Perşembe, Kasım 30, 2017

Tüketilmiş Yaşanmamış Hediyelik Hayatlar




"Saçlarını dağıtır rüzgar 
Yeditepe üzerinden 
Hatıralar tarihin küllerini savurur 
Kadın gibi, kısrak gibi 
Sarılayım gel ince beline 
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından 

Tüketilmiş, yaşanmamış, hediyelik hayatlar, 
Ah bu evler, 
Pencereler bu kapılar, sokaklar 
Hüzün gibi, sevinç gibi, 
Eskitilmiş zamanlar 
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından 

Minareler uzanmış gökyüzüne bağırır 
Kara sevdan nerelerden yüreğimi çağırır? 
Dua gibi, büyü gibi ezberledim hasretini 
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından"

Pazar, Kasım 26, 2017

İlk Sinema Deneyimim

1996 ya da 97'de bir açık hava tiyatrosu yapılmıştı Aliağa'da. İlkokul son yıllarındaydım.
Belediye tiyatrosunun (ALBET) temsilleri ve film gösterimleri oluyordu yaz akşamlarında. Küçük, sakin ilçemiz için büyük yenilikti.
Oyunlardan "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz"ı izlemiş, pek beğenmiştim.
Sinema gösterimlerinde ise, vizyondaki filmler mi geliyordu bilmiyorum; zaten öyle her cuma da değişmiyordu. Yaz boyu 2-3 film gösteriliyordu sanki.
İlk sinema deneyimim de buradaydı. Ya Bebek Firarda ya da Sevimli Hayalet Casper. Hangisini daha önce izledim hatırlamıyorum maalesef. Jurassic Park da gelmişti ama beni ona götürmemişti ailem korku film sanıp. 
Ama Ağır Roman'ı izlemiştim mesela... Oysa o yaş çocuğu için hiç uygun değildi elbette. Neyse ki o zamanlar çocukların da yetişkinlerin de psikolojileri bu kadar çabuk "bozulmuyordu"...
(3-5 yıl sonra Metin Kaçan'ın kalemi ile tanışacaktım Fındık Sekiz ile, Ağır Roman'ı bir defa daha izleyecektim...)
Sonra ortaokullu oldum. İlçemize tren geldi o sene. Hafta sonları arkadaşlarımla ve/ya ablamla Karşıyaka'ya gitmeye başladım trenle. Bir sabah bir de akşam vardı tren. Bütün bir günü Karşıyaka'yı gezerek geçirirdik. O günlerde KSK iskelesinin üstündeki D&R'da gittim pek çok defa sinemaya. 
Sonra Aliağa'da Petkim'deki kültür merkezine cuma-cumartesi-pazar akşamları gösterilmek üzere her hafta farklı bir film gelmeye başladı. Her cuma akşamı sınıfça giderdik o filmlere. Ne hoştu be...

Aslına bakarsanız, tüm bu 20 yıllık anılarımın canlanma nedeni, 2 gündür dilime takılan "Bir Vurgun Bu Sevda" şarkısı. Demet Sağıroğlu'nu pek severdim. Ağır Roman'da geçen bu şarkıyı da 20 yıldır severim... Ve fakat, bir anda nereden düştüyse aklıma... 
Her ne ise, keyifli dinlemeler efem;)



Cuma, Kasım 17, 2017

nükhet duru- geberiyorum

Ahhh...
Hep diyorum:
"Bazı güzellikler ile ne geç karşılaşıyoruz!"
Hatta hiç karşılaşamadıklarımız var bir de...
Düşünsenize, ne fena...

Geç tanıştığım bu güzel sanat icrasını sizlerle de paylaşmak istedim hemen;)
Keyifle dinlene:)




Pazartesi, Kasım 06, 2017

Sen Benim Son Göz Ağrımsın


İçinde keman melodisi olan şarkılara zaafım var...
Ve de Yaşar’a...

Sevdiğim adama bir de!
Yıllar önce dediğim gibi:
“İlk değilsen bile son aşkım ol benim...”

Çarşamba, Kasım 01, 2017

2017 ekim ayı filmler (4) ve kitaplar (3) , 3 bölüm de dizi (7yüz)

4 film, 3 bölüm de dizi izlemişim bu ay:

the gifted (deha)
özel yetenekli bir çocuk ile yanında yaşadığı dayısının yaşantısının konu edildiği bir film. çocuğun okula başlaması ile hayatlarında ortaya çıkan zorluklar, kendisine daha uygun bir okula gitmesi ve daha uygun şartlarda yaşaması için anneanne ile dayının çatışması anlatılıyor genel olarak.
konu hassas ve mesleğim açısından önemli. filmde çok etkileyici biçimde anlatılabildiğini düşünmüyorum maalesef. 


ama biliyorum ki, okul ve eğitim ciddi bir mesele. son zamanlarda bu konuyu sıklıkla düşünüyorum. hem yaşıtlarından önde hem yaşıtlarının düzeyinde hem de gerisinde olan tüm çocuklar için "okul" ciddi katkılar sağlıyor bir yandan. ve fakat bir yandan da neler alıp götürüyor acaba?" diye sormadan edemiyorum. onları nasıl bir strese, yarışa ve zoraki bir düzene sokuyoruz kurumsal eğitim ile...
şu karikatür duygularıma tercüman olmuş:


boyhood (çocukluk)
uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. filmin en dikkat çekici özelliği 12 yılda, belli zamanlarda bir araya gelerek çekilmiş olması,ve filmdeki çocukların büyümesine tanıklık etmek. büyüme ile ilgili (coming of age) filmleri hep sevmişimdir. bu filmde de mason ve ablasının, ailenin çalkantıları, zorlukları içinde büyümelerine tanık oluyoruz. epey uzun olmasına rağmen severek izledim ben...


falling down (sonun başlangıcı)
1993 yapımı film... bazı şeylerden ne kadar geç haberimiz oluyor... bazı şeylerdense hiç olmuyor hatta... ne fena.
24 yıl öncesinden bugünkü bana ulaşan filmin düşündürdüğü en temel şey "insana dair hiçbir şey uzak değil hiçbirimize" oldu... filmde ruh sağlığı zaten yeterince iyi olmayan D-fens'in trafiğin tıkanması ile başlayan öfkesi üst üste gelen olaylarla iyice yükselir ve planlamadığı şiddet olaylarına başvurur... tüm bunları tam dozunda bir psikolojik gerilim hissi ile izlerken, sistemdeki zorlama ve samimiyetsiz kurallar ve nezaketten tiksinmekten ve adeta karaktere hak vermekten kendinizi alamıyorsunuz...


* bana fena halde relatos salvajes'i anımsattı bu arada;)

ayla
uzun zamandır tek başıma sinemaya gitmiyordum. oysa son yıllarda edindiğim ve pek bir sevdiğim bir alışkanlığımdı. ayda en az bir defa yapma kararım vardı hatta. neyse, yaz oldu, vizyonda pek iyi iş yoktu derken, sonbaharla beraber birer birer iyi işler düşmeye başladı vizyona. ben de sık sık yerine getiririm kararımı. 
sezonun açılış filmi önemli bir türk filmi olan ayla oldu. sağlam oyuncu kadrosu ve gerçek hayattan alınmış senaryosu ile, fahir atakoğlu'nun imzasını taşıyan müzikleri ile, aldığı desteklerle güçlü bir film, ayla.
ben büyük beğeni ile izledim, sık sık gözyaşlarıma engel olamadım. gerçekten kaliteli bir iş olmuş. diliyorum uluslararası mecralarda da ülkemizde gördüğü ilgiyi görür ve takdir edilir. 


7yüz (2-3-4. bölüm)
7 yüz'ün ilk bölümü öyle vurucu öyle güzeldi ki, sonraki bölümler için de son derece heyecanlı ve umutluyduk. ve fakat, 2-3-4 üncü bölümler vasattı maalesef.


2. bölüm- prosedür: 
engin hepileri (çok severim) ve melisa sözen'in (pek hazzetmem) başrolde olduğu bölüm, saçma ve kötü bir senaryoyaya sahipti bana göre.
3. bölüm- hayatın müziği
damla sönmez'in (pek severim) başrolde olduğu bu bölüm, ilginç ve keyifli başladıysa da, saçmalayarak bitti maalesef bana göre....
4.bölüm- eşitlik
ekin koç ve pınar göktaş'ın başrollerini paylaştığı bu bölüm de 2 ve 3 kadar kötü olmasa da, oldukça merak uyandırıcı biçimde başlayan ancak tempoyu devam ettiremeyen bir bölümdü bana göre...
bakalım, diğer bölümler nasıl olacak.

bu ay okuduğum kitaplara gelirsek:

vanilya kokulu mektuplar
her ay bir çocuk kitabı okuma kararı almıştım geçen ay. fakat bu ayki seçimim geçen ayki (charlie'nin çikolata fabrikası) kadar sürükleyici ve keyifli değildi maalesef...


pardayanlar-1.cilt
bir cumartesi evine ziyarete gittiğim arkadaşımın kütüphanesini incelerken gördüm bu kitap serisini. 1971 basımını hem de! şöyle kalın kara kaplı, saman kağıtlı... şiddetle önerdi ve 10 ciltlik serinin 3 cildini ödünç verdi bana. 
sonrasında araştırdığım kadarıyla, kitabı bilenler hep ilk gençlik yıllarında okuyup çok etkilenmiş bu seriden esasen. fakat bana 30'umdan sonra haberdar olup okumak düştü:)
son derece sade, akıcı ve sürükleyici bir anlatım ile orta çağ Fransa'sının konu alındığı kitabı elimden bırakamayarak okuduğumu ve çok keyif aldığımı söyleyebilirim.


karaduygun
pardayanlar elime geçmeden önce başladığım kitaba bir haftalık bir pardayanlar molası verip kaldığım yerden devam ederek bitirdim. 
sema kaygusuz, uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı.
okuduğum bu ilk kitabı ile dili kullanımındaki ustalığına hayran oldum. anlatı türündeki bu kısa kitap, bölüm bölüm fazlaca ağır gelse de kimi bölümler müthiş bir tat bıraktı bende.
hüzünlü ve karanlık bir yanı anlattıklarının. insanın içine içine işliyor...



bol filmli ve kitaplı günler dilerim efenim;)

Birisine Birisine Aşık Oldum Birisine:)

Eski 45'liklerin o insanı sebepsizce mutlu eden tınısına bayılıyorum!
Belki de geçmişte hayat, bu müzikler sebebi ile daha güzeldi...
Hayat güzeldi diye müzikler güzeldi belki de...
"Yaşasın nostalji" o halde :)