman geçirdim, pişirmeyi de yemeyi de hep sevmişimdir, bu süreçte de ruhuma iyi geldi.
Yoga, meditasyon ve yürüyüş yaptım elimden geldiğince, içime baktım, kendimi anlamaya çalıştım.
İyi gelen müzikler dinledim.
Corona ile ilgili ses kayıtlarını dinlemeden sildim, video ve yazılara, haberlere mümkün olduğunca bakmadım.
Temizlikle ilgili içimi rahat ettiren ama takıntıya kaymayan bir denge kurmaya çalıştım. Evde, eşyalarda düzenlemeler yaptım.
Çalışmak ve dışarı çıkmak zorunda kalanlar için dua ettim.
Annem ve Özcan yanımda ve sağlıklı olduğu için, ablam ve eniştem uzakta ama sağlıklı olduğu için, her gün haberleşebildiğimiz için şükrettim.
Evde olmaktan bir an bile sıkılmadım. Bu süreçte evde kalabilmek bir şans ve sıkılmaksa lüks olduğundan değil. Gerçekten sıkılmadım, sıkılmak için vaktim olmadı.
En çok neyi özledim, hatta dışarıdaki bir şeyi gerçekten özledim mi bilmiyorum. Şu an dışarı çıkabiliyor olsam ne yapmak isterim... Aklıma bir şey gelmiyor bu soruları sorunca. Evimde ihtiyacım olan her şey varmış gibi geliyor. Çok şükür.
Sadece korku ve kaygı içinde olmak yordu galiba beni. Eski günlerdeki korkusuzluğu özlemiş olabilirim. 
Belirsizliğe de alıştım; daha doğrusu belirli sandığımız her şeyin zaten belirsiz olduğunu, yaptığımız tüm plan ve programların zaten bozulabilir olduğunu, her zaman ama her zaman akışta kalmaktan başka yol olmadığını anladım.
***
Tüm bu hislerle yaşarken bu ay okuduğum iki kitap:
Hypnobirthing
Bebek bekleyen herkesin okumasını ısrarla öneririm. Bana çok çok iyi geldi.


Anne Beynim Aç
Bahar Eriş'in anne babalar için yazılarından derleme kitap. Ben alanın içinden olduğum için biraz bildiklerimin tekrarı gibi oldu ama anne babaların çok faydalanacağı bir kitap olduğunu düşünüyorum.



Gelelim filmlere... Annem bizde olduğu zamanlar en çok film izlediğim zamanlar oluyor. Çünkü annem tam bir filmkolik ve biz beraberken hemen her akşam film izliyoruz. İkisi kısa olmak üzere 12 film izlemişim bu ay.
The Neighbour's Window- Hoş bir kısa film.
Divines (Dunya)- Bu film çok övülmüştü. Ben pek sevemedim.
Kara Komik Filmler I- Cem Yılmaz'a hayranım! Zekasına, hikaye anlatış biçimine, gözlemlerine, tespitlerine, oyunculuğuna. Birer saatlik iki filmini de -özellikle de feribotta geçen ilkini- çok sevdim. Muhakkak tavsiye ederim.
Parasite (2. izleyişim)- 2019'da en çok etkilendiğim filmlerdendi, bir defa daha keyifle izledim.
Cast Away (Yeni Hayat)- Tom Hanks'in başrolde oynadığı ve müthiş oyunculuk sergilediği filmi severek izledik.
Uncut Gems- Adam Sandler'ın pek övülen bu filmini sevemedim. 
Salesman- About Elly Asgar Ferhadi filmlerini severiz, iki gece üst üste izledik ve ikisini de çok sevdik. O sadelik, anlatım biçimi, tereddütler, ikilemler... Çok hayatın içinden, çok insana dair.
Seven- Çocukken izlediğim bu kült filmi yetişkin aklımla tekrar izlemek ne zamandır aklımdaydı ve nihayet izedim. Gerçekten tüm namını hak eden efsane bir film olduğuna kani oldum.
Salgın- Yaşadığımız bu günlere çok benzer hikayeyi konu alan 2011 yapımı filmi izlesek mi izlemesek mi derken izlemeye karar verdik. İyi bir film ve anlatılan hikaye gerçekten de ne kadar benziyor günümüzde yaşadıklarımıza.
Dondurma- Bu hüzünlü kısa film sıcacık bir his bıraktı kalbimizde.
Bal Ülkesi- Köklerimin olduğu topraklarda, Makedonya'da çekilmiş bu bol ödüllü belgesel çok etkileyici.

Dizilere gelince:
Puhu Tv'den Babil'i izledim. Bir öğrencim figüranlık yapıyor, her hafta söylüyordu çocuk, onu kırmamak için başladım. Türk televizyonlarında yayınlanan dizilere pek şans vermiyorum normalde, ama bu diziyi nitelikli buldum ve severek izledim. Halit Ergenç'in oyunculuğuna hayran oldum.
You dizisinin ikinci sezonunu izledik Netflix'te. Başta ilk sezon kadar sarmasa da severek izledik ilerledikçe. Üçüncü sezonu bekliyoruz.
Freud
Bu diziyi yalnız izliyorum. Freud'un doğru aktarılmasını isterdim, şu an henüz başındayım ama aradığımı bulamadım ve polisiye kıvamındaki anlatımdan pek hazzetmedim açıkçası.
Anne With an e
Pek sevdiğim dizinin ikinci sezonuna başladık annemle. Gayet güzel gidiyor yine.
Kidding
Ne zamandır merak ediyorduk Jim Carey'in dizisini. Bir başladık ama tam içine giremedik duygu olarak. Devam eder miyiz, bilmiyorum.

2020 Mart Ayım...

Mart 2020...
Bu ayın yazısını nasıl yazmalı ki ...
Sadece okuduğum kitap ve izlediğim filmler ile geçiştirilemeyecek kadar uzun, karmaşık, tuhaf bir aydı... O nedenle iki yazı ile kapatacağım bu ayı, ilki bu, sonrasında klasik film-kitap değerlendirmeleri yazısını yazacağım.
Hayatım(ız)ın en tuhaf, eşi benzerini görmediğim(iz) zamanıydı.
Ayın ilk haftası rutinimiz ile geçti. İşe gidildi, ben yoga derslerime katıdım, Özcan hafta sonu web tasarım kursuna devam etti, artık seans sıklığı azalan terapim devam etti, 4 Mart'ta Özcan'ın doğum gününü kutladık evde.
8 mart, pazar günü Burgazada'ya mimozaları görmeye gittik vapura atlayıp, Ergün Pastanesi'nde meşhur çilekli, vişneli milföyleri ve ibiza tatlısını yedik, yakın arkadaşlarımızla görüştük, dönüşte Kadıköy'de yemek yedik hep beraber (bir süre için son görüşmeymiş meğer, bilemedik... Neyse ki yine de hakkını verdik:))
Ve 10 mart, salıyı çarşambaya bağlayan gece ülkemize ilk corona virüs vakasının tespit edildiği haberi ile başladı yoğun kaygılı günler, günlerimiz...
Yakın zamanda zaten doğum iznine ayrılacağımdan perşembe günü okulda odamdaki eşyalarımı topladım mesai biterken ve uzun süre de oraya bir daha dönmeyeceğimi hissettim. O akşam gerçekten de pazartesi itibariyle nisan ara tatilinin 16-20 Mart haftasına çekildiği ve sonraki hafta da uzaktan eğitim yapılacağı haber geldi.
13 mart, cuma günüydü, sabah erkenden sağlık ocağına kontrole gittim ve o gün için istirahat raporu aldım (hamileyken kalabalığa girmekten çekindim.), büyük bir süpermarkete uğrayıp yüklü bir ev alışverişi yaptım ve 10:30'da eve kapandım.
O hafta sonu yavaş yavaş kurslar, eğitimler iptal edilmeye, planlar, programlar bir bir bozulmaya başladı. Yeni bir dönemin, farklı bir yaşam şeklinin başladığının sinyalleri yükseldi...
Biz de evde kaldık, evde düzenlemeler ile geçirdik zamanımızı. Biraz yoga ve sitede yürüyüş ile rahatlamaya çalıştım.
16 mart, pazartesi mart ayının benim için en zor günlerinden biriydi. Bir ton vesvese sardı zihnimi, ruhum karardı. Annem İzmir'de yalnız yaşıyordu, ya karantina gelirse, ya bir daha göremezsem, ablam da İzmir'de, bebeğimi göremezlerse... Doğuma 2 aydan fazla vardı ama, ya o zaman geldiğinde hastaneler girilemez durumda olursa ne yapardım... 
Çokça ağladım, şifalandım.
Sonra kararlar aldım, ablamların en yakın zamanda annemi araba ile getirmelerini rica ettim. Böylelikle hem aklım onda kalmayacaktı, yan yana olacaktık hem de o bana doğumum yaklaşırken, doğumumda ve sonrasında destek olacaktı.
Sağ olsun eniştem ve ablam ertesi gün işlerini ayarladı ve 18 mart çarşamba sabahı yola çıktılar, öğleden sonra bizdeydiler çok şükür. 
O gün aynı zamanda Özcan'ın da şirkete gittiği son gün oldu. 19 mart itibariyle evden çalışmaya başladı ve içim o açıdan da çok rahatladı. Evden çıkmak zorunda olmayan şanslı kesimdendik...
Ablam ve eniştem pazar sabahı kahvaltıdan sonra İzmir'e dönmek üzere yola çıktılar. Bizde kaldıkları kısa sürede, bebeğimizin dolabının kurulum ve eşyaların yıkanıp ütülenip yerleştirilmesi işlerini tamamladık.
23-27 mart okulların uzaktan eğitim haftasıydı. Branşım itibariyle bana çok resmi görev düşmüyordu, çocuklara nasıl destek olabileceğimi düşünüyordum kendimce, faydalı içerikler araştırdım bolca; ama kişi önce kendine merhem olmalıydı, ben de zihnimi toparlayıp çok bir şey yapamıyordum... Çarşamba akşamı, uzaktan eğitimin nisan ayı sonuna kadar uzatıldığı haberi geldi...
Evle ilgilenerek, yoga yaparak, biraz okuyarak geçti bu hafta da. Hava çok soğuk ve kapalıydı, yürüyüşe bile çıkamadık sitede... 
Hafta sonu -her şey normal giderse iki aydan biraz az kalmış görünen- doğum için hastane çantamızı hazırladık.
İşte böyle, evin içinde geçen, hem uzun hem kısa, nasıl geçiverdiğini anlamadığım, başta çok verimli olacağını sandığım ama pek de verimli olamayan, birbirinin aynı gibi ama hiç de sıkılmadığım, bir gün umutlu bir gün umutsuz uyandığım, tuhaf günlerdi.
Ve tüm bu garipliğin ortasında ayın son gününün sabahında bir müjde geldi. Neşe ile bitti ay tüm kasvetine inat. Taa çocukluğumdan bu yana çok yakın arkadaşım olan Sevgi'nin bebeği dünyaya merhaba dedi. Gidip göremesek de fotoğraflardaki pamukluğu ile içimizi ısıttı. Bize yaşamın devam ettiğini hatırlattı.
Ben de kişisel tarihime hafta hafta, gün gün not düşmek istedim bu ayı.