Çarşamba, Aralık 27, 2017

Nargudan- Noel- Yılbaşı

Bu topraklarda herhangi bir konu yok ki kutuplaşılmasın. Şiddetle kutuplaşılan bir konu da yılın son ayında gündem olan “noel-yılbaşı” meselesi.
Sokaklarda ve sosyal medyada gördüğümüz üzere,  bir kesim aralık ayını çok seviyor. Bir yıl bitiyor diye onu uğurlarken ve yeni bir yılı karşılamaya hazırlanırken çok umutlu ve heyecanlı. Bu ayın yeşil- kırmızı dekoratif havasını da seviyor, çam ağacı süslüyor vs.
Bu, tamamen kişinin kendi hayat tarzı, yaşam biçimi ve hiç kimseye bir zararı yok. Ama her nedense, bir diğer kesim bundan çok rahatsız. Ama, öyle böyle değil. İnstagramda baya kavgalar kopuyor fotoğrafların altındaki yorumlarda. Ayetler paylaşılıyor, dersler veriliyor vs. Ben bu tavrı, çok saldırgan ve kibirli buluyorum. Bir başkasına kendi yaşam biçimini dayatma hakkı varmış gibi davrandıklarını düşünüyorum çünkü.
Öncelikle, yeni yılın 31 Aralıkta, Noel’in 25 Aralıkta kutlanan iki farklı gece olduğunu vurgulamakla başlamak istiyorum. Miladi takvime göre 31 Aralık yılın son günüdür ve dünyanın çoğu yerinde kutlanır. 25 Aralıksa Hz İsa’nın doğumunun kutlandığı Hristiyanlar için önemli ve özel bir gündür. Yani yılbaşı Hristiyanlara özel değildir ve herkes kutlayabilir; dileklerde, dualarda bulunabilir.



İkinci olarak, kabul edelim ki, Türkiye’de yaşayan herkes Müslüman değil ve herkes kendi istediği biçimde yaşamakta özgür. Gidip birinin fotoğrafının altına ayet yazıyor mesela biri, ama belki o kişi Müslüman değil zaten… Ya da Müslüman ama Kuran-ı Kerim’in kabul ettiği Hz. İsa peygamberin doğum gününü kutlamakta bir sakınca görmüyor… Kaldı ki az çok tarih bilgisi olan herkes bilir ki, kültürler birbirinden etkilenir, ritüeller kültürden kültüre aktarılır… Çam ağacı süslemek, bir anda Hristiyanların bulduğu bir gelenek değil mesela. Onlara da kendilerinden önceki toplumlardan 16. yy’da geçmiş. Oysa asırlar asırlar önce Orta Asya’daki Türklerin “Nardugan” bayramında (21-22 Aralık) çam ağacı süslediği biliniyor. Belki şu an ülkemizde çam ağacı süsleyenler de atalarının geleneklerini sürdürüyorlardır, kim bilir…
Her ne olursa olsun, insanların birbirlerinin inançlarını yargılamaya, sorgulamaya ve eleştirmeye hakkı var mı? Kendini üstün görmek olmuyor mu bu? Kendini Allah’a herkesten yakın sanmak, herkese kendi doğrusu empoze etmeye çalışmak, din-iman öğretmeye kalkışmak olmuyor mu?



Ben ki, mesela evime gelip evimle ilgili –ben sormadan, danışmadan- görüş ve öneri sunanlara bile acayip sinir olurum.  Şunu derim içimden “Yaşamadığı evin düzenini değiştirmeye çalışıyor. Cürete bak.” Bu duruma bu gözle bakarsak “Yaşamadığı hayatın biçimini değiştirmeye çalışıyor.” Hem cüret hem de beyhude bir çaba…. Kim kimi değiştirebilir ki bu hayatta, kendinden başka…
Sözün özü, bence her birimiz daha çok okuyalım, öğrenelim; daha çok sevelim ve kabul edelim, kimsenin yaşam biçimini değiştirmeye çalışmayalım bu yıl. Sevgi ve bilgi en büyük güç ve güzellik çünkü yaşamda…
Şimdiden mutlu yılar diliyorum herkese J


Cumartesi, Aralık 16, 2017

Nil Karaibrahimgil ile Benzer Sürecimiz:)

Nil Karaibrahimgil ile 


"Anne benim uçmam gerek
İstemiyorum pilav yapmak
Sana da bir de torun gerek
İstemiyorum çocuk bakmak"tan

Önce evlenmeye evrildik:)

Sonra anne oldu o. Çok da güzel bir şarkı yaptı yavrusu için.



Durun heyecanlanmayın:) Bebek beklemiyorum:)
Henüz o kıvamda değilim. 
Sadece yazın yazdığım gibi :


"Bir insanı dünyaya getirip, büyüdüğünü izlemek, her anına tanıklık etmek, mutlu biri olması için elimden geleni yapmak...
Onunla dünyayı yeniden öğrenmek ve onunla kendimi de yeniden büyütmek" ....

Güzel bir fikirmiş gibi geliyor artık.

Ama henüz değil. Bir ufak(!) -yok aslında baya baya dev- bir hayalimiz var bu yaz itibariyle gerçekleştirmek istediğimiz. Belki ondan sonra;)

Çarşamba, Aralık 13, 2017

ne zormuş özgür olmak, ne zormuş kendin olmak


"çok sıkıldım kendimden
verdiğim sözlerden 
tutamadığım sözlerden
çok sıkıldım 

çok sıkıldım yalanlardan
huysuz kadınlardan
mutsuz adamlardan
çok sıkıldım 

sıradan hayatlar içinde
ne zormuş kendin olmak
ne zormuş özgür olmak 

mak mek mok
mak mek mak mok"



Pazartesi, Aralık 04, 2017

Riff Cohen- Marrakech



Dünya güzeli bir şarkı;)
Neşe doluyor insan sebepsiz.

Pazar, Aralık 03, 2017

2017 kasım ayı filmler (3) ve kitaplar (3) , 3 bölüm de dizi (fi-çi)

Kasım ayında üç film izledim. Her üçü de Türk filmi. 
İlki;
İşe Yarar Bir Şey
Başka Sinema kapsamında şehrin pek az salonunda gösterime giren film, keyifli akan hoş tat bırakan bir hikayeydi. Kadın filmiydi biraz, biraz yol filmiydi. Yaşama dair pek çok şey söyledi. Keyifle izlendi. Tren yolculuğu arzumu perçinledi;)


Yol Ayrımı
Çoğumuz gibi, çekildiğini duyduğumdan beri izlemek için sabırsızlandığım bir filmdi. Yavuz Turgul ile Şener Şen bir araya gelince ortaya neler çıktığını hepimiz biliyoruz zira!
İlk haftasında izledim filmi. Çok özgün bir senaryo olmasa da, etki bırakan güçlü bir film. 
İlk sahnelerde iş odaklı, insaniyetten yoksun bir karakter olarak resmedilen Mazhar Kozanlı'nın trafik kazası geçirdiği sahne ile birlikte -filmin isminin de verdiği ipucu ile- bir dönüşüm geçireceğini tahmin edebiliyorsunuz.
Bu dönüşümü sevdim. Gerçek olamayacak kadar keskin olsa da sevdim. 
Son yıllarda "para, sahip olma, gelecek kaygısı, biriktirme" nedeniyle hayatın geçip gittiği üzerine çok fazla düşünüyoruz hayatımdakisevgiliinsan ile birlikte. Hatta, tüm bu dayatmaların hayatımızda yer kaplamayacağı bir yaşam biçimi hayali kuruyoruz son 1 yıldır ve biraz da bu şekilde katlanıyoruz İstanbul'daki koşturmacalı, stresli yaşamımıza... 
Bu anlamda, çok fazla kendimizi bulduk karakterin dönüşümünden sonraki halinde...
Filmde en sevdiğim ayrıntılardan biri de "Pardayanlar"ın geçmesi oldu. Kitap çantamdaydı filmi izlerken ve film arasında bitirmiştim elimdeki cildi. Pek bilinmeyen bu kitap ile karşılaşmak hoşuma gitti elbette.


Ağır Roman
Şu yazımda bahsettiğim üzere, bir gün sinemada izlediğim ilk film geldi aklıma. Oturup izledim bir defa daha. Ağır Roman, zamanının ötesinde, son derece cesur ve hüzünlü bir hikaye. Türk sinemasının önemli yapıtlarından. İzlememiş olan varsa mutlaka seyretmeli bence.




Çi (Dizi)
9 kasım'da Fi'nin devamı olarak Çi başladı ve bu ay yayınlanan 3 bölümünü de izledim. Özlemişim... Her bir bölümü keyifle izledim.



Bu ay okuduğum kitap sayısı üç.

Pardayanlar 2-3
İkisi, varlığından geçen ay haberdar olduğum Pardayanlar serisinin 2. ve 3. ciltleri. Arkadaşımdan ödünç aldığım kadarını bitirmiş oldum böylece. 
İkinci cilt, tıpkı ilki gibi son derece sürükleyici olsa da, üçüncü ciltte ilk 100 sayfada biraz adaptasyon sorunu yaşadığımı söyleyebilirim. Çünkü, bir anda çok yıl geçerek devam etmiş üçüncü cilt, ve ilk iki ciltteki karakterlerin yerine yeni yeni pek çok karakter gelmiş. Onlara alışmak biraz zamanımı aldı, ama bir miktar okuyunca, yine sürükleyici biçimde devam etti.
Şimdi kaldı geriye 7 cilt:)
"İnsanlar ikiye ayrılır. Paradayanlar'ı okuyanlar ve okumayanlar" dediği gibi pek çok kimsenin; ilk gençliğimde rastlaşamamış olsam da, yetişkin yaşımda da olsa tanımış olmaktan çok memnunum bu şovalyeyi;)


Momo 
Bu ay okuduğum çocuk kitabı Momo. Aslında Momo bir çocuk kitabı mı emin değilim.
Uzun zamandır okumak istiyordum. Nihayet edindim ve 2 günde elimden bırakamayarak okudum.
3 bölümden oluşuyor kitap. İlki giriş bölümü, pek anlayamıyorsunuz başta. Ama ikinci bölümden itibaren olaylar öyle bir gelişiyor ki, sürekli bir merak duygusu ile okumak istiyorsunuz.
Yüzüme yüzüme çarptı taaa 1970'lerde yazılmış kitap modern hayat ve medenileşmenin insana kayebttirdiklerini...
Okumayan kalmasın istiyorum Momo'yu! Hem kendiniz okuyun hem çevrenizdeki çocuklara okutun olur mu:)


Cuma, Aralık 01, 2017

Ali Desidero

Türk müziğinin gelmiş geçmiş en kendine has, en güzel şarkılarından biri de çocukluğumuzun Ali Desidero'su değil midir? Durup dururken neşelenme sebebi adeta:)


"Arkadaşları Ali derler
Hani oturur bizim kahvede 
Yakmış abayı bir dilbere
Nefaset birşey fidan boylu

Bizim Ali pişpirik oynar
MFÖ dinler maç seyreder
Dedik ya abayı yakmış kıza
Bundan haberi yok kızın ama
Ali Desidero Ali Desidero

Kız çok gizel latif şirin
Hem kitap kurdu hem bir ahu
Venus mü desem Afrodit mi
Eli yüzü düzgün bir içim su

Elbetteki feminist bir kız 
Metafiziğe de inanmakta

Bir kusuru var yalnız kızın
Biraz entel takılmakta
Optimizt hem de pesimist biraz
idealizme de savunmakta
Ali Desidero Ali Desidero

Teoride desen zehir gibi 
Pratik dersen sallanmakta
Bazen ben hümanistim diyor 
Bazen rastyonalist oluyor
Değişik bir psikoloji
Bir felsefe idiotloji
İdiot idiot idiotloji

Bizim Ali kahveden aynen
Kız oradan gelip geçerken
Gözüne kestirip kafasına takıyor
Bu benim diyor dokunanı yakarım

Ne yapmalı ne etmeli
Bir oyunbazlık bir şeytanlık
Kıza dalavere mi çevirmeli

Bu beraberlik nasıl olacak
İkise ayrı telden çalıyor

Centilmencemi yaklaşmalı
Familyasıyla mı tanışmalı
Bir bilene mi danışmalı
Bu kız sanki bir buzdolabı
Ali Desidero Ali Desidero

Ali kahvede oturup duruyor
Kızın geçmesini bekliyor
Hatun kişi görününce köşeden
MFÖ başlıyor aynen kasetten
Ali Desidero Ali Desidero

Matmazel MFÖ'yü duyar duymaz 
Biran kendinden geçiyor
Ha bayıldı ha bayılacak derken
Ali kızın elinden tutuyor
Ali kıza bir klark çekiyor
Kahvedekiler ınınının diyor
Inının ın ının ın ını nın
Kız pardon diyor başım döndü
MFÖ yakar gönlümü
Rica ederim diyor delikanlı
Gelebilir her genç kızın başına
Yardım edeyim size isterseniz
Evinize götüreyim icabında

Ay nasıl olur diyor kız içinden
Ben sizi hiç tanımıyorum ama
Hem konu komşu ne der sonra
Merci giderim tek başıma

Olur mu ne önemi var diyor oğlan
Yürüyelim işte ne çıkar bundan
Hem sizinle de tanışmış oluruz
Hem konuşuruz şurdan burdan
Ali Desidero Ali Desidero

Ne kibar çocuk diyor kız içinden 
Hem samimi hem vefalı yani
Bir imtihan çekeyim şuna diyor
Serseri mi yoksa bir dahi mi

Diyor felsefeyi severmisiniz
Ali diyor biz hep dönerciyiz
Luther diyor kız Machiavelli
Şampiyon biziz diyor Ali 
Attığımız gollerden belli

Kız anlıyor ki dünyalar ayrı
Ali'ye kibarca bir bay bay
Ali diyor hay hay
Gözü parlıyor aniden kızın
Şeytan tüyü var bu hınzırın
Ali anlıyor ki doğru yolda 
Hazırım diyor buluşmaya
Kız diyor ki bu işler narin 
Bugün olmaz Ali belki yarın"

Perşembe, Kasım 30, 2017

Tüketilmiş Yaşanmamış Hediyelik Hayatlar




"Saçlarını dağıtır rüzgar 
Yeditepe üzerinden 
Hatıralar tarihin küllerini savurur 
Kadın gibi, kısrak gibi 
Sarılayım gel ince beline 
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından 

Tüketilmiş, yaşanmamış, hediyelik hayatlar, 
Ah bu evler, 
Pencereler bu kapılar, sokaklar 
Hüzün gibi, sevinç gibi, 
Eskitilmiş zamanlar 
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından 

Minareler uzanmış gökyüzüne bağırır 
Kara sevdan nerelerden yüreğimi çağırır? 
Dua gibi, büyü gibi ezberledim hasretini 
Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından"

Pazar, Kasım 26, 2017

İlk Sinema Deneyimim

1996 ya da 97'de bir açık hava tiyatrosu yapılmıştı Aliağa'da. İlkokul son yıllarındaydım.
Belediye tiyatrosunun (ALBET) temsilleri ve film gösterimleri oluyordu yaz akşamlarında. Küçük, sakin ilçemiz için büyük yenilikti.
Oyunlardan "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz"ı izlemiş, pek beğenmiştim.
Sinema gösterimlerinde ise, vizyondaki filmler mi geliyordu bilmiyorum; zaten öyle her cuma da değişmiyordu. Yaz boyu 2-3 film gösteriliyordu sanki.
İlk sinema deneyimim de buradaydı. Ya Bebek Firarda ya da Sevimli Hayalet Casper. Hangisini daha önce izledim hatırlamıyorum maalesef. Jurassic Park da gelmişti ama beni ona götürmemişti ailem korku film sanıp. 
Ama Ağır Roman'ı izlemiştim mesela... Oysa o yaş çocuğu için hiç uygun değildi elbette. Neyse ki o zamanlar çocukların da yetişkinlerin de psikolojileri bu kadar çabuk "bozulmuyordu"...
(3-5 yıl sonra Metin Kaçan'ın kalemi ile tanışacaktım Fındık Sekiz ile, Ağır Roman'ı bir defa daha izleyecektim...)
Sonra ortaokullu oldum. İlçemize tren geldi o sene. Hafta sonları arkadaşlarımla ve/ya ablamla Karşıyaka'ya gitmeye başladım trenle. Bir sabah bir de akşam vardı tren. Bütün bir günü Karşıyaka'yı gezerek geçirirdik. O günlerde KSK iskelesinin üstündeki D&R'da gittim pek çok defa sinemaya. 
Sonra Aliağa'da Petkim'deki kültür merkezine cuma-cumartesi-pazar akşamları gösterilmek üzere her hafta farklı bir film gelmeye başladı. Her cuma akşamı sınıfça giderdik o filmlere. Ne hoştu be...

Aslına bakarsanız, tüm bu 20 yıllık anılarımın canlanma nedeni, 2 gündür dilime takılan "Bir Vurgun Bu Sevda" şarkısı. Demet Sağıroğlu'nu pek severdim. Ağır Roman'da geçen bu şarkıyı da 20 yıldır severim... Ve fakat, bir anda nereden düştüyse aklıma... 
Her ne ise, keyifli dinlemeler efem;)



Cuma, Kasım 17, 2017

nükhet duru- geberiyorum

Ahhh...
Hep diyorum:
"Bazı güzellikler ile ne geç karşılaşıyoruz!"
Hatta hiç karşılaşamadıklarımız var bir de...
Düşünsenize, ne fena...

Geç tanıştığım bu güzel sanat icrasını sizlerle de paylaşmak istedim hemen;)
Keyifle dinlene:)




Pazartesi, Kasım 06, 2017

Sen Benim Son Göz Ağrımsın


İçinde keman melodisi olan şarkılara zaafım var...
Ve de Yaşar’a...

Sevdiğim adama bir de!
Yıllar önce dediğim gibi:
“İlk değilsen bile son aşkım ol benim...”

Çarşamba, Kasım 01, 2017

2017 ekim ayı filmler (4) ve kitaplar (3) , 3 bölüm de dizi (7yüz)

4 film, 3 bölüm de dizi izlemişim bu ay:

the gifted (deha)
özel yetenekli bir çocuk ile yanında yaşadığı dayısının yaşantısının konu edildiği bir film. çocuğun okula başlaması ile hayatlarında ortaya çıkan zorluklar, kendisine daha uygun bir okula gitmesi ve daha uygun şartlarda yaşaması için anneanne ile dayının çatışması anlatılıyor genel olarak.
konu hassas ve mesleğim açısından önemli. filmde çok etkileyici biçimde anlatılabildiğini düşünmüyorum maalesef. 


ama biliyorum ki, okul ve eğitim ciddi bir mesele. son zamanlarda bu konuyu sıklıkla düşünüyorum. hem yaşıtlarından önde hem yaşıtlarının düzeyinde hem de gerisinde olan tüm çocuklar için "okul" ciddi katkılar sağlıyor bir yandan. ve fakat bir yandan da neler alıp götürüyor acaba?" diye sormadan edemiyorum. onları nasıl bir strese, yarışa ve zoraki bir düzene sokuyoruz kurumsal eğitim ile...
şu karikatür duygularıma tercüman olmuş:


boyhood (çocukluk)
uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. filmin en dikkat çekici özelliği 12 yılda, belli zamanlarda bir araya gelerek çekilmiş olması,ve filmdeki çocukların büyümesine tanıklık etmek. büyüme ile ilgili (coming of age) filmleri hep sevmişimdir. bu filmde de mason ve ablasının, ailenin çalkantıları, zorlukları içinde büyümelerine tanık oluyoruz. epey uzun olmasına rağmen severek izledim ben...


falling down (sonun başlangıcı)
1993 yapımı film... bazı şeylerden ne kadar geç haberimiz oluyor... bazı şeylerdense hiç olmuyor hatta... ne fena.
24 yıl öncesinden bugünkü bana ulaşan filmin düşündürdüğü en temel şey "insana dair hiçbir şey uzak değil hiçbirimize" oldu... filmde ruh sağlığı zaten yeterince iyi olmayan D-fens'in trafiğin tıkanması ile başlayan öfkesi üst üste gelen olaylarla iyice yükselir ve planlamadığı şiddet olaylarına başvurur... tüm bunları tam dozunda bir psikolojik gerilim hissi ile izlerken, sistemdeki zorlama ve samimiyetsiz kurallar ve nezaketten tiksinmekten ve adeta karaktere hak vermekten kendinizi alamıyorsunuz...


* bana fena halde relatos salvajes'i anımsattı bu arada;)

ayla
uzun zamandır tek başıma sinemaya gitmiyordum. oysa son yıllarda edindiğim ve pek bir sevdiğim bir alışkanlığımdı. ayda en az bir defa yapma kararım vardı hatta. neyse, yaz oldu, vizyonda pek iyi iş yoktu derken, sonbaharla beraber birer birer iyi işler düşmeye başladı vizyona. ben de sık sık yerine getiririm kararımı. 
sezonun açılış filmi önemli bir türk filmi olan ayla oldu. sağlam oyuncu kadrosu ve gerçek hayattan alınmış senaryosu ile, fahir atakoğlu'nun imzasını taşıyan müzikleri ile, aldığı desteklerle güçlü bir film, ayla.
ben büyük beğeni ile izledim, sık sık gözyaşlarıma engel olamadım. gerçekten kaliteli bir iş olmuş. diliyorum uluslararası mecralarda da ülkemizde gördüğü ilgiyi görür ve takdir edilir. 


7yüz (2-3-4. bölüm)
7 yüz'ün ilk bölümü öyle vurucu öyle güzeldi ki, sonraki bölümler için de son derece heyecanlı ve umutluyduk. ve fakat, 2-3-4 üncü bölümler vasattı maalesef.


2. bölüm- prosedür: 
engin hepileri (çok severim) ve melisa sözen'in (pek hazzetmem) başrolde olduğu bölüm, saçma ve kötü bir senaryoyaya sahipti bana göre.
3. bölüm- hayatın müziği
damla sönmez'in (pek severim) başrolde olduğu bu bölüm, ilginç ve keyifli başladıysa da, saçmalayarak bitti maalesef bana göre....
4.bölüm- eşitlik
ekin koç ve pınar göktaş'ın başrollerini paylaştığı bu bölüm de 2 ve 3 kadar kötü olmasa da, oldukça merak uyandırıcı biçimde başlayan ancak tempoyu devam ettiremeyen bir bölümdü bana göre...
bakalım, diğer bölümler nasıl olacak.

bu ay okuduğum kitaplara gelirsek:

vanilya kokulu mektuplar
her ay bir çocuk kitabı okuma kararı almıştım geçen ay. fakat bu ayki seçimim geçen ayki (charlie'nin çikolata fabrikası) kadar sürükleyici ve keyifli değildi maalesef...


pardayanlar-1.cilt
bir cumartesi evine ziyarete gittiğim arkadaşımın kütüphanesini incelerken gördüm bu kitap serisini. 1971 basımını hem de! şöyle kalın kara kaplı, saman kağıtlı... şiddetle önerdi ve 10 ciltlik serinin 3 cildini ödünç verdi bana. 
sonrasında araştırdığım kadarıyla, kitabı bilenler hep ilk gençlik yıllarında okuyup çok etkilenmiş bu seriden esasen. fakat bana 30'umdan sonra haberdar olup okumak düştü:)
son derece sade, akıcı ve sürükleyici bir anlatım ile orta çağ Fransa'sının konu alındığı kitabı elimden bırakamayarak okuduğumu ve çok keyif aldığımı söyleyebilirim.


karaduygun
pardayanlar elime geçmeden önce başladığım kitaba bir haftalık bir pardayanlar molası verip kaldığım yerden devam ederek bitirdim. 
sema kaygusuz, uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı.
okuduğum bu ilk kitabı ile dili kullanımındaki ustalığına hayran oldum. anlatı türündeki bu kısa kitap, bölüm bölüm fazlaca ağır gelse de kimi bölümler müthiş bir tat bıraktı bende.
hüzünlü ve karanlık bir yanı anlattıklarının. insanın içine içine işliyor...



bol filmli ve kitaplı günler dilerim efenim;)

Birisine Birisine Aşık Oldum Birisine:)

Eski 45'liklerin o insanı sebepsizce mutlu eden tınısına bayılıyorum!
Belki de geçmişte hayat, bu müzikler sebebi ile daha güzeldi...
Hayat güzeldi diye müzikler güzeldi belki de...
"Yaşasın nostalji" o halde :)


Pazar, Ekim 22, 2017

Une Belle Histoire- Michel Fugain





"C'est un beau roman
C'est une belle histoire
C'est une romance d'aujourd'hui"


"Bu güzel bir masal
Güzel bir hikaye
Bugünün aşk masalı"

Çarşamba, Ekim 04, 2017

LCW Sense- Görme Engelliler de "Görebilsin" Diye...


Dün çok anlamlı bir gündü. LCW Sense projesinin basın lansmanı vardı. Projenin ve uygulamanın tanıtımı yapıldı. Duyarlı bir vatandaş ve 4 yıl farklılıkları olan bireylerle bilfiil çalışmış bir psikolojik danışman olmamın yanı sıra, bu projenin bu kadar destekleyicisi olmamın özel bir anlamı da var aslında:)
Hayatımdakisevgiliinsan uzun süredir hazırlığı içindeydi bu güzel projenin. Adım adım gelişimine tanıklık ettim ben de. Çoğunuz için yeni, biliyorum, belki ilk defa duyuyorsunuz hatta. Ama, bizim evde bir süredir sadece bu konu konuşuluyordu diyebilirim:)

Sizlere de süreçten kısaca bahsedecek olursam;
change.org'da açılan bir kampanya üzerine LC Waikiki bir proje başlatır ve görme engelli bireylerin bağımsız olarak alışveriş yapabilmelerini sağlayacak bir telefon uygulaması geliştirilmesi için kolları sıvar. Bu uygulamanın kullanışlı olması için geliştirme süreci boyunca 6 Nokta Körler Vakfı ve Türkan Sabancı Görme Engelliler Okulu ile görüşmeler yapar, fikirler alır.

Ve nihayetinde ortaya çıkan uygulama ile artık görme engelli bireyler kıyafet seçerken (mağazada ya da evde) ürünün rengini, özelliklerini ve yıkama talimatını öğrenebiliyorlar.
Bizler için çok sıradan kolaylıklar, ama görmediğinizi düşünsenize bir an...
Onların hayatlarında gerçekten kolaylık sağlayacak.
Bu kıymetli projede emeği geçen herkesi tebrik ediyorum can-ı gönülden. 
Hem mağazacılık alanında hem de diğer toplumsal alanlarda farklılıkları olan bireylerin yaşamlarını kolaylaştıracak, bağımsızlaşmalarını sağlayacak uygulamaların artmasını diliyorum ivedilikle...

Cumartesi, Eylül 30, 2017

2017 eylül ayı filmler (4) ve kitaplar (3) , 1 bölüm de dizi (7yüz)

good will hunting (can dostum)
bazı şeylere neden ve nasıl böyle geç kaldığımı anlamıyorum. herkes behzat ç. izlerken ben ne yapıyordum mesela. niye ancak 2016 yazında izleyebildim... ya da lost'u neden 2010'da izledim...
gündemi, popüler olanı takip edememek gibi bir sıkıntım var.
bu nedenle, bizim jenarasyondan kill bill'i izlemeyen tek kişiydim sanırım. neyse ki, nisan ayında ben de izlemiş oldum:)
can dostum da 20 yıllık film! ve lise, üniversite yıllarımda defalarca karşıma çıktı elbette, ve fakat ancak izleyebildim ben... 
iyi ki de izledim. ne varsa eskilerde var beee... artık böyle etkileyici filmler bulmak zor maalesef.
senaryosunu ben affleck ile matt damon'ın yazdığı ve başrollerini  de paylaştığı, usta yönetmen gus van sant'ın yönettiği film insana dair, sevgiye dair, cesarete dair konuları ele alıyor. keyifle ve duygular yükselerek izleniyor.



*will karakterinin hintli matematik dehası srinivasa ramanujan'dan esinlenerek yaratıldığı söyleniyor.

yaşamak güzel şey
annem bizdeyken onun isteğiyle izlediğimiz film. akıcı, kolayca izleniyor. müfit can saçıntı, yine hayat koşturmacasında ve teknoloji bağımlılığımızla neleri kaçırdığımızın altını çizmek istemiş. bu sefer biraz hüzünlü bir biçimde... insanda hoş duygular bırakan filmlerden.



40
yine annem bizdeyken bir akşam evde izledik. hayatların kesişmesi hikayelerini severim. bu filmi de sevdim. ali atay efsaneydi yine...



room (gizli dünya)
yıllar önce ablamın önerisi ile kitabını okumuştum. çok etkilenmiştim. 



sonra, filminin çekildiğini duyunca da çok heyecanlanmıştım ve mutlaka izlemek istiyordum. fakat vizyondayken izleyemedim. yine bir akşam evde izledik. 

kitabın bıraktığı etkiyi bırakamıyor elbette. yine de oldukça güzel. çok sevdiğim bu romanın filmini de izlemiş olmaktan çok memnunum ben:)



7yüz (1.bölüm)
yeni blu tv dizisi 7yüz'ü merakla bekliyordum. 22 eylül'de yayınlanan ilk bölümünü (büyük günahlar) izledik. çok etkileyici bir hikayeydi. ben çok beğendim. oyuncular genel olarak oldukça başarlıydı ama cem davran gerçekten parlıyordu!!! 



her bölümü, o bölüm içinde başlayıp biten hikayelerden oluşan, bölümlerin birbirinden farklı oyuncularla renklendiği ve her birinde sarsıcı yüzleşme hikayelerinin anlatıldığı dizinin, bakalım, diğer bölümleri nasıl olacak.


süpermen ve uğur böceği

okulumuz rehberlik servisi kütüphanesindeki tüm kitapları okumuş olmak istiyorum ki, önerirken, içim rahat olsun.
bu kitabı da bir cuma eve getirdim ve hafta sonu bitiverdi. çok akıcı bir anlatımı var ahmet şerif izgören'in. içinde etkileyici, ilham ve umut verici hikayeler var. severek okudum ben.



charlie'nin çikolata fabrikası

yine yukarıdaki gerekçe ile okulumuz rehberlik servisi kütüphanesinden okudum bu güzel kitabı da. filmi de izlemediğimden, hikayesini bilmiyordum.
çocuk kitaplarını hem önerirken daha fazla yardımcı olabilmek için hem çocuklarla çalıştığımdan mesleğime katkı sağlaması için (dünyalarını anlamak, zaman zaman da sevdikleri karakterden örnekler verebilmek)  hem de itiraf etmek gerekirse zihnime ve ruhuma iyi geldiklerin için okuyorum:)  
beslendiğimi, dünyamın zenginleştiğini hissediyorum çocuk kitaplarıyla. "okuyorum" dediysem çok da sık çocuk kitabı okumuyorum esasen, ama, her okuyuşumda daha sık okumayı diliyorum. bu yıl her cuma merak ettiğim birini alıp, her hafta sonu farklı bir hikayeye zihnimi, ruhumu açsam ne iyi olur aslında;)




vişnenin cinsiyeti

bir süredir listemde olan bu kitabı beylikdüzü sahaf günleri'nde kütüphaneme kattım, bir bilim adamının romanı, karaduygun, orhan veli tüm şiirleri ile birlikte. ilk bunu okumak istedim yeni edindiğim kitaplardan.
yaklaşık bir ayımı aldı okumak, aralıklı okudum yani. belki o nedenle olay örgüsünden zaman zaman koptum, belki zaten epey karmaşıktı... sert ve derin bir kitap. zamana ve yaşama dair güzel tespitler, ifadeler var içinde. ama dediğim gibi, tam hakkını veremedim sanki ben kitabın...



çok cümlenin altını çizdim. bir kısmını paylaşayım sizlerle:



  • “Herkes hiç olmamış şeyler hatırlar. Olmuş şeyleri unuttukları ise herkesin bildiği bir şeydir. Ya hepimiz hayalci ve yalancıyız, ya da geçmişin hiçbir kesin yanı yok. Bizleri biçimlendiren çocukluğumuzdur diyenleri çok duydum. Ama hangisi?” (syf 110)
  • "Biz bütün karşılaştıklarımızın bir parçasıyız ve bütün karşılaştıklarımız bizim bir parçamızmış. Bugüne dek dinler bunu bilimlerden daha iyi tanımlamıştı, ama artık fizik de metafizik de aynı şeyleri söyler gibi." (syf 107)
  • "Zamanın, sürekli bir şimdinin içinde olmakla bir haritaya bakmak, tepelerin, yükselip de alçalmalarını görmeden yalnızca yassı biçimi görmek aynı şey. Herhangi bir boyut algılaması söz konusu değil, yalnızca yüzey duyumsanıyor. Zaman hakkında düşünmek ise daha başdöndürücü, hatta uçurumsal." (syf 106)
  • “Bence her şeyden çok değişiklik ihtiyacında olanlar aşık olmayı seçiyorlar, sonra da kollarını semaya kaldırıp tüm suçu kadere yüklüyorlar. Oysa suçlu olan kader değil – yani kader bizim dışımızda bir şeyse eğer. Bence geceler boyu süren özlem sonucu yapılan bir seçimdir aşk.” (syf 88)
  • “Ben Tanrı’yı değil, kendimi arıyorum ki bu çok daha karmaşık.” (syf 122)
  • "Gelecek, parıltılı bir kent gibi uzanır önümüzde, ama çöldeki kentler gibi, yaklaştığımızda gözden yok olur. Belirli bir ışıkta kuleleri, kubbeleri, hatta oraya buraya koşuşturan insanları görmek kolaylaşır. Hep özenle, sevgiyle ederiz sözünü. Gelecek. Oysa sahtedir o kent. Gelecek de, şimdi de, geçmiş de yalnızca bizim kafamızda vardır. Uzaktan bakıldığında her birinin sınırları çekilir, eriyip yok olur, aynı gökte yüzen bir kentten bakıldığında düşman ülkelerin sınırları gibi. Irmak, bir ülkeden bir başka ülkeye akar hiç duraklamadan."(syf 174)