Pazartesi, Ağustos 03, 2015

temmuz ayı filmleri (0) ve kitapları (3)

önceden yazdığım üzere, artık okulda çalışan bir psikolojik danışmanım. bu nedenle, bu yaz, temmuz ve ağustos aylarında tatildeyim. 4 senedir rehberlik ve araştırma merkezi'nde görev yaptığım için en son 2010'da yaz tatili yapmıştım. tabi durum böyle olunca, aman allahım, ne planlar ne hayaller:)
ve fakat tam da öyle olmadı. temmuzun ilk yarısında üniversite tercih danışmanlığı işi yaptım. yani, kaldı bana 1,5 ay:) ben de arife gününden gittiğim izmir'de acısını çıkarırcasına 17 gün kalarak tatile doydum!
tek sıkıntım ilk 4 günden sonra hayatımdakisevgiliinsan'ın istanbul'a dönmek zorunda oluşuydu. ama olsun, özlemek de güzeldi!
izmir'de kaldığım sürece, bozdağ, gölcük, çiçekliköy, karaçam, özdere, çeşme, foça, sığacık'a gittim. karşıyaka'da kaldığım günlerde de bostanlı ve mavişehir'in harika sahil kenarlarında, çimlerde zaman geçirdim.
tüm bunları yaparken, ay boyunca yine hiç film izlemedim. 4 kitap planlarken 3 kitap bitirebildim.

günübirlik hayatlar:


irvin yalom, yıllardır takip ettiğim ve çoğu kitabını okuduğum bir yazar. gerek romanlarını gerek mesleki kitaplarını çok kıymetli buluyorum. son kitabı olan günübirlik hayatlar'ı da duyar duymaz edinmek istedim. hemen sipariş verdim ve okuma sırasını öne aldım. zaten her zaman varoluşçuluk üzerine kafa yoran yalom, son yıllarda -sanırım ilerleyen yaşının da etkisiyle- ölüm üzerine yazıyor epeyce. üzerine düşünmesi ve konuşması zor olsa da, ilgimi çeken ve düşünüp konuşmayı çok gerekli, geliştirici bulduğum konudur benim de ölümlü oluşumuzu kabul etmek, ölüm korkusu...
bu anlamda, 10 adet gerçek psikoterapi öyküsünden oluşan ve yalom'un şu şeklide tarif ettiği kitap benim ruhumda ve zihnimde hoş sedalar bıraktı.
"varoluşsal meselelerle boğuşan hastaların sayısı, aslında sandığımızdan fazla. bu öykülerdeki hastalar, sevdiklerinin ve nihayetinde kendilerinin ölümüyle ilgili kaygılarla başa çıkmaya çalışıyorlar. nasıl anlamlı bir hayat süreceklerini, yaşlanmakla ve azalan olanaklarla nasıl baş edebileceklerini anlamaya  uğraşıyorlar."
bu meseleler hakkında düşünmeyi sevenlere şiddetle tavsiye ederim.

pulbiber mahallesi:


didem madak, maalesef epey geç bir zamanda, instagram sayesinde haberdar olduğum bir şair. hikayesi ayrı dokunaklı, dizeleri ayrı...
diğer iki şiir kitabını da okumak istiyorum şimdilerde...

filiz hiç üzülmesin:


üniversite yıllarımda kürk mantolu madonna ile tanıştığımdan bu yana hayranıyım sabahattin ali'nin. desenize, zaten aksi mümkün mü? 
kendi eserlerinden sonra, hayatına dair de bir şeyler okumak için, kendi çektiği fotoğraflar ve kızı filiz ali'nin anlatımı ile yaşam öyküsünü dinlemek üzere edinmiştim filiz hiç üzülmesin'i.
buruk bir hikaye onunki... buruk ve mağrur...
kitaptan alıntıladığım eşine yazdığı bir mektubun bu kısmı yeterli belki de onu anlamaya:

Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer… Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bu günkü itibârlı kişiler gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmak, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık.
 
Bütün kavgamızda, kendimiz için bir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer. Yoldan geçen mide uşakları neredeyse arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve âhengimizi bozuyor…’ Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi? Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer. Bereket zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu”.