Pazar, Ekim 30, 2016

2016 ekim ayı filmler (2) ve kitaplar (2)

ekim ayı filmler:

ricky and the flash
yine aile terapisi eğitimim kapsamında, aile bağlarını inceleme ödevi olarak izlediğim bir filmdi. mesleki açıdan güzel doneler verdi bana. sinemasal seyir olarak ise, yine hoş sedalar bıraktı diyebilirim. 


ali baba ve 7 cüceler
cem yılmaz filmlerini çok sevmeme rağmen vizyondayken fırsat bulup izleyememiştim. bir akşam evde izledik. yine zekasına, hayal gücüne, kurgu kafasına hayran olsam da, filmi gereksiz uzun buldum. ama dediğim gibi, yine de aklına saygı duydum film boyunca, nereden neleri birbirine bağlıyor, nasıl bu fikirler geliyor zihnine diye diye...


ekim ayı kitaplar:

kadının fenni
instagram'dan tanıyıp sevdiğim avukat feyza altun'un kitabını merak ediyordum uzun zamandır. son kitap siparişimde edindim onu da ve hemen okumaya başladım. kısa bölümlerden oluşması nedeniyle, dar vakitlerde okunabilen bir kitap. uyumadan önce -gece kitap okumak hızla uyutur beni-, erken hazırlanmışsam sabah evden çıkmadan önce, metrobüste vs...
açıkçası, kitap biraz hayal kırıklığı oldu. daha etkileyici olmasını beklemiştim. tamam bir edebiyat kitabı değil belki, ama dil ve anlatımının daha keyif verici olabileceğini düşünmüştüm. 
söylem olarak da daha fazlasını bekliyordum aslında. feminist düşünceye uzak biri için etkileyici olabilir belki yazdıkları, ama ben daha fazlasını duymaya ihtiyaç duymuştum. 
belki de daha geniş bir kitleye hitap etmek istemiştir ve belki de böylesi gerçekten de daha iyidir, böylelikle daha fazla kişiye ulaşabilir kitap.
ayrıca, son bölümde yasalara yer vermesi, hukuki açıdan yol göstermek istemesi iyi olmuş bence.


katip bartleby
150 yıl önce yazılmış bu kitabı daha önce hiç duymamıştım. ta ki ablam izmir kitap fuarı'ndan aldıktan 3-5 ay sonra okuyup, çok beğenip, bana gönderene kadar.
eski dönemlerde yazılmış kitapları ayrı bir seviyorum günümüzdekilere göre. o dönemler hakkında bilgi veriyor olmaları kadar, hem ne kadar çok şeyin değişmiş olduğunu hem de bazı şeylerin ne kadar evrensel olduğunu, yer zaman ayırt etmeksizin insana ait olduğunu ve yüzyıllardır var olduğunu fark ettiriyor olmaları da hoşuma gidiyor eski kitapların.
hepi topu 75 sayfalık bu kısa kitaba bir cumartesi günü kahvaltıdan sonra başlayıp bir solukta okudum. "kendisi kısa ama etkisi uzun" demişti ablam, okuyunca ne demek istediğini anladım ben de.


pek çok etkileyici cümle var kitapta. beni en çok etkileyen bir paragraf paylaşmak istiyorum sizlerle:
"sefaleti düşünmenin ya da görmenin bir noktaya kadar içimizde şefkat uyandırması hem çok doğru hem de çok korkunçtur; ama bazı özel durumlarda, o noktanın ötesine geçmez duygularımız. bunun tek suçlusunun insan ruhunda doğuştan bulunan bencillik olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. bunun nedeni, aşırı ve yapısal hastalıkları iyileştirme konusunda duyulan umutsuzluktur. duyarlı biri için, acıma ile acı çoğunlukla aynı şeydir. ve sonunda böyle bir acımanın yardıma yeterli olmayacağı anlaşıldığında, sağduyu, ruhun ondan kurtulmasını ister."

melancholy man/manuş baba/gitme

dün akşam torium sahne'de (çünkü beylikdüzü'nde yaşamak bunu gerektirir:)) çok güzel bir konser dinledik. bu tip konserler genelde barlarda olur ya, böylesi çok daha yakın ve etkileyici geldi bana.
orkestrası çok iyiydi, ama sanki o alıştığımız çıplak akustik sesi daha mı bi değiyor insanın içine?

ayrıca, sesi, yorumu kadar tavrının da nasıl naif olduğuna tanık olduk mustafa özkan'ın. 


bildiğim, sevdiğim şarkıları dışında, yeni şarkılarını da öğrendim. 
bu şarkı da onlardan biri.
çok sevdiğim melancholy man'in müziğine kendi yazdığı sözlerle yaptığı hoş bir şarkı.
keyifli dinlemeler;)

Cumartesi, Ekim 29, 2016

aşk, nasıl da kırılgan...

"bulutların üstünden 
bıraktım ben kendimi
sonunu düşünmeden
duygular sarınca beni
gizlice tuttum elini
yüzüne baktım usulca
gözlerin fısıldadı 
mutluluğu yavaşça

çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı
bir sana bir de bana

bahçede hanımeli
gökyüzünde yıldızlar
yağmurun narin sesi
şimdi bir anlamı var
aşk nasıl da kırılgan
sus dedim ama olmadı
kalbimden ismin geçti
kimseler duymadı

çiçeklerin kokusu
dalgaların şarkısı
rüzgarın fısıltısı
bir sana bir de bana"



çok sevdiğim bu şarkıyı "benim saf dünyama" çok yakıştırdığını, benimle özdeşleştirdiğini söyleyiverdi bu sabah hayatımdakisevgiliinsan.
dünyalar benim oldu o an...

Cumartesi, Ekim 22, 2016

aşk, ilaçtır;)

"yok 
çok sevişmenin hiç zararı yok 

aşktan ölen varsa söyle 

doktor derdime bul bir çare 
ona doyamıyorum yaz bir reçete 
sabah akşam yemekten önce sonra


ve her anımda yanımda istiyorum"


Cumartesi, Ekim 15, 2016

athena- ses etme



"kovalıyorsun kendi kendini
hayat buysa ben yokum der gibi"

çok güzel şarkı. özellikle de müziği!
klip de güzel hakikaten.
lgbt bireylere yapılan ayrımcılığa, küçümseyici mizaha, düşmanlığa, dışlamaya karşı tavrım belli...
yıllardır düşünüyoruz, yazıyoruz, konuşuyoruz bu konuları, yürüyüşlere katılıyoruz vs.
lakin, klibi izlerken bir anda bir şeyi fark ettim.
trans birinin toplumda yaşadıkları, bir kadının yaşadıklarıyla ne kadar benzer...
trans bireylere tahammülü olmayan pis adamların, sanırım temelde, kadına tahammülleri yok. bunun devamı olarak da kadınsı olan herhangi bir şeye, "karı gibi"ye de tahammülleri yok, onun da gönlünce yaşamasına izin vermek istemiyorlar...

Pazartesi, Ekim 10, 2016

2016 eylül ayı filmler (3) ve kitap yok:/

canım eylül geldi de geçti bile! 
eylül, yazın bitişini müjdelediğinden çok sevilir belki, ama, bence, ekim de şahanedir;)
bakalım eylül nasıl geçti:)

* öncelikle, meb çalışanları için dönem başladı ve 2 aylık tatilden sonra yeniden çalışma temposu biraz zorlasa da, yazın sıcağından ve dağınıklığından kurtulmak iyi geldi.

*yazın ara verilen çift ve aile terapisi eğitimi yeniden başladı.

*sonra, bayram için izmir'e gittik, dönüşte ablam da bizle geldi. onunla gezdik, sergilere gittik. o buradaki güzel sergileri bulur belirler, sonra buraya gelir, beraber gideriz:)

*beylikdüzü'nde caz festivali oldu, onu takip ettik.

*bir deeee, ayın sonunda nihayet işe araba ile gidip gelmeyi başardım. araba kullanmak yıllarca hem istemediğim hem de cesaret edemediğim bir şeydi. 
ama artık, 30 yaşında, konfor ihtiyacım arttı sanırım ve toplu taşıma için durağa yürüme, bekleme vs zamanları beni iyice zorlamaya başladı... bu işi öğrenmeye karar verdim. gerçekten çok çok çok zorlanıyorum. ama bir şekilde adım attım, bakalım;)

*gelelim kitaplara! önce ay boyunca yaptığım güzel şeyleri anlattım ki, hiç kitap okumamam göze batmasın:p
elimden çok kitap geldi geçti aslında. 4 kitaplık bir kargo siparişi verdim ve her birini inceledim mesela (sapiens, çalınan yarınlar, kadının fenni, tatar çölü). onun dışında, yine evdeki ve okuldaki kütüphanedeki kitaplardan okudum gün içinde. ama bitirebildiğim bir kitap olmadı ne yazık ki:( 

*filmlere gelince:

one true thing (annem uğruna)

aile terapisi eğitimi kapsamında farklı aile değişkenlerini işleyen filmler izliyoruz. bu filmi de eğitim kapsamında izledim.
meryl streep'i de renee zellweger'i de pek severim. 98 yapımı bu filmi de severek izledim. dozunda hüzün ile giden, aile olmanın farklı yanlarına değinen güzel bir film.


bajrangi bhaijaan
hint filmlerini severim. ama genel sorunu çok uzun olmaları bence. bu filmde, yine son derece renkli, hareketli, sesli, şarkılı, danslı ve duygulu bir film. ama o kadar uzun o kadar uzun ki, bir türlü sonu gelmek bilmedi... 
ama sırf küçük kızın sevimiliği için bile izlenebilir;)



kalandar soğuğu
başka sinema kapsamında vizyona giren bir türk filmi.
doğu karadeniz'in bir dağ köyünde yaşamını sürdürmeye çalışan bir ailenin hikayesi. coğrafya, muhteşem zaten. bu anlamda görsel olarak çok iyi film (arada karanlık sahne çoktu sadece). belgesel gibi doğal oyuncular... imkansızlık ve mahrumiyet kavramlarını düşündüm film boyunca... aile maddi olarak zorlanıyordu; ama aslında ellerindekiler yetiyordu. herkese yeter... bir barınak ve de karnını doyuracak kadar yiyecek (et, süt, sebze...) doğadan ...



bridget jones's baby
bazen kafa dağıtacak filmler izlemek istersiniz. bazen de sadece sinemaya gitmek... 
öyle bir zamanda denk geldi bu film. ben keyifle izleyip, gündemden uzaklaştım 1,5 saat. bazen lazım;)




Pazar, Ekim 09, 2016

güzel artvin!- 2

bir önceki yazıdan devam ;)
gelelim gezimizin ikinci gününe...



yeşilin içine uyanıp, kahvaltımızı konakladığımız yerde yaptıktan sonra, vakit kaybetmeden yola çıktık. 



ilk istikamet macahel yaylasıydı. epey bir yol aldıktan sonra camili köyüne, tema vakfının konuk evine vardık.


aslında gezinin öncesinde bilgi almak için ve uygunsa konaklamak için pek çok defa aramış ama ulaşamamıştık. (telefonların zaman zaman çekmediğini söylediler. facebook en etkin iletişim kanallarıymış.)


konuk evinin işletmecisi ayşe hanım bize macahel hakkında bilgi verdi, bu bölgenin 6 köyünden bahsetti. macahel için ise, araçla çıkılamayacağını, yürüyerek ulaşmamızın 2-3 saat alacağını ve yayla sezonunun da kapanmış olduğunu söyledi. biz de, minik bir hesapla, "gidiş- biraz zaman geçirme- dönüş"ün 7 saate mal olacağı ve o kadar vaktimiz olmadığı sonucuna vardık. 




sadece bu köydeki tarihi ahşap camiyi görebildik. caminin özelliği içindeki süslemelerin kök boya ile renklendirilmiş olması imiş.


cami ziyaretimizden sonra, rotamızdaki diğer noktalar için geri döndük. borçka- hopa üzerinden arhavi'ye, mençuna şelalesine doğru yola çıktık. 
şelaleye ulaşmadan önce hopa'da bir mola verdik. zira, acıkmıştık ve methini duyduğumuz hızır dayı'nın pidelerinden yemek için sabırsızlanıyorduk! kıymalı ve kuşbaşılı pide sipariş ettik (ortasına yumurta kırılarak servis ediliyor- pide kenarlarından koparılıp yumurtaya banarak yeniliyor.) ve bayılarak yedik.
yemek molasından sonra yola devam ederken, şelaleye yaklaştığımızda, yol üzerinde tarihi çifte köprü vardı. durup fotoğraf çekilmeye değerdi;)


şelalenin yoluna girildiğinde ise yol kısa ama, hem oldukça dar hem de çift yön olduğundan çok yavaş gidilebiliyor. kısacası, karagöl'ün yolunu aratmayan cinsten...
bir yere kadar araçla gidilebiliyor. daha sonra araçlar bırakılıyor ve 1 kilometrelik bir yürüyüş parkuru başlıyor.


bazı kısımlarında yol/merdiven var, bazı kısımlar ise doğal. biz 2-3 minik mola ile çıkabildik. epey de yorulduk. ama varış noktasında gördüğümüz manzara tüm yorgunluğumuzu unutturdu. doğanın muhteşemliği ve azameti karşısında, hayranlık, acziyet ve şükür karışımı duygular hissettiğimiz zamanlar olur, bilirsiniz. tıpkı öyle bir andı. hiçbir doğa fotoğrafı gerçeğinin güzelliğini eksiksiz yansıtamasa da belki tercüman olur aşağıdaki görseller duygularıma.





buz gibi şelalede biraz zaman geçirdikten sonra, yeniden 1 kilometrelik yolu yürüyerek aşağı indik ve araçla hopa-rize yönünde yola çıktık. dönüş uçağımız akşam yine trabzon'dandı. çok zamanımız kalmamıştı.
trabzon'a varmadan rize çayeli'nde lale lokantası'nda mola verdik. akşam yemeği olarak çayeli kurufasülye ve turşu ile üzerine fırın sütlaç tatlısı yedik, hepsi de enfesti. böylece kısacık karadeniz gezimizi karadeniz lezzetleri ile kapamış olduk.
yemekten hemen sonra da trabzon havaalanına hızlıca giderek, istanbul'daki hayatlarımıza dönmek üzere uçağımızı beklemeye koyulduk...

Cuma, Ekim 07, 2016

güzel artvin!- 1

evet, sayın seyirciler, ekim ayı gezelim görelim programımızda bu sefer kuzeye çeviriyoruz rotamızı ve türkiye'nin kuzeydoğu sınırındaki şehrimiz, artvin'e gidiyoruz!
:)
evet -alıştığınız gibi- yine, önceden uyguna (ve elbette, sabiha gökçen'den!:/) alınmış uçak biletlerimiz, bir belgesel izleyip çarpan heyecanlı kalplerimiz ve gezmeyi seven dostlarımız vardı.
böylelikle "2 güne koca şehir sığar mı?" demeden çıktık yola. nefes almayı hafta sonuna sıkıştırmak zorunda kalan kentli zavallı beyaz yakalılardık zira, mecburduk 2 güne sığdırmaya...
batum'u katamadık planlarımıza bu nedenle. trabzon, rize ise zaten görülmüştü daha önce...

izlediğimiz belgesel -iz tv'de- macahel vadisine ilişkindi ve çıkış noktamız da o bölgeyi gezebilmekti. karar verip bileti almak ile seyahat tarihi arası süre uzun olunca, bir miktar daha araştırdık elbette ve görülecek yerler listemize yeni noktalar ekledik. sonra, o süre geçti, yolculuk günü geli çattı:)

şimdi, iki günlük kısa artvin gezimize ayrıntılarıyla bakalım beraber:)

1 ekim 2016 cumartesi
sabah 6 uçağına yetişme telaşı ile güne başladık. havaalanında, evde hazırladığımız sandviçlerle yaptığımız hızlı kahvaltının ardından, 1,5 saatlik uçuşumuz boyunca uyuduk.
trabzon havaalanına varıp, araç kiralama işlemlerini yaptırıp rize yönüne yola çıktığımızda saat 8'i gösteriyordu.(biz artvin'e trabzon üzerinden geçmeyi tercih ettik. kars ya da batum üzerinden de benzer sürede geçilebiliyor, diye biliyorum)
solda engin mavi deniz, sağda coşkun yeşil ve çay tarlaları manzaramızla 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra, ikinci kahvaltıyı yapmak üzere zümrüd-ü anka'da mola verdik. 





burası trabzon'u geçer geçmez başlayan rize'nin ilçesi derepazarı'nda, methini pek duyduğumuz bir butik oteldi. aman aman bayılmadık kahvaltısına, ama, manzarası güzeldi doğrusu. 


biz, çok zamanımız olmadığından kahvaltımız biter bitmez, yola devam etmek üzere kalktık oradan. yol üzerinde hopa'da molalar vererek borçka'ya ulaştık. 


bu molalarda foursquare üzerinden kalacak yer arayışına girdik ve 3-5 dağ evi ile görüştük- ki hepsi de klaskur köyünde idi-. en uygun fiyatı veren yerde kalacaktık:)
evet, rahatlığa bak ki, kalacak yer ayarlamadan gelmiştik:) 

borçka'da ilk durağımız, muratlı barajı ile sular altında kalan karşıköy oldu. daha önce halfeti'de benzer bir manzara ile karşılaşmıştım. burada da benzer şekilde baraj suyu altında kalan bir yerleşim yeri, ve oradan miras kalan suyun yüzeyinde görünen cami minaresi ile çay fabrikasının bacası...




sular altında kalmış karşıköy'ü gördükten sonra, aralık (klaskur) köyü'ne doğru yola devam ettik. klaskur köyünü geçince bir yol ayrımı çıkıyor karşınıza. sol taraf macahel, sağ taraf karagöl. bizim planımıza göre ilk görülecek yer karagöl'dü. sağdan devam ettik. gideceklerin bilmesinde yarar var ki, yol başta fena olmasa da, zamanla çok daralıyor ve bozuluyor. bizim şansımıza, hava açıktı, ancak yağmurlu bir havada daha da bir temkinli olmak gerekir diye düşünüyorum. bir de mümkünse arazi aracı ile çıkmanız çok daha kolay olacaktır (biz aslında bu hususu düşünerek arazi aracı için işlem yapmıştık araç kiralama firmasıyla; ama gittiğimizde ellerinde kalmadığı gerekçesiyle binek otomobil verdiler ne yazık ki:/).

(yol üstünde bardnala şelalesi)

zorlu yolculuktan sonra tek araç için 9 lira ödeme yaparak borçka karagöl tabiat parkı'na girdik. yine, gideceklerin bilmesinde yarar var ki, epey yüksekte olduğumuzdan, ısı bir anda düştü.




soğuğa rağmen, yürüdükçe güzelleşti gözümüzde karagöl. doğa tüm dokunulmamışlığıyla, (canım sonbaharın da katkılarıyla) renk cümbüşüyle güzelliğini sunuyordu.


göl kıyısında attığımız bir turdan sonra, saat epey ilerlemişti. 
yine gideceklerin bilmesinde yarar var ki, batılıysanız, doğuya yaptığınız seyahatlerde günbatımının bir saat daha erken olduğunu hesaba katmalısnız;). 
o nedenle oturup bir çay bile içemeden ayrıldık karagöl'den. yine o zorlu yolu, hem bu sefer uçurum değil de dağ tarafında olduğumuzdan hem de bilinmezliktense bildik yollar hep insana daha kolay geldiğinden, daha rahat bir şekilde aldık. 
macahel yol ayrımına geldiğimizde, "acaba yarın sabah değil de, bugün görebilir miyiz macahel'i" diye düşündük ve yola o şekilde devam ettik.


bir saat kadar bir yol almamıza rağmen, önümüzde epey yol olduğundan ve hava kararmaya başladığından geri dönmeye karar verdik. yolu geri dönüp klaskur'a geldik. aradığımız yerlerden en uygun fiyat veren lamazi yi görünce, odalara baktık ve gayet rahat kalabileceğimize karar verdik. girişimizi yapıp, akşam yemeği yemek üzere yine aynı köydeki klaskurulebi'ye gitmek üzere yola koyulduk. fakat, ne yazık ki, kapalıydı (daha çok kahvaltısı ile ünlü bir mekan). 
öyle olunca, duyduğumuz bir diğer yer olan meroli'yi tercih ettik. yemek olarak mantıdan yana kullandık tercihimizi ve oldukça lezzetliydi. tatlı olarak da yöresel silor tatlısını denedik. meroli çok sıcak bir aile işletmesi. yemeğimizi yerken ve sonrasında tatlımızı yiyip çay içerken aile üyeleriyle sohbet ettik. köy hakkında, yaşam- geçim hakkında bilgiler aldık. ayrılırken de ailenin en küçüğü ilgi'nin elleriyle yaptığı boncuk kolyelerden aldık hatıra niyetine...

güne çok erken başladığımızdan epey yorgunduk ve lamazi'ye geçerek odalarımıza çekilip dinlenerek kapattık ilk günü.
*odama geçip yatağa uzandığımda, fark ettim ki sağımda bir pencere var ve o pencereden yattığım yerden yıldızları izleyebiliyorum! bilen bilir, bu benim hayalimdi! ansızın gerçek oldu! muhteşemdi!

Perşembe, Ekim 06, 2016

lost on you

pek çoğumuz gibi ben de bağımlısıyım bu şarkının duyduğumdan beri.
burada da dursun, üzerinden yıllar geçince unutursam, anımsarım...
keyifli dinlemeler;)