Perşembe, Ocak 29, 2015

miro, sarıyer, rakı ve dostluk

şehr-i istanbul'a gelen önemli sergileri kaçırmamaya özen gösteriyorum. dün de şubata kadar devam edeceğini bildiğim miro sergisine gittim koştur koştur. meğer 8 marta kadar uzatılmış.
neyse güzel bir istanbul akşamında istanbul'un en sevdiğim semtlerinde yürüme fırsatım oldu böylelikle. hem de çok yakınlarımdan sevgi'yle...

sakıp sabancı müzesi'nin bahçesinden adımımı atar atmaz; her gelişimde hissettiğim o tanıdık huzuru hissettim yine. ve şaşırdım kendime "böyle güzel bir yere niye daha sık gelmiyorum ki ben?!" sergi gezmek için olmasına da gerek yok aslında; o bahçede oturmak, kitap okumak için bile olsa daha sık gelmeye söz verdim kendime.




serginin tam adı; Joan Miro. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar. 
miro'ya sıradan vatandaş olarak benim yorumum, çizgi film tadında, canlı renkli ve biraz soyut resimlerinin, sıradışı heykellerinin görülmeye, üzerinde düşünmeye, anlamaya çalışmaya değer olduğu... 
sergi çıkışında demet akbağ ile karşılaşmak da günün sürprizi oldu;) sonra, rumelihisarı yönüne yürüdük. yağmur sonrası şehir öyle güzeldi ki! deniz, fatih sultan mehmet köprüsü, ışıklar, görüntüler, hisar... 


birlikte geçirilmiş bir ergenlik, ilk gençlik ve yetişkinliğe geçişten sonra 30'a merdiven dayamış iki dosttuk... 
"olmak" üzerine düşündüğümüz zamanlardayız şimdilerde... olduk mu biz, olabildik mi kaygıları... bu kaygılardan sıkılmak sonra, düzgün ve kontrollü olmaktan yorulmak, aysel gürel'e bağlamak için 50 yaşı beklememe arzusu...
mesela bir kere bile hesabı ve eve dönüşü düşünmeden, canımızın çektiği saatte canımızın istediği bir mekana oturup demlenememek... hep bir sonraki adımı da hesaplamak...
bunları konuştukça konuştukça, karşımıza ilk çıkan salaş balıkçıya atıverdik kendimizi sonunda; çapa restaurant. hafta içi  hafta içi olmaz ama, iki tek attık yine de. bilirsiniz "bira işetir/ rakı söyletir" :) konuştukça konuştuk, coştuk da coştuk biz de.
kendiliğindenlik ve akışa bırakmak gibisi yok, anladık yine.