Pazar, Eylül 26, 2010

istanbul'da 2. yıl

burda bazı şeyleri benimseyemedim bir türlü.
"artık izmir'de yaşamadığımı" kabul edemedim belki ben hala...
giysilerimi izmir'deki terziye götürüyorum mesela, saçımı izmir'de kestiriyorum...
sonra mesela, dün feribotta "izmir'e gitsem de bi vapura binsem" dedim.
istanbul'da vapur yokmuş gibi...
bu şehirde hiç vapura binmiyorum ben. "vapur" demek, "izmir" demek benim için hala.
denize hasretim hatta istanbul’da...
bir büyükçekmece var çok sevdiğim, orası da istanbul gibi değil zaten... huzurlu ve sakin, izmir gibi.

my best friend's wedding!



İlk defa yakın bir arkadaşım evlendi cumartesi akşamı. Düğüne gittim bursa’ya.

Güzeldi, duyguluydu benim için. Lakin, düğün hadisesinin saçmalığını anladım bir kez daha. Gel gör ki, anne babaların gözleri ışıl ışıldı. Sanırım değerdi...

Yolculuk ise, yine maceralıydı az da olsa.

Üniversiteyi ailemden uzakta okumamış olsam da üniversite ile beraber, ortalama her ay bir defa şehirlerarası yolculuk yapmaya başladım.

Tüm bu yolculuklarımda cam kenarında ya da koridorda oturmak çok da mühim olmadı benim için aslında. Ama alışkanlıktan ötürü öyle alıyorum bileti. Bilmeden yerime oturmuş numarası yapanlarla karşılaşıyorum sonra. Bu seferki bombaydı ama, akli dengesi yerinde olmayan bir teyzecikti, pekçok koltuk gezdi 3 saatte.

Yolculuk konusunda bir diğer alışkanlığım da; nilüfer turizm. Çok memnun olduğumdan değil, yine alıştığımdan seyahatlerimi ordan tercih ediyorum. Bilenler bilir; nilüfer turizmle seyahat etmek demek sibel can çantada keklik klibini izlemek ve izlemesek de hot rod tam gaz diye bir filmin varlığından haberdar olmak demektir. İkram kısmına hiç girmiyorum; zira, yine, bilenler bilir!

Cuma, Eylül 24, 2010

yaşar kurt- kara

(dinleyin, dinletin!)


Gitmek gelir içimden
Gitmek uzaklara
Çekip alır bir deli rüzgar
Tutar kara


Kumda kayar ayaklarım
Yüreğim soluk soluğa
Martılar can atar
Ben ekmek atarım onlara


Gemiler bensiz gider
Hayali uzak limanlar
Avucumda tütün sarısı
Birde yaşanmamış zamanlar


Kumda kayar ayaklarım
Yüreğim soluk soluğa
Martılar can atar
Ben ekmek atarım onlara


Çarşamba, Eylül 22, 2010

otobüs maceralarım- part 1

yenibosna-taksim otobüslerinden birinde
"ön taraftaki koltukları harp malüllerine terk ediniz"
yazıyor.


* bu arada, çerezza popcorn denemeyen bin pişman! ben bu kadar geç keşefttiğime üzüldüm şahsen.

here is the plan


hep plan yapar halim var ya, çok komik.

an'ı yaşayamayan biri değilim aslında ama hep "şu an"dan sonraki anlar da aklımda.

mesela, kitap okurken bile bu nedenle odaklanamadığım oluyor. kalkıp liste yapıyorum sonra, rahatlıyorum. ohh unutulmayacaklar diye.

en çok da sabah işe giderken ve akşam iş çıkışı dolmuşta ve uyumadan önce oluyor.

sabah işe giderken "gün boyu yapacaklarımı" zihnimde adım adım yaşıyorum.

akşam eve dönerken "eve gidince yapacaklarımı" zihnimde adım adım yaşıyorum. (anlaşılır olması açısından örnek: üstümü değiştiririm/ sonra renklileri makineye atayım/ yemek ne vardı ki/ makinedekiler temiz miydi/ uff yerleşmesi gerek galiba yıkananların/ gündüz aklıma gelen kitabım burda mı izmirde mi, ona da bi bakayım hemen gidince, unutmayayım/ şu flasha attıklarımı da bilgisayara aktarayım/ çantamda katalog var, kızlara göstermeye unutmayayım vs.)

uyumadan önce de uyanınca yapacaklarımı zihnimde adım adım yaşıyorum. (yine, örnek verecek olursam: siyah pantolonumu giyerim/ ama üstüne o gömlek ütülü mü ki/ kahvaltıya da domates kalmadı/ tüh ya havadurumuna bakmadım/ annemle de öğlen konuştum en son, yatmadan arasaydım keşke vs.)

srebrenica...



balkan gezim çok güzeldi, gezilen yerler, gezi grubum... her şey yolundaydı.


ancak, gezinin bosna-hersek kısmı oldukça buruktu... çok değil, 15 yıl önce, yakın coğrafyamızda yaşananların izleri insanın canını fena halde acıtan cinstendi...


en çok etkilendiğimse; (üzülerek belirtiyorum ki) gidip görmeden önce hiç bilmiyor olduğum "srebrenica katliamı"ydı.


Srebrenica Katliamı:


II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa'daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır. Yugoslavya'nın çöküşü üzerine 1992 yılında Sırpların Bosna'da başlattıkları soykırımın ardından bölgeye zoraki olarak müdahele eden Birleşmiş Milletler'in güvenli bölge ilan edilen 6 bölge arasında Srebrenica'da bulunmaktaydı. Savaştan önce nüfüsu 24 bin civarı olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti. Artık Srebrenica 'açlık' ve 'hastalıklar' ile mücadele eden bir 'toplama kampı'na dönüşmüştü. Müslümanların elindeki silahlar BM Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle toplanmıştı. Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenica'ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında Müslümanlar'ın toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları basvuru sorumlu Hollanda komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna'daki BM Barış Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar. Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim etti.


11 Temmuz 1995 günü Ratko Mladiç silahlarından arındırılmış kente hiç zorlanmadan girdi. Sonra da Sırp askerler Müslüman Boşnakları yolarda, dağlarda hunharca katlettiler.


Sırp katiller cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64'ü bulan toplu mezarlara gömdüler. Daha sonra orataya çıkan bir video kasedinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı komutana bir hediye verirken görüntüleri çekilecekti. Bir hafta süren katliam II. Dünya Savaşı'ından sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak arşivlerde yer aldı. Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamın bir 'soykırım' olarak kabul etti; ancak Sırbistan'ın sorumlu tutulmayacağına karar verdi.



(http://tr.wikipedia.org/wiki/Srebrenitza_katliamı)

Pazartesi, Eylül 20, 2010

kumpir, waffle, midye, dondurma vs. yeme önerilerimi hiiiç reddetmemiş olanlara gelsin


nerede her an (her saat ve her yerde) her şeyi yiyebilme potansiyeli olan bir insan var, orada çok güzel bir insan var.

onu sevelim.

türkiye' de kadın olmak


hani mekanlar damsız almıyor da, içimiz ferah ferah giriyoruz, oturuyoruz, eğleniyoruz, gülüyoruz, giyiniyoruz ya, benzer şekilde, erkeklere damsız sokağa çıkmak da yasaklansın.
çok rahat ederiz bence. vallaha.

Cumartesi, Eylül 18, 2010

ÖZDEMİR ASAF

Bensiz seni/ benden başkası anlamaz,

Sensiz beni/ senden başkası anlamaz,

Senden, benden/ bize olanca varmadan

Bizsiz bizi/ bizden başkası anlamaz.

topuklu giymeliyim ben, çünkü, boyum kısa



Nil severim, sıklıkla dinlerim.

Yaz başında, önceden defalarca dinlediğim bir şarkısını bir kez daha dinlerken, birden bir farkındalık kazandım:

“Hakikaten ya, topuklu giymeliyim” dedim.

Teşekkürler Nil!

ellerin de yaba gibiymiş



temmuz başında pasaportumun süresini uzatmak için emniyet müdürlüğüne gittim. parmaklarım esneklikten nasibini almadığından, parmak izimi alan memure hanım, parmaklarımın tek tek izini almakta zorlandı ve kendimi kastığımı, sıktığımı sandı, “kendini rahat bırak” gibi telkinlerde bulunmaya başladı. kendimi sıkmadığımı, el yapımın öyle olduğunu anlatmaya çalıştığımda, önce inanmadı gibi.

sonra da elimi tutup yüzüme bakarak “kendin pek kibarsın ama ellerin de pek kabaymış” yorumunu yaptı.

mutluluk nesnelerde değil içimizdedir



Klişe bir başlık ve düşünce biçimi gibi gelebilir belki, ama; hakikatten inanıyorum ben buna.


Mutlu olmayı birşeylere bağlamak, gerçekçi ve sağlıklı gelmiyor. Başka birşey mutluluk; içte taa derinde hissedilen birşey. Bilemiyorum, belki ben çok uç istekleri olmayan bir insanım, çabuk mutlu olabiliyorum.


İnsanlarda da en sevmediğim özelliklerden biri, bulunduğu andan keyif almamalarıdır. Herkesin keyifsiz anları olabilir tabi, ama; benim bahsettiğim, davranış kalıbı biçimdeki kronik memnuniyetsizlik, an’dan keyif alamayıp, hep başka/daha iyi şeyler isteme tutumu.


Söylemek istediğimi örneklerle daha anlaşılır kılabilirim belki:


Aylarca planlanan tekne gezisi gerçekleşmiş, her şey yolunda giderken ve her şey çok güzelken boğazdaki yalılara bakıp iç geçirme, “ah ya burda yaşayanlar var, bir de bize bak” tarzı konuşmalar. (bu arada, yalıda yaşamak, gerçekten mutlu eder mi insanı?)


Ya da güzel bir tatildeyken, güzel denizde mis gibi yüzerken, yakında geçen yatlara bakıp iç geçirme. (peki yat sahibi olmak, gerçekten mutlu eder mi insanı?)


Vs.

Cumartesi, Eylül 04, 2010

yazın okuduğum kitaplar- part 3

ah ah üzülerek bildiriyorum ki; hedefimin yarısını ancak geçebildim maalesef:

* sabahattin ali- kuyucaklı yusuf

* emre caner- kamlumbağa terbiyecisi

* grigoriy petrov- beyaz zambaklar ülkesinde (bir milletin uyanışı)

* paul auster- yükseklik korkusu (vertigo)

* özdemir asaf- dokuza kadar on (yayına hazırlayan: doğan hızlan)