Salı, Ağustos 14, 2012

orta avrupa gezim

http://pinkket.blogspot.com/2012/07/avusturya-macaristan-cek-cumhuriyeti_6799.html yazımda bahsettiğim 10 günlük orta avrupa gezimden dönmüş bulunmaktayım.

en yakın zamanda, fotoğraflarla şehir şehir anlatmak var aklımda! hele bi kişisel notlarımı alayım da ;) gezerken bol bol not aldım elbet. lakin dönünce onları temize çekeceğim ve bundan sonraki gezilerim için de devam edeceğim bir deftere başlamaya karar verdim. biletleri, giriş kartlarını da zımbalayarak hani;)

şimdi sizlerle ilk olarak, genel izlenimlerimi paylaşmak istiyorum:

kurallar ve tıkır tıkır işleyişi- düzen:

doğudan batıya gelen her bireyin fark edebileceği gibi, benim de avrupa’da gözüme çarpan ilk şey insanların kurallara gösterdiği riayet, devletle olan karşılıklı güven ilişkisi oluyor.

toplu taşımada turnikelerin olmayışından tutun da, kırmızı ışıkta gece yarısı bile olsa yayaların ve taşıtların mutlak suretle durması, bisiklet yolları, bisiklet yolları için trafik ışıkları, bisikletlilerin kollarıyla verdikleri sinyaller, kornanın hiç kullanılmaması, trafiğin olmayışı, ulaşım probleminin metrolarla çözülmüş oluşu, herkesin sakin ve gürültüsüz tavırları, müze girişlerindeki sıraların muntazamlığı…

sonra, mimarideki, şehir yapılanmasındaki o sistemlilik.. kadınların rahatlığı ve özgürlüğü, kimsenin kimseye bakmaması...

insan sorguluyor, sormadan edemiyor “neden benim ülkemde böyle değil?” diye.

(kimseyi aşağılamak değil niyetim. sadece farklılıklara dikkat çekmek istiyorum)

örneğin viyana’dan ayrıldığımı havaalanında anında anlayabilmek neden? neden koşuşturan insanlar, neden uçağın kapıları açılır açılmaz “saldıranlar”, neden gece yarısı uçuşunda gürültülü konuşmalar, neden inince pasaport kontrolü için koşturmak, sıra kapmak?

genel olarak güvensiz ve telaşlıyız, hep “aman açıkta kalmayım, kendimi kurtarayım” derdindeyiz.

(pek çok tarihsel ve sosyolojik açıklaması olmalı elbette. ama ben o an sadece üzülebildim, umutsuzluğa düştüm, hiçbir zaman gelişmiş ülke olamayacağımızı hissettim…)
….

neyse, biraz daha yüzeysel şeylerden bahsetmeli belki de;)

gazlı su:

ilk olarak bremen’de erasmus öğrencisi olarak karşılaştığım dönem yaşadığım bir zorluktu. marketlerde satılan suların çoğu gazlı, yani tad olarak maden suyu ile su karışımı. bilen var mı nedenini?

domuz eti:

adım başı karşınıza çıkan kiosklarda kokusunu duymak çok midemi bulandırdı. nasıl yiyorlar anlayamıyorum! (gerçi, ben kuzu eti için de aynısını düşünüyorum)

sokak şarkıcıları:


çok yaygın. ve çok başarılılar! her meydanda rastlamak ve oturup keyifle dinlemek mümkün.

dilenciler:

viyana’da, dresden’de ve budapeşte’de hiç görmedim. prag’ta çok fazla var ve herhangi bir engeli olmadan dilenenler secde pozisyonunda duruyorlar. duyduğumuza göre, utandıklarından dolayı yüzlerini gizlemek içinmiş. bir de istisnasız her birinin yanında köpeği ve pek çoğunun yanında starbucks kahve bardakları var! birisiyle sokak şarkıcısını dinlerken yan yana oturuyorduk da turist olduğumu anlayıp ingilizce konuştu benimle!


honey cake, pastalar, kahveler:

“honey cake-honig kuchen” prag ve budapeşte’de karşımıza çıktı. ba-yıl-dık! tatlı ile arası hiç olmayan hayatımdakisevgiliinsan bile hayran oldu. kısacası, tarifini aramaktayım telef telef, bilginize 


avusturya’nın ünlü “sacher torte”sini de hiç sevmedik bu arada.

kahveler de ayrı bir sorunsal. çok fazla çeşit var, neyin neyden ne farkı var bilmeden sipariş etmek durumunda kaldık. genel olarak lezzetli, fakat, yeterli sıcaklıkta gelmediğini düşünüyorum.

hatıra-hediyelik:

hiç farkında olmadan, çok da öyle bir amaca girişmeden 22 parça ile dönmüşüm (kartpostallar hariç), valizi boşaltırken fark ettim! bol bol ayna, kupa, not defteri vs almışım. iyi de yapmışım;)