Çarşamba, Mart 30, 2011

Salı, Mart 29, 2011

içinizdeki feministi öldürmeyin


ne zaman gelip yerleştiyse içime "kadınların pekçok alanda ezildikleri/ toplumumuzda yaşamalarının daha bir çaba gerektirdiği" düşüncesi, o hiç geçmiyor. bazen hiç ortalarda gözükmüyor, sonra aniden birşey oluyor, refleksif biçimde tezahür ediyor bir anda. otomatik tepkilerle pozitif ayrımcılık yapıyorum, kadının toplumsal hayattaki mücadelesinden dem vuruyorum... eskisi kadar sağlam bir araştırmacı ve savunucu değilsem de, olayları değerlendiriş biçimime bir kez değdikten sonra, izlerinin kalıcı olduğunu fark ediyorum..

***

gel gör ki, bunun yanısıra kontrolcü bir yapım var benim. "bir işi ancak kendim yaptığımda içime siniyor" gibi can sıkıcı bir özellik. her şeyde ayrıntılarım ve düzenim var, ve hep onu arıyorum. mesela en çok kendi yaptığım yemeği yemekten keyif alıyorum vs.

***

ve şimdi ben korkuyorum.

evlendiğimde (ki, evliliğin en iyi yanı, insanın kendi düzeni olması bence) evin tüm işlerini üstlenip de kendi aldığım sorumluluktan yorulmaktan.

okuyucuya not: feminizm elbette evin işlerini müşterek yapmaktan ibaret değildir. hele büyüklerimizin bulduğu çözüm kadar basit hiç değildir:

"sen yemeği yaparsın, o da salatayı"

şahane! ne biçim de eşitlendik! (!)

blog'u tweeter'laştırmak- 2

@ 50 yaşında, halk oyunları turnesi için heyecanlanan ve çalışan bir annenin ataletle lanetlenmiş kızıyım ben. tam da verimli yaşımda, yurdumun insanın önüne en çok fırsat sunan şehrinde, heves aşamasında kalan harekete geçemeyen biriyim.

@ facebook msn iletilerinde, sanal alemde, kendinden üçüncü tekil şahısmışçasına bahsetmek? örnek verecek olursak; hasta, çok üşüdü, sevgilisini özlüyor vs.


@ 21. yüzyılda hala sürüldüğü an itibariyle kuruyan oje üretilmedi, eziyet devam ediyor! lan, yoksa üretildi de, benim mi haberim yok?

Pazartesi, Mart 28, 2011

bu dünyada kendimi güvende hissedemiyorum


yıllar önce, ırak bombalanırken de içim çok acımıştı. şimdi de öyle... çok yakın coğrafyada seyredince "savaş", daha bir etkileyici mi oluyor?

korkuyorum...

"lozan'la sınırlar belirlendi, savaş geride kaldı" sanıyor insan... ama bitmiyor...

ekonomisi halihazırda güçlü olanlar daha fazla ekonomi için, insan hayatını hiçe sayabiliyor... şaşkınım...

güven, huzur, adalet... ne zaman? nerde?

blog'u tweeter'laştırmak


@ şişman iki amerikalının çeşitli sakarlıklarına ve kadın kılığına girmesine gülen var mı...

@ "bilgide sınır yok" ya, çok canım sıkılıyor buna bazen. düşünsenize hiç ama hiçbir zaman, asla tamamlanamayacak bilmek istediklerimiz.

bazen diyorum, "hiç kitap yazılmasın artık, film çekilmesin". açığı bir nebze telafi dene kadar bari...

@ bir de tespit gelsin:

yurdumda, bilhassa kadınlar, yaşı ne olursa olsun evlendikleri vakit daha bir "birey" sayılıyorlar toplumun nazarında. saygınlıkları artıyor, daha bir sözü dinlenir oluyorlar. bir de örnekle taçlandırayım tespitimi hatta; "yetişkinler"in yanında sigara içebilme özgürlüğü genelde yaşla değil medeni durumla belirleniyor.

Cumartesi, Mart 19, 2011

san'at


@ kitapsever'im ben... ne kadar üzülüp utansam da eskisi kadar okuyamıyorum artık, çoğumuz gibi... kitapçı gezmek ve kitap almak da en sevdiğim aktivitelerden biri. (zira, okuduğum kitabın bana ait olmasından hoşlanıyorum.) mephisto'da vakit geçirdim bugün mutlulukla. pekçok kitaba içim gitti ama cezalı olduğum için alamadım... evet, cezalıyım. şöyle ki; çalışmaya başlamadan önce kendime söz vermiştim "her ay maaşımın bir kısmını kitaplara ayırıcam, hiçbir kitap içimde kalmayacak." sözümü tuttum, kendime pekçok kitap aldım bu 1,5 yılda. fakat, birgün fark ettim ki, elimde okumadığım 15-20 kitabım birikmiş. aslolanın satın almak/sahip olmak değil okumak olduğunu düşünerek, elimdekileri okumadan yeni kitap almamaya karar verdim.

(amma kasıyorum/kontrol etmeye çalışıyorum kendimi ve hayatı....)

@ bir de murathan mungan okurlara müjdem var: nisan ayında "şairin kitabı" adlı kitabı çıkıyor!

@ mart ayı sonunda toplam 8 tane türk filmi vizyona girmiş olacak! her ne kadar -elbette ki- nicelik değil nitelik önemli olsa da, hoşuma giden önemli bir gelişme bence bu... işbu filmler:

72. koğuş, kir, bir avuç deniz, saklı hayatlar, gölgeler ve suretler, atlıkarınca, press, kaybedenler kulübü.

Cuma, Mart 18, 2011

hiç iyi değilim bu aralar


psikolojik sağlığımı (iyilik halimi) hep korumaya çalışırım yıllardır... genel itibariyle iyimser, olumlu ve neşeli biri olsam da gelgitlerim var benim de... herkes gibi/ herkes kadar... aniden çöküveren -neyse ki uzun sürmeyen- derin içe dönüşlerim, sorgulamalarım ve gözyaşlarım...

bu ara -sanırım ilacımın etkisiyle- hassaslığım daha bir yoğun... ağlama isteğim daha bir kuvvetli... yalnız kalamadığımdan gönlümce ağlayamadım da bir türlü... boşaltamadım içimi...

güzel şeyler de oluyor ama yine de. onlardan bahsedip kendimi de sizleri de neşelendirmekten yanayım;)

@ geçen hafta eşiyle birlikte ilk defa misafirim olan yakın arkadaşım, bu akşam gelecek misafirleri için, yaptığım salata-mezelerin tarifini istedi. bu, çok hoşuma gitti benim. annemin, gününden sonra, emekle hazırladığı pasta böreklerin tarifinin istendiğini anlatırken nasıl da mutlu ve gururlu olduğunu hatırladım sonra... (sonunda annem oluyordum/ babam kokuyordum sonunda...)

@ ev arkadaşı olma ihtimalimiz olan bir arkadaşıma, onunla eve çıkma isteğimin biraz da onun entelektüel birikimiyle, bana katacaklarıyla, ondan öğreneceklerimle alakalı olduğunu itiraf ettim. o da karşılığında, yakın bir zamanda kendisinin de birine benim için benzer şeyleri anlattığını söyledi...

@ haftaiçinde okulumuzun kütüphanesinde velilere yapacağım çalışma için hazırlanırken, aynı koridorda sınıfları bulunan 1. sınıf öğrencileri yanıma gelip benimle tanıştı, onlara birşeyler okuttum diye mutluluktan uçtu, teneffüslerde bacaklarıma sarıldı, sevgi yumağı olduk vs.. çok gülümsettiler beni, "insanlar ne zaman sevgisini kaybediyorlar" diye düşünmeye gark ettiler bi de...

@ beni takım elbiseyle gören anasınıf öğrencileri de kendi gözlerinde beni şöyle konumlandırdılar: müdür abla:) (hem genç hem ciddi görünümlü biri:>)

Pazartesi, Mart 14, 2011

benim bir hayalim var

ev arkadaşım 2 ay içinde evleniyor, benim ev olayını nasıl halledeceğim henüz belli değil.. kafam karışık, hayatım belirsiz... 3-5 yazı öncesine bakarsanız, nasıl bir "düzen özlemi" içinde olduğumu görebilirsiniz...
hayallare gark ediyor beni içinde bulunduğum durum. şöyle birşey olsa mesela:

tek katlı müstakil 1+1 evlerden oluşan bir site...
güvenli...
yemyeşil...
basketbol potalarının, tenis kortlarının, koşu parkurlarının, kamelyaların vs olduğu...
eğitimli, eğlenceli, belli yaş aralıklarında olan bekar insanların yaşadığı...
akşamları site içinde toplaşılıp sohbetlerin edildiği...
400 tl kirası olan...
hem bireysel olunabilen hem de yalnız kalınmayan...
baya da ciddiye aldım sonra hayalimi; hangi semtte olabilir diye düşünmeye başladım vs. sonra da, büyük ikramiye çıkarsa (yılların hayali olan anaokulu açma fikrimden vazgeçip:)) bu siteyi kurmaya karar verdim hatta...

ben hemcinsimin doğal, rahat ve sadesini severim;)


ojesi çıkmış, kaşı uzamış, ütüsü bozulmuş, saçı dağılmış halini asla göremediğimiz pekbakımlı kızlar beni strese sokuyor, demoralize ediyor, üzüyor hatta...

takdir de ediyorum elbet bir yandan; karda kışta bile paçaları çamur olmuyor hiç, ben üşümeyim diye atkılara- berelere- kalın montlara sarınırken, işbu kızlar kısa ince ceketleriyle son derece şık ve karizmatik kalabiliyorlar...
hayret ediyorum.

istanbul'daa ilkbahar:)



mutluyum!
3 gündür güneş var.
şal, bere, kalın kabandan sıyrılıyoruz yavaş yavaş. ince ceketlerle, güneş gözlüklerimizle, içimizin kıpırdanmasıyla hepimiz daha güzel daha rahatız.

bi de şu var:
şarkıda diyor ya, "yediden yetmişe herkes mutlu yaşasa dünyada"
bu niye bu kadar zor, insanlık tarihinin başından beri hem de?

Pazar, Mart 06, 2011

hemen bitsin: yasaklayıcı zihniyet

bloglara girilememe durumu canımı çok sıkıyor, hevesim kaçtı, yazasım gelmiyor..

ya sonra’yı izledim bugün. Akıyor film; izleniyor, ara ara güldürüyor. Ama hızla gelişen olay örgüsü pek gerçekçi gelmiyor... neyse, eksisiyle artısıyla Türk sinemasını desteklemekten yanayım ben J

yalnız tüm filmlerden bir ricam var: hemen bitsin

1) elinde pozitif çıkmış prediktörle yerde oturup ağlayan yalnız kadın

–ki bu kadının karnındaki bebek illa ki iyi gitmeyen bir ilişkidendir- ..

2) yıllarını zengin-kötü adama vermiş kahya/ sağkol/ yardımcının film sonunda diğer karakterlerden özenerek “benden de bu kadar” diyerek zengin- kötü adamı terk etmesi.