Cumartesi, Kasım 28, 2015

dünyanın bir ucuna birlikte gider miyiz?

Lavanta

Odanız kızkardeşinizdir, 
Büyük Ş'lerle iner giysiniz; 
Bir kez onarılmış anıt mihrap; 
Hemen pencereye geçersiniz. 

Bütün şarkıları düşünün, 
Sizin yüzünüz çıkar ortaya, 
Konsolun üstünde yelpaze, 
Yan yana yan yana düşünün ama. 

En derin çizgiler, güzelim, 
En tatlı anlardan kalma... 
Değme acı baş edemez 
Hazların lal oyuklarıyla. 

Çıkarken yığılan basamaklar 
Kaçı kaçıverirler inerken, 
Beyaz sunağıyla gotik tapınak, 
Eliniz sanki hep tırabzanda. 

Bir şeyiniz olayım sizin, 
Hani nasıl isterseniz, 
Oğlunuz, kiracınız, sevgiliniz; 
Dünyanın bir ucuna 
Birlikte gider miyiz? 

Bekletilmiş ipeklinizden 
Kopmaya can atar bir düğme; 
Boş verin, o düğme hayın, 
Gider miyiz? 

Şimdiye dek düşünmediyseniz 
Bakmayın içinde ne var, 
Küçük bir kitaptır yaşamak 
Elinde tutmaya yarar.


Cemal SÜREYA


seyrüsefer- sertab erener

"ben aşksız n'eyleyim herkesteki bedeni?
annem beni aşka ver
asi başım bir aşka boyun eğer"


Perşembe, Kasım 26, 2015

ah şişede lal/ hem de ay hilal

'gelmiş geçmiş en iyi türkçe şarkı' dersem abartmış olmam sanırım...
sezen aksu, fahir atakoğlu ve sertab erener üçlüsünün hayat verdiği bir şaheser adeta!
ara ara yeniden takıntılı biçimde dinlemelere doyamadığım şarkılardan.
keyif almanız dileğiyle;)


"bir bulut olsam, yüklenip yağsam
dökülsem damla damla toprağına
bir deli nehir, bir asi rüzgar
olup kavuşsam üzüm bağlarına
bir çiy tanesi, bülbülün çilesi
annemin sesiyle güne uyansam
radyoda yanık, içli bir keman
ağlasa nihavend, acemaşiran 

bir turna olsam, yollara vursam
uçabilsem kendi semalarıma
bir seher vakti sılaya varsam
selam versem sıradağlarına
komşunun kızı, çoban yıldızı
yaz bahçeleri yeşil, mor, kırmızı
ah şişede lal, hem de ay hilal
bir daha da görmedim öyle yazı"

Çarşamba, Kasım 25, 2015

yavan, yüzeysel ve uçucu bilgi çağı

sıklıkla, zamanın giderek sevimsizleştiğini hissediyorum.
ve şükrediyorum ki, bu kadar dijital olmayan bir dönemde doğdum, çocukluğumu, ilk gençliğimi yaşadım.
internetin, dijital bilgi depolama cihazlarının hayatıma girmesi üniversite yıllarıma tekabül eder. feysbuk  ülkemize geldiğinde ise üniversite 3'teydim.
hiçbir bilgiye ulaşmak bu kadar kolay değildi. ama araştırırdım, yazardım. eşim üniversite yıllarıma ait kişisel defterlerimi gördüğünde "o haa! kişisel google'ını yapmışsın" diye tepki vermişti:)
fihristlerim vardı, bilmediğim kelimlerin anlamını yazardım. dilimize hangi dilden geçtiğini, hangi kökten geldiğini araştırırdım... şairler için bir defterim vardı, akım akım bilirdim şairleri...  sonra sinema için bir defter elbette ve içinde yönetmenlere göre ayrılmış filmler. şiir antolojisi kitaplarımız vardı ablamla. bir sürü şair bilirdik.
dilbilimi ya da sanatla ilgili bir şeyler yapma hevesim vardı büyüyünce.
araştırmak, yazmak ve akılda tutma vardı. uçucu değildi. ve edinilen her bilgi doğruydu. güvenilir kaynaklardan edinilirdi çünkü.
zamanla fark ediyorum ki; ilkokul, ortaokul ve lisede aldığım eğitim de sağlamdı. şanslıydım galiba. ne bileyim fahir atakoğlu'nu okulda oratoryolarda öğrendim mesela. opera, bale izlemeyi, klasik müzik konseri dinlemeyi 9-12 yaşlarımda okullarımla tecrübe ettim ilk defa.
şimdi öyle üzülüyorum ki turgut uyar'ı, cemal süreya'yı, özdemir asaf'ı tivitırda, instagramda paylaşılan 2 dize ile tanıdığını sananlara... 7 hececilerle, garip akımını ayırt edemeyenlere...



"eskileri anlatmak, özlemle anmak yaşlanma belirtisi" derler... 
ee, olacak o kadar. ne de olsa, dün 30 oldum ben! az şey mi;)

Pazartesi, Kasım 23, 2015

seve seve ölürüm senin için

geçtiğimiz hafta sonu izmir'e, ailemin yanına, gittim.
uzun yıllardır hiç dizi izlemeyen biri olarak onlarla birkaç dizi izleme fırsatım oldu.
dizi izlememe meselesi de, karşı olduğumdan falan değil, haftalık rutinimizin koşturmacalı olmasından öyle bir zamanı hiç bulamamaktan, çoğu zaman evde televizyonu açmaya gerek olacak kadar zaman olmamasından kaynaklanıyor esasen...
velhasıl, annemlerle izlediklerimden birini oldukça başarılı buldum: poyraz karayel.
hakikaten kaliteli bir yapım hissi verdi.
ve her şeyden önce, çok güzel  şarkılar çalıyor dizide ara ara.
bu güzel şarkılardan biri de eski 45likleri anımsatan bu güzel jehan barbur şarkısı idi:


severek dinlemeniz dileğiyle :)

Cumartesi, Kasım 21, 2015

ortaokulda psikolojik danışman olmak

eylülden bu yana, ortaokulda çalıştığımı daha önce yazmıştım. 4 yıl rehberlik ve araştırma merkezi'nde görev yaptıktan sonra, yeniden okula dönmek farklı geldi. her gün yüzümü güldüren ve içime işleyen pek çok an yaşıyor ve anı biriktiriyorum.

aklımda kalanlardan bir kaçını paylaşmak istiyorum sizlerle:

*ilk günlerde, koridorlarda dolaşırken ve henüz sınıflara girip öğrencilerle tanışmamışken, yanıma gelirdi her gün çocuklar "abla, siz öğretmen misiniz?" diye sorarlardı. ben de kendimi tanıtırdım. 
bir gün yine sorduklarında, benim "evet" cevabımın üstüne "ama çok güzelsiniz" tepkisi geldi bir çocuktan:) sanırım öğretmenlerle ilgili olumsuz deneyimleri vardı:)

*sonra sınıflara girip etkinlikler yapmaya başladım. istisnasız her sınıfta "aydilge'ye benzetilme serüvenim" başladı. hemen hemen her gün koridorda durdurup söylüyorlar hala.

* bir gün zemin kattaki bir boş sınıfta annelere yönelik bir çalışma için hazırlık yaparken bir baktım ki, bahçedeki çocuklar cama yapışmış beni izliyorlar. biraz sohbet ettik, zil çaldı sonra, "hadi bakalım sınıfınıza" dedim. hemen el cevap geldi  "öğretmenim çok güzelsiniz, ayrılamıyoruz camdan" :)


*bir başka gün bir görüşme sırasında ingilizce dersi üzerine konuşurken bir çocukla "hangi öğretmen geliyor dersinize?" diye sordum. çocuk "nis ateş" dedi. "anlamadım, kim?" dedim. "adını tam anlamıyorum, mis de olabilir" dedi. 
o an jeton düştü bende, ortaokuldaki almanca öğretmenimizin ismini "frau" sanan çok yakın arkadaşım geldi aklıma:) 

*tabii, hep sempatik yaşantılar olmuyor ne yazık ki...
yakın zamanda bedensel engelli bir öğrenci ile bireysel görüşme yaparken "öğretmenim siz hep farklılıkların öneminden ve güzelliğinden söz ediyorsunuz. ama benimki hiç güzel bir farklılık değil, çok zor." dediğinde boğazımın düğümlenmesi mesela...

ama babacığım...

bazı güzelliklerle ne kadar geç tanışıyor insan...
bazılarıyla hiç tanışma fırsatı olmuyor hatta...
ne acı.
neyse ki tanıştım ben bu şarkıyla...




"bir gün gelir dünya sana uymazsa
değiştirmek eğer elden gelmezse...

böyle büyür insanlar
ağlamak çare değil
zaman değirmenini durdurmak kolay değil."

Pazartesi, Kasım 09, 2015

sanat beylikdüzü'nde:)

neredeyse tüm çevremizin "durun yapmayın" "ayy çok uzaaak" "orası istanbul değil ki" vb tepkilerine rağmen 6 ay önce beylikdüzü'ne taşındık. korkutulduğumuz gibi kötü de olmadı. burada yaşamaktan genel olarak memnunduk. ta ki, bugüne kadar. bugünse ben burada yaşadığım için çok mutlu oldum! çünkü 6 yıl gidemediğim tüyap kitap fuarı'na, istanbul'daki 7. yılımda, bugün gidebildim!
ben kiii, ilkokuldan bu yana izmir'de her sene gitmişimdir kitap fuarına. ve hatta, istanbul'a taşındığımdan beri de hala her nisan ayında ayarlayıp gidiyorum izmir'e! sonra beyoğlu sahaf festivali, üsküdar sahaf festivali... çok severim. 
ama tüyap'a bir türlü gidememiştim işte. makus talihi bugün değiştirdim neyse ki:)
hem de erkenden, henüz çok kalabalık olmadan gittim. gider gitmez ne göreyim. alanın yarısında da "geçmişe tanıklık" temalı sanat fuarı var! mutluluğum ikiye katlandı!


koca fuar alanının tamamını hakkını vererek gezemesem de, çok etkilendiğim resim ve heykeller oldu. bedri rahmi eyüboğlu, fikret otyam, nuri iyem, burhan doğançay gibi önemli ressamların eserlerinin yanı sıra çağdaş pek çok ressamın eserlerini de görme imkanı bulmuş oldum.




alanın bir bölümü "tantana" adıyla çizer dostlarının çizimiyle tan oral'a ayrılmıştı. 
bir bölümü de "ömrüne sığmayan adam aziz nesin 1915-2015" ismiyle aziz nesin'e. 
bir başka bölümde 2008, 2010, 2012, 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen çanakkale bienali'nden bazı eserler sergileniyordu. 


bir de "kendine ait bir oda" vardı.





onun dışında etkilendiğim pek çok eserden bazıları:









"kitap fuarı diye geldim bu güzel sürprizin içinde kendimi kaybettim" diye dürttüm kendimi bir süre sonra. "kalabalık artmadan kitap fuarı kısmına geçeyim" dedim. kırmızı kedi, yky, iletişim, metis, sel, can gibi sevdiğim yayın evlerini gezdim. kırmızı kedi'den kendine ait bir oda'yı aldım, bir de 2016 ajandası. 2012'den bu yana metis'inkini kullanıyordum, 2016 için ufak bir değişiklik yapmış oldum;)
sahafları gezdim sonra. hiç hasan ali toptaş okumadım ben. başlangıç için heba'yı arıyordum esasen, ama, sonsuzluğa nokta'yı bulabildim. 
psikeart'ın standını görünce yazın bir türlü alamadığım, sonrasında da bulamadığım "tercih" konulu sayısını aldım.
mutlu, doymuş, tarifsiz bir huzura ermiş biçimde ayrıldım fuardan.


Perşembe, Kasım 05, 2015

yalnız güzellik değil/ sevgi özgürlük ister

ilçemizde yıllarca tek dershane vardı. sonra sonra 2 tane daha açılıp (biri elbette cemaatin:)) 3 dershaneye kavuşmuştu ilçemiz. ben de 5. sınıfta ilk defa dershaneye yazılmıştım. anadolu liseleri sınavına hazırlanmak için:)
cumartesileri gidiyordum da; pazar ya gitmiyordum -çünkü ailece bir şeyler yapıyorduk- ya da gidiyordum, ama, 2.-3. ders babam gelip beni alıyordu "hadi pikniğe gidiyoruz/ dikili tarafına çağla toplamaya gidiyoruz"... diyerek.
dershanede bir matematik öğretmenimiz vardı. tüm sınıf çok etkileniyorduk kendisinden. hem çok eğlenceli hem disiplinli hem de çok iyi öğreten eşine az rastlanır çok kıymetli bir öğretmendi süreyya hoca.
mayıs geldiğinde gönül yayları gevşeyip, ders işlemede isteksizlik baş gösterince tüm sınıfta, dersin bir kısmında şarkılar öğretmeye başlamıştı bizlere. sesi de çok güzeldi, bağlama çalıyordu... ilk defa kendisinden duyduğum "ver elini ver bana eftelya" ve "sevgi güzellik ister" şarkılarını  hatırlıyorum hala... 
tabi o zaman kızılırmak'tan, grup yorum'dan bihaberdim. sonra sonra öğrenip, uzun süre de başka şey dinleyemez olmuştum...
bugün sabahtan beri dilimde "sevgi güzellik ister".
sizinle de paylaşmak istedim, sevgili ilkay akkaya'nın yumuşacık sesinden bu güzel şarkıyı.
keyifle dinlemeniz dileğiyle;)


"sevgi güzellik ister gülüm
güzellik emek ister
güzellik tende değil gülüm
yürekte ateş ister

bir çocuk dudağıyla yanakta bir sıcaklık
yalnız güzellik değil
sevgi özgürlük ister

aşkların en soylusu 
biriken, birçok olandır
sevginin en güzeli paylaşılan emektir
çıkarsız ve sınırsız paylaşılan yürektir"

Çarşamba, Kasım 04, 2015

çocuklara öğretilmesi gereken önemli bir beceri: beklemek

bireyleri gözlemleyip kendimce çıkarsamalar yapmayı, tespitlerde bulunmayı, hatta genellemelere varmaya cüret etmeyi:) oldum olası severim. e bir de insanı inceleyen bir meslek seçince, iflah olmaz bir gözlemci&tespitçiye evrildim.
kendini defalarca doğrulatan tespitlerimden biri, toplum olarak "sabırsız" oluşumuzdur. geçenlerde psikoloji alanında bir akademisyen olan Bilge Selçuk'un bu konuda bir yazısına rastladım. sizlerle de paylaşmak isterim:


"Çocuklara öğretilmesi gereken önemli bir beceri: Beklemek

Teknoloji hayatı çok hızlandırdı ve bunu artık o kadar kanıksadık ki, hızlı olmayan hiçbir şeye tahammülümüz yok.

Eskiden hayat yavaştı. Evimizdeki telefonlarda numarayı çevirmek, aradığımız hattın düşmesi dakikalar alırdı. Mektup yollamak ve almak haftalar sürerdi. Televizyonun açılması da, kapanması da ayrı bir olaydı. Hatırlayanlar için, bir regülatör merasimi de eşlik ederdi buna. Otomobilin çalışması için ısınması gerekirdi.

Çay demlemek için suyun kaynaması beklenirdi. Çamaşırı sıkan merdanelerin yavaş yavaş dönüşünü izlemek çocuklar için eğlence, o işi yapan insan için eziyetti. Pikabın kolunun havaya kalkıp iğnenin plağa oturması, kasetin başa sarması ve ta neden sonra, bilgisayarın açılması... Bunların hepsi izlenecek uzunlukta olaylardı. Çektiğimiz fotoğrafları görebilmek için önce filmi bitirmemiz, fotoğrafçıya götürdükten sonra da bir hafta basılmasını beklememiz gerekirdi.

Bugün hayat artık çok hızlı. Bilgisayar ve televizyon anında açılmazsa içimizde bir sıkıntının yükseldiğini hissediyoruz. Kettle suyu bir dakikada kaynatıyor. Çektiğimiz fotoğrafları anında görebiliyoruz. Artık kimsenin çirkin çıktığı bir fotoğrafı yok. Arabanın ısınması söz konusu değil, kaç saniyede hızlandığına bakıyoruz. Çamaşır makinesinin sıkma özelliğini izlemeye kalksak gözlerimiz bozulur. Video oyunlarının çoğunda hız tek önemli faktör. Düşünme ve strateji üretme üzerine oyunlar olsa bile sadece refleks hızı ile oynanabilenler çoğunlukta. Bu işte ustalığın tek ölçüsü hız.

Telefonda numara çevirme kalktı, numara ezberlemek yok. Dünyanın her yeriyle telefon veya bilgisayardan yazışabiliyoruz, birkaç saniye içinde mesajımız gidiyor, yenisi de gelebiliyor. Anında görüntülü konuşabiliyoruz. Mesaj yollamamız, mesajın okunduğunu görmemiz ve cevap gelmesi arasında geçen süreler başlı başına bir eziyet olabiliyor.

Hız, bizi ‘ödül odaklı’ hale getirdi.
Eskiden birini evinden aradığımızda telefonun açılmaması gayet normaldi. Şimdi açılmayan her telefon sinirimizi bozuyor, her an her aradığımızda karşıdakinin cevap vermesini bekliyoruz. E-maillerimize kısa sürede cevap gelmemesine tahammül edemiyoruz. Snapchat’in, Twitter’ın hızına yetişmek mümkün değil.
Artık bekleyemiyoruz. Eskiden her şeyi bekleyen yetişkinler artık beklemeyi bilmiyor. Çocuklarımız ise beklemeyi hiç öğrenmedi. Bunda hem bizim yetişkinler olarak payımız var, hem de dünyanın artık farklı bir yer olmasının, yaşam biçimimizin ve kullandığımız araçların, yani teknolojinin payı var.
Bu hız, bizi ‘ödül odaklı’ hale getirdi. Ödül odaklılık, bizi sonuca götürecek ilk seçeneği tercih etmemizdir. Söz gelimi, bir kazağa ihtiyaç duyduğumuzda ilk gördüğümüz kazağı almamız, aç olduğumuzda biraz ötedeki daha iyi lokantaya kadar sabretmek yerine en yakındakine girivermektir. Daha kolay, pratik, çaba gerektirmeyen, el altında olanı tercih etmektir.
Ödül, çocuklar için oyuncak ya da para benzeri bir materyal kazanç şeklinde olabileceği gibi, takdir, alkış veya övgü gibi sosyal olarak pozitif sonuçları da kapsıyor. Ödülün çok önemli olması, davranışın sonuçlarını tartamamayı da beraberinde getirir, fevrilik artar.
Çocukların ödül elde edebilecekleri durumlarda korkusuz ve dürtüsel davranmaları okul uyumunda sorun yaratabilir. Okul uyumu dediğimizde sadece akademik değil, davranışsal uyumdan da söz ediyoruz. Yakın zamanda yapılan araştırmalar, saldırganlık ve hiperaktivite gibi davranış problemi gösteren çocukların, kendilerini hedefe ulaştıran ilk seçenekte ısrar ettiklerini, koşullardaki değişime uygun cevap veremediklerini gösteriyor.
Saldırgan davranışlar, dikkat ve çözüm üretme mekanizmalarında esneklik problemiyle bağlantılı. Ödüle ulaşmak için farklı cevap biçimi ve alternatif çözümleri düşünemeyen çocukların hissettiği hayal kırıklığı ve öfke, saldırgan davranışları tetikleyen başlıca faktörler olarak karşımıza çıkıyor.
Önce kendimiz öğrenmeliyiz
Peki çocuklarımıza sabretmeyi ve beklemeyi öğretmek için neler yapabiliriz? İlk yapmamız gereken, önce kendimizin sabretmeyi ve beklemeyi bilmesi. Bunu söylemek, yapmaktan kolay. Bazılarımızın ‘öz-denetim’ dediğimiz kontrol becerileri daha gelişmiştir. Onlar için beklemek daha kolay olur ama beklemek ve sabretmek davranışlarını geliştirmek esas öz-denetim becerisinde güçlük çekenler için önemli.
Beklemek ama gergin değil, sakince beklemek önemli. Bunu önce kendimiz yapmalı ve çocuğumuza örnek olmalıyız. Bir diğer kritik davranış: Çocuğumuza, neden beklemesi ve sabretmesi gerektiğini açıklamak, onlarla konuşmaktır. Açıklama yapmak bir davranışı öğrenmelerinde önemli rol oynuyor.
İstediğimiz davranışı neden yapması gerektiğini çocuğun anlıyor olması; benimsemesi ve içselleştirmesi için şart. Sebebi anlaşılmayan davranış içselleştirilemez. İçselleştirilemeyen davranış tekrar etmez. Çocuğunuza beklemenin, sabretmenin, düşünerek hareket etmenin neden önemli olduğunu açıklayamazsanız, aynı davranış problemleri karşınıza tekrar tekrar çıkacaktır.
Şunu da unutmamak gerekiyor: Sabırlı olmayı ve beklemeyi öğretmek, sizin kontrollü davranışlarınızla örnek oluşturacağınız en önemli yerdir. Sabırlı olmayı bağırarak, kızarak, dayak atarak öğretemezsiniz.
Ve elbette tutarlı olmak. Davranışlarımızda, açıklamalarımızda ve uygulamalarımızda tutarlı olmamız gerekiyor. Sabırlı olmak, hayat boyu bize lazım olacak öz-denetim becerisinin en önemli işaretlerinden biri. Çocuğun okul başarısından tutun arkadaşlarıyla olan ilişkilerine, duygularını kontrollü şekilde gösterebilmesine kadar hemen her alana etki ediyor. Bu da, diğer birçok davranış gibi çocuğun, anne-babasının yardımı ile öğrenebileceği çok temel bir beceridir."

Pazar, Kasım 01, 2015

ekim ayı filmleri (3) ve kitapları (3)

mandıra filozofu istanbul
televizyonda yayınlandığı akşam izledik filmi. her şehirlinin içinde bir miktar olan kapitalizm sorgulamasını, doğaya dönüş arzusunu perçinlediği için severek seyrettim ben.

 

biz de bir gün modern yaşamın "değer" ve "gereklilik" diye pompaladığı her şeyden vazgeçerek terk edeceğiz şehr-i istanbul'u. ama bakalım ne zaman...

sarhoş atlar zamanı
uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. evde yalnız olduğum bir akşam oturup tek başıma izledim. iran-ırak sınırında geçen hikaye, sızım sızım roboski'yi hatırlattı... 


yokluğu, yoksulluğu, çaresizliği, katırlarla kaçakçılık yapmaktan başka geçim kaynağının mümkün olmadığını, hele ki bu şartlarda çocuk olmayı iliklerinize kadar hissettiren bir yapım. izlemelisiniz...

mad max fury road
aksiyon ve bilim kurgu tarzı filmlerden hiç hoşlanmadığımdan adeta eşimin zoruyla izledim:)
haksızlık etmek istemiyorum. fikir orijinal, görüntüler başarılı, aksiyon hiç hız kesmiyor. ama dedim ya, bana göre değil...



çılgın üçlü
bu yıl beyoğlu sahaf festivali'ne gidemedim. neyse ki üsküdar'dakine gidebildim. ilk gidişimdi üsküdar sahaf festivali'ne. tepekule gibi geniş ve rahat bir alan olmayışı ve üstünün tamamen kapalı olması beni biraz sıktı. tanesi 5'er liradan 3 adet kitap almaksa çok mutlu etti;)
kitaplarımdan biri henry miller'ın çılgın üçlü'sü idi.


henry miller, taa üniversite yıllarımda felsefe hocamdan duyup merak ettiğim ama bugüne kadar hiç okumamış olduğum bir yazardı. aslında en çok sexus, plexus, nexus üçlemesini merak ediyordum; ama sahaflarda bu kitabı bulabildim.
çılgın üçlü, alternatif bir yaşam hikayesi. severek okudum ben. 
altını çizdiklerimden bir kuple de sizler için geliyor;)

"dünyada yapayalnız olduğunu yaşamında ilk kez algılamıştı sanki. 'hepimiz yalnızız' diye mırıldandı, ama, bunu söylerken bile dünyadaki herkesten daha yalnız olduğunu hissetmekten kendini alamıyordu."

"küçük oğlanın yüzünde mutsuz bir anlam vardı. hüznün daha bu yaşta kendini dışa vurması akıl almaz bir şeydi."

"bedeninde birden fazla kişiliği barındırma olasılığı aklını karıştırıyordu. tek bir rolü, yazgısının onu oynamaya zorladığı rolü oynamaktan usanmıştı."

"toplum insanların arasındaki ilişkileri öylesine karmaşıklaştırmış, kişiyi yasalarla ve inançlarla, totemlerle ve tabularla öyle kıskıvrak bağlamıştı ki, insan doğa dışı, doğadan ayrı, doğanın kendi yarattığı ama artık denetleyemediği bir görüngü olup çıkmıştı."

kapadokya- kayalardaki şiirsellik
klasik bir gezi kitabı değil. her sayfası tarihten coğrafyaya pek çok önemli bilgiyi içeriyor. kapadokya'ya gittiyseniz, ya da gidecekseniz, gezinizin daha anlamlı olması için mutlaka okuyunuz!



sinek ısırıklarının müellifi
üsküdar sahaf festivali'nden aldığım kitaplardan biriydi. barış bıçakçı ile bizim büyük çaresizliğimiz ile tanışmış ve kendisini pek sevmiş, veciz sözler ile yazarı tanımaya devam etmiştim. okuduğum bu üçüncü kitabındaki yalın ve kendine özgü anlatımını, insana ve hayata dair tespitlerini yine keyif alarak okudum.



sizin için bir alıntı kitaptan:
"aforizma belki bilmek demek değildir ama bilmek çabasıdır, ona en azından başlangıç önermesine verilen değeri vermek gerekir. şu da yeteri kadar açık değil mi: aforizma modern insanın kullandığı bir ağrı kesicidir. hiç olmanın ağrısını dindirir. sonra ağrı yine başlar."