Pazar, Temmuz 31, 2011

yeo-haeng-ya- yepyeni bir hayat


kanal 24- tematik film kuşağı'nda denk geldim.
severek izledim.
güney kore asıllı bayan yönetmen "Ounie Lecomte"nin kendi hayatından da izler taşıyan, 2009 yapımı, dramatik filmi...
güney kore sinemasının genel tarzı olan sadelik ve derinlik, bu filmde de görülüyor ve duyguları vermeye yetiyor.
"terk edilmişlik duygusu" ile "kayıp ve yas"la baş etmeye çalışan küçük çocuğun yaşadığı psikolojik süreçler oldukça etkili olarak izleyiciye yansıtılabilmiş.
depresyondaki bir çocuğun göstereceği davranışlar, yaşamdan vazgeçme isteği öyle gerçekçi ki... bir o kadar da naif...
ölen kuşunu toprağa gömdükten sonra, gömülürse kendinin de öleceğine inanacak kadar...
psikolojik çözümlemelere yatkınlığıyla, meslektaşlarıma -özellikle- önerebileceğim bir film.

Perşembe, Temmuz 28, 2011

sporsuzlukla lanetlenmiş toplum

(rus muyduk da, uzamadık?)

spor yapan insana "aa, zayıfsın ki sen zaten" diye tepki veren bi toplumuz.
sporun sağlıklı yaşamın bir parçası olduğu bilinci kazanabilecek miyiz acaba bir gün?
niye en azından akşamüstleri yürüyüşe/ koşuya çıkma alışkanlığımız yok ki...

hadi erkekler, ucundan kıyısından ilgileniyorlar. ne bileyim, halısahaya gidiyorlar haftada bir...

bizlerinse, bir kadın olarak, mahallenin potalarına çıkıp 2 basketbol atma şansımız yok maalesef.. en azından 14-15 yaşından sonra... (zira, memeler olgunlaşmış, kadınsı görünüm kazanılmıştır...)

işte bu nedenle genetik kodlarımıza "selülit" yazılıp duruyor. bu nedenle boyumuz kısa:/
kışın, bildiğiniz üzre, pilates yapıyorum haftada 3 gün. yazın o da yok.
"e ille merkeze gitmen mi gerek, evinde yap" diyebilirsiniz. lakin, işte ondan bahsediyorum. zorlamadan olmuyor; çünkü, öyle bir kültür yok...

ölücem sporsuzluktan:(

taze fındık

@ itici entel gibi görünmek istemem. lakin, gerçek bu:
"semt pazarlarını seviyorum!"
@seyyar satıcılara da dayanamıyorum. mevsimine/ modasına göre ne satıyorlarsa alıyorum.
ama, bu aralar sattıkları tazefındık hiç dikkatimi çekmiyor doğrusu...

Çarşamba, Temmuz 27, 2011

balkan gezisi fotoğrafları- sevgili nil'in isteği üzerine ;)


kişisel hayatıma dair fotoğrafları pek paylaşmasam da, blogdaşların istekleri önemlidir;)
takdir edersiniz ki, 1000'e yakın fotoğraf var geziden geriye... lakin burda, her ülkeden bir iki kare:

bosna hersek- saray bosna- semt merkezi


bosna hersek- saray bosna- savaş izleri...


bosna hersek- srebrenica toplu mezar...



bosna hersek- mostar- mostar köprüsünün camiden görünüşü




bosna hersek- poçitel- osmanlı köyü




hırvatistan- split- katedral



hırvatistan- dubrovnik- muhteşem adriyatik



hırvatistan- dubrovnik- semt merkezi



arnavutluk- girişi...


karadağ- yol üstü



makedonya- ohrid- dinlerin kardeşliği...


pekbiçılgın günlerdi


(bu fotoğrafta yokum.)

öğrenciliğim aile evinde geçmiş olsa da ve 2,5 aydır son derece düzenli bi ev hayatım olsa da, istanbul'daki ilk evim olan ve toplam 1 yıl 8 ay yaşadığım o "şirinev"de pekbiçılgın günlerimiz oldu.
ev sahibi olarak 3 kişi görünmesiyle beraber, nüfus ortalama 6'ydı ve oldukça eğlenceliydi.
hele bu kış, abartıp, evi masa tenisi ve wii'den müteşekkil bir oyun merkezine çevirmiştik.
turnuva yapıyor, yemeksepetinden dominos pizza mexicano ve içkisepetinden balyayla bira- cips- çerez sipariş edip kaybedene ödettiriyorduk.

güzeldi.

yaşamboyu sürdürülebilir bir hayat tarzı olmadığını kabul ediyor; amma velakin, yaşamınızın bi döneminde mutlaka denemenizi -naçizane- tavsiye ediyorum.


(burda soldan dördüncü, sağdan üçüncüyüm.)

Salı, Temmuz 26, 2011

2010 yaz seyahatim- köklerime yolculuk:)

bu yıl tatile çıkamayan ben, geçen yılki muhteşem balkan gezimizin fotoğraflarına baka baka iç geçiriyorum...
geçen yıl, bu kadar çok blog yazan bir şahıs olmadığımdan mütevellit, tatilimi paylaşmamıştım sizlerle.

geçen yaz, hayatımın belki de en güzel 10 gününü geçirdiğim, çok eğlenceli, bol bilgilenmeli, çok kültürlü bir tatil yapmıştım.
7 kişi, bosnahersek'ten başlayıp, hırvatistan'a, karadağ'dan arnavutluk'a ve en son da -memleketim- makedonya'ya uzanan özgür bir tur yapmıştık.
yalnızca ilk çıkış ve dönüş uçakla, geri kalan tüm mesafeler kiraladığımız minibüsle;)

son derece keyifliydi.
umarım nice dolu dolu tatillerim, seyahatlerim olur :)


"tatildebilenotalankız" temalı fotoğraf- ohrid gölü

not: balkanlarla ilgili sorularınız olursa, seve seve cevaplarım;)

ben kendim

kendimle ilgili yeni bir farkındalığım oluştu son günlerde.
hayatımdakisevgiliinsan kadar olmasa da, ben de kontrollü bir insanım galiba.
örneğin, hayatımda bir kere bile televizyon karşısında/ klima karşısında/ ışıkta/ ters bir pozisyonda uyuyakalmışlığım yoktur. baktım gözlerim kapanıyor, kalkar kaparım elektrikleri, tıpış tıpış yatağıma giderim, keyifle uyurum.
sonra, mesela -hani çoğu kadın öyle yaptığını iddia eder ya- hiç öyle alışverişte kendimi kaybetmişliğim yoktur. mantıklı, makul bir alışveriş tarzım vardır. evet sık sık yaparım, ama, uygun alırım.
hiç kimseyi, bir tepkimle, bir sözümle zor durumda bırakmışlığım da yoktur.
ne olursa olsun, günü rezil etmeyeyim diye, kendimi sıkıp sıkıp ağlamamaya zorlamışlığım da çoktur mesela...

Cumartesi, Temmuz 23, 2011

bloglardaki "çınar ağacı" furyasına katılmaca

baktım blog yazarları bu ara "çınar ağacı"nı izleyip duruyor, merak ettim ben de.
vizyona girdiği zaman izlemek için hiç istek duymamıştım.
oysa, çok severim türk sinemasını...
velhasıl, bugün bir merakla izledim...
dram da severim aslında (beyaz melek'i bile sevmişimdir mesela).
lakin, pek bi sıkıldım. kurguda, oyunculuklarda (ki kadro oldukça başarılı), çekimlerde başarılı bir yan bulamadım.
aslında, hiçbiri değil de, sanırım, bi filmde temelde beklenen şey, içimizde bi yerlere değmesi, bi yerleri titretmesi, bize hissettirmesi vs.. açıkçası, filmi bu konuda çok güdük buldum...

nazım- nüzhet; beraber olamayacaklarını anlarlar...


....
nazım'ın ilk eşi nüzhet, bir süre sonra, ailesinin de etkisinde kalarak, moskova'daki hayattan yorulur ve alışageldiği hayatı özler.
bir gün nazım'a şöyle der:
"bizim de herkes gibi bir yuvamız, cici bici bir evimiz olsun istemez misin Nazım? bu macera seni yormuyor mu? her akşam ben evimizde seni bekleyeyim, huzur içinde mutlu yaşayalım. sana mı kaldı dünyayı düzeltmek?"
nazım için büyük bir düş kırıklığı olur bu...
....
(kaynak:hıfzı topuz, hava kurşun gibi ağır, 2011)

ben de bir gün sıradan, sıkıcı ve coşkusuz bir kadın olmaktan ölesiye korkuyorum...

yaşa gül sev

işarkadaşımın 1,5 yaşındaki oğlu 5 gün önce kanepeden düştü ve 2 gün önce kusmaya başladı. 2 gündür hastanelerde tetkik tahlil vs. koşuşturuyorlar... araştırılıyor, net bir şey söylenemiyor...
endişesi, telaşı yüzünden okunuyor... nasıl acı çektiği...
böyle durumlar, hepimiz için acı farkındalık anları oluyor...
hiçbir şey önemli değil aslında. zannettiğimiz kadar...
yaşayıp, gülüp, sevip, mutlu olmak var sadece... hala hayattayken...
allah kimseye sevdiklerinin acısını yaşatmasın...

tesadüfler- volume 6

bu ara hakikaten çok sık.
"amigurumi" sözcüğünü 15 dk önce
annem o elişi yöntemiyle küpeler yapar aslında; ama, benim daha önce duymadığım bir kelimeydi.
ve hemen üstüne feysbuk'ta bir arkadaşımın "amigurumi" isimli çeşit çeşit o el işlerinden oluşan bir albüm yaptığını gördüm.
çohilginç bence :)

Cuma, Temmuz 22, 2011

aşkın halleri


3,5 ay sonra kara talihi değiştirip, yeniden sinemaya gitmek güzeldi...
hiç bu kadar uzun "sinemada film izlemediğim bir zaman zarfı" olmamıştı sanırım...
aşkın halleri/ Le Nom des gens'i izledim...
michel leclerc'in yönetmenliğini yaptığı, keyifli, orta tempoda, 2010 yapımı fransız filmi. politika, göçmenlik, çok kültürlülük gibi konulara değinen ve aynı zamanda eğlendiren bir yapım.
oyunculuklar çok doğal, çok hoş.
"bu kıza dikkat" diyorum bir de:
sara forestier.
("demedi" demeyin:))
bir de filmden 2 kuple:
@ melez'den başka biri olmadığı zaman, işte o zaman, barış gelecek!
@ evlilik, sağcılara göre.

okul zilimiz idi:)

Çarşamba, Temmuz 20, 2011

elif şafak- iskender


yeni kitabı çıktığı haberine rastladım sabah.
kitabı araştırırken, sözlükte, yazar hakkında yazılanları okurken buldum kendimi.
üzüldüm...
elif şafak, mahrem'le tanıyıp hayran olduğum; ardından da araf, pinhan, şehrin aynaları, bitpalas, baba ve piç, medcezir, siyah süt, aşk ve firarperest olmak üzere toplamda 10 kitabını okuduğum bir yazar...
her birini de severek okudum. mahrem, araf, pinhan, şehrin aynaları ve aşk'ı çok çok sevdim...
genel olarak, yazdıklarının sıradanlaşma, popülerleşme, yüzeyselleşme yönünde gittiğinin farkındayım ve bu durum hoşuma gitmiyor elbette.

lakin, ne olursa olsun, bu derece "bir kalemde silip atma" tarzı yorumlar acımasızca bence...
engin bilgisine, derin düşünme tarzına haksızlık en başta...

yani bi de şu var; popülerleşmesi veya ticarileşmesi hoşunuza gitmeyebilir (benim de gitmiyor şahsen, sonuçta çok sevdiğiniz bir şeyi kaybediyorsunuz bir anlamda).
ama, bu nedenle,
sadece ünlü biri olduğu için, kendisine bu kadar kızabilme hakkı ve kendisini yönlendirme isteği, hiçbirimize verilmiş değildir bence.
bırakınız...

Salı, Temmuz 19, 2011

tesadüfler- volume 5

ara ara oluyor zaten de, bazen çok üstüste geliyor.
şaşıyorum.
bugün, işyerinde, yeni keşfettiğim güzel ve yararlı blog
http://yolunneresindeyim.blogspot.com/ 'da "murakami" ile tanıştım. ne yalan söyleyeyim, daha önce duymamıştım. yani, duyduysam da dikkatimi çekmemiş. velhasıl, not ettim "imkansızın şarkısı" ve "sahilde kafka" kitaplarını.
iş çıkışı da metroportta pek yakında vizyona girecek filmlere bakarken "imkansızın şarkısı" filmiyle karşılaştım! (5 ağustosta vizyona giriyor)
hoşuma gidiyor böyle tesadüfler...

hayat sokakta!


evde zaman geçirmeyi seven bir insan olmakla beraber, sokakta zaman geçirmeyi de seviyorum. (tüm gelgitlerime rağmen yaşamayı seviyorum galiba:))
dün yekta kopan'la söyleşisinde sezen aksu, sokaktan çok beslendiğini söyledi.
hepimiz için de öyle sanırım.
dışarıda koskoca bir dünya var. hızla akan, yakalanamayan..
yakalayamasak da, en azından değip geçebilmek için evden çıkmalı...
sokak/ dışarısı çok fazla uyaranla dolu. sürekli bir bilgi bombardımanı.
bu fırsatı kaçırmamalı.

herkesin bir derdi var/ durur içerisinde...

çevremizde bizi anlayan, dinleyen, önemseyen "çokyakınlarımız" da olsa

ve

kendimizi güvenle açabilen bir insan olsak da

mutlaka var bir gizimiz...


kimseye diyemediğimiz...

Pazartesi, Temmuz 18, 2011

derinimizdeki özel insanlara...

herkesin bir feride'si vardır bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi bir de şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim
bir de kimsesizliği

y. odabaşı

@@@

şayet bir gün kızım olursa; adını leyla, feride, cemile, feriha, elif, ayşe, inci gibi manalı ve derin isimlerden seçmek isterim. yeni nesil isimler, ziyadesiyle kasmaca ve uydurmaca geliyor zira. (örnek: alara, ...su , pırıl, enes vs.)

en sevdiklerimden: kadim dostum sevgi (ve izmir)


izmir'de, blogdaşlarımın yoğun isteği üzerine, yıllardır hiç gitmediğim yerde fıstık'a gittim bir akşam.

çok yakınlarımdan sevgi'yle... kendisi yıllardır muhabbetin dibine vura vura keyifli zaman geçirdiğim, uzun yıllardır çok şey paylaştığım dostumdur.

kendisiyle çandarlı'ya da gittik. bir arkadaşın yazlığına. çok da güzel zaman geçirdik. (çandarlı, dikili ilçesine bağlı yazlık beldedir. sakinliği ve denizinin temizliği ve serinliğiyle ünlüdür. daha fazla bilgi için:

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87andarl%C4%B1,_Dikili )

velhasıl kelam, yerde fıstık'ta, "küçük- orta- büyük bira" diye bir sistem uyguluyorlar. o biraz şaşırtabilir ve her zaman 50'lik içenlere orta yetmeyebilir, benden söylemesi :). hemen yanı başındaki seyyar mehmet usta'dan getirttikleri midye dolmalara gerçekten de doyum olmuyor. izmir'e gideceklere -naçizane- tavsiyemdir!

günün özlü sözü son zamanların popüler müzik grubu model'in gitaristi can temiz'den gelsin:

"izmiri özlemek eski sevgiliyi özlemek gibi. özlüyoruz ama bir araya gelince de neden ayrıldığımızı hatırlıyoruz."

Cumartesi, Temmuz 16, 2011

murathan mungan'ın "şairin romanı"ndan önce bi kitabı daha basılmış meğersem


üretkenlikte rakip tanımayan edebiyat ustası murathan mungan'ın şubat ayında "kibrit çöpleri" isimli (kısa) öykü kitabı çıkmış da, ben yeni duyuyorum.
en yakın zamanda edinip, bir solukta okumayı salık veriyorum bizatihi kendime.

ten uyumu; vazgeçilmezdir.

senin dokunuşunu benim için bu kadar özel kılan neydi..
ne demekti tenlerin çekimi, nedendi...
@@@
sevdiğine mi dokunmak isterdi insan
dokunmak istediğini mi severdi
...

Cuma, Temmuz 15, 2011

yaşam her yaşta güzel


"en güzel yaşımda... " ile başlayan bir cümle kurdu 20 yaşında biri...
"sahi öyle mi?" diye düşündüm ben...
evet, gençlik güzel...
peki, kaç yaşında biter o en güzel yaşlar? var mı öyle bir son...
kendime bakıyorum, 25 yaşımdayım (yaşımdayım mı yaşındayım mı?) ve en güzel yaşımda olduğumu düşünüyorum. (okul bitmiş, işim var, özgürüm vs.)
anneme bakıyorum 50 yaşında , o da en güzel yaşlarında olduğunu düşünüyor. (çocukları büyütmüş, ekonomisini toparlamış, kendi için yaşamaya başlamış, artık rahat ediyor vs.)
yaş aldıkça, "her yaşın ayrı güzelliği var" düşüncesine yaklaşıyorum sanırım... yoo, züğürt tesellisi değil bu, gerçekten de inanıyorum.
sanırım, asıl soru; "insan ne zaman yaşlanır?"
ve sanırım cevap da "yaşam enerjisi sönünce"
yaşam enerjimizin hiç bitmediği, amaçlı ve umutlu yaşamlarımız olsun öyleyse...

izmir

istanbul'dayken mütemadiyen bir izmir türküsü var dilimde.
buraya gelince de istanbul tütüyor burnumda...
bitsin bu ikilem artık...
ait olayım birine...
@@@
günün özlüsözü de gelsin: (:))
anne yanında kalmak, ütülü çarşafta yatmak demektir.
ev kıyafetlerinin bile ütülü olmasıdır hatta.


Salı, Temmuz 12, 2011

kronik obur

öncesi ve sonrasında en az 2 saat açlık gerektiren kansızlık ilacımı kullanamıyorum!!!
çünkü, bu ilacı içmek, 4 saat bir şey yiyip içmemek demek oluyor.
fekat, hayatımda öyle bir 4 saat pek olmadı!!!
sabah erken uyanıp kahvaltıdan önce ilacı içemiyorum.
kahvaltı, kahve, atıştırma, derken "neyse öğleden sonra içerim" diyorum.
öğleden sonra da benzer tablo olunca...
gece yatmadan 2 saat önce yemeyi kesebilmişsem, uyumadan içebiliyorum anca...

Pazar, Temmuz 10, 2011

hayatımdakisevgiliinsan'ı anlatıyorum gözlerim kapalı...

hayatımdakisevgiliinsan'dan öğreneceğim çok şey var...
onu hiç ama hiç "stresli" ya da "telaşlı" görmedim mesela... hep sakin ve rahat...
en sevdiği söz "du bakalım"...
benim gibi panikleri, kaygıları ve korkuları yok hiç...
aaa ama 2 konuda korkusu var onun da; unutmuşum.
biri, denizde açılmam :)
diğeri de, esenler'e bilet bulmaya gitmem :)

ondan öğrenmem gereken bir diğer şey de, çok güvenli oluşu. yani, güven duygusu çok gelişmiş. ne desem, ardını aramaz, "acaba" demez, "ne demek istedi şimdi" diye kendini yemez...
bu özelliği, direkt soramayıp/ söyleyemeyip kendisinin anlamasını beklediğim durumlarda beni çıldırtabiliyor gerçi.
son derece ince ve düşünceli biri olmasına rağmen, dolandırarak sorduğum sorulardan hiç beklediğim cevapları alamıyorum.
örnek gerekirse, 2-3 ay önce yaşanan bir diyalogumuz:
"hayatta en çok ne istersin?"
"senin gibi 9-3 çalışmak."

evim evim güzel evim...


evim'e geldim...
huzur bulmaya...
sevinç depolamaya...

Perşembe, Temmuz 07, 2011

hayatta zorlanıyorum ben...


ben, sadece, her şey yolunda gitsin istiyorum...
biraz da zorlamadan, tırmalamadan... kendiliğinden hani...
her zaman ille bir zorluk çıkmadan, su gibi...
bir seferinde de kolaylıkla, şansla olsun mesela...

yanlış seçimler mi yapıyorum...
yanlış yollarda mı yürüyorum...
neden tıkır tıkır gitmiyor...

Salı, Temmuz 05, 2011

gereksiz tespit. arayıp da buldum- volume 3

dergilerde, gazetelerde rastlıyorum da; mesleğinde öne çıkmış, belli başarıyı yakalamış kişiler şöyle anlatıyorlar hep:
"çocukken bile oyunlarda bilmemneyden mikrofon yapar, şarkıcı olurdum." (şimdi şarkıcı olmuş mesela)
ya da
"küçükken bebeklerime giysiler dikerdim." (şimdi tasarımcı olmuş mesela)
vesaire, vesaire...
bense bunu desem mesela:
"küçükken oyunlarda insanları dinler, anlar, kendilerini anlamalarına yardımcı olurdum"...
...
ya da, yine başarı hikayelerinde, şöyle oluyor:
"aslında 5 yıl psikoloji/ işletme/ mühendislik eğitimi aldım. ama mesleğimi hiç yapmadım/ sadece 2 yıl yaptım. bana göre olmadığını anladım. sonra yeteneğimi fark ettim/ pastacılık kursuna gittim." (şimdi ünlü pastacı olmuş mesela)

az bilinen, oysa, çok sevilmeyi hak eden şarkı

Pazartesi, Temmuz 04, 2011

klişesevenkadın-bir şeyin değeri kaybedince anlaşılır

(alakasız fotoğraf)

-ayrıldıktan tam da bir hafta sonra-
şimdi düşünüyorum da,
okulda çalışmanın en güzel yanlarından biri,
(şu an tatilde olmanın dışında)
sık aralıklarla, muhtelif nedenlerle, öğretmenler odasına yığılan ikramlarmış...
çocukluğumda annemle gittiğim "gün"lerden sonra, yeniden çeşit çeşit tatlı-tuzlu yemeyi nasip eden tüm veli ve öğretmen arkadaşlara teşekkürü borç bilirim (:
bi de bi hizmetlimiz vardı. odaya gelip camımızı açardı. "2 bilgisayar var, çok radyasyon olur" derdi. camdan radyosyonun hızla odayı terk edişini izlerdik (:
bi de son zamanlarda, artık öğrenciler gelmez- ders işlenmezken, tüm öğretmenler çocuklarını da getirirdi. öyle tatlı öyle şirindiler ki, oracıkta doğurasım gelirdi. o yumuş tenlerine temas etmek mutluluk yayardı...
güzeldi be.

Pazar, Temmuz 03, 2011

feysbuk zırvalıkları- volume 2

şayet,
bir ademoğlu/kızı facebook hesabını dondurmuş yahut yeniden aktive etmiş ise,
bilin ki;
işbu kimsenin ilişki durumunda bi değişim sözkonusudur.

Cumartesi, Temmuz 02, 2011

özgür kadın özgür toplum


(fotoğrafı nereden aldığımı hatırlamadığım için, kaynak belirtemiyorum maalesef.)

kadınların straplezle, mini etekle rahatça dolaşabileceği yerdir, yaşamak istediğim yer...
yooo, hiç de sığ değilim.
çağdaşlığı, kadının özgürlüğünü, kadının "açık" giyinebilmesinden ya da istediğiyle sevişebilmesinden ibaret görenlere de kızmışımdır hep.
ama, aslında, çok alakalı bi yerde.
asırlardır, pekçok kültürde baskılanmış olan "kadın"ın özgürce, istediği gibi yaşayabiliyor olması, o yerin havasını epey bir değiştiriyor sanki...

Cuma, Temmuz 01, 2011

ölmeseydik ne iyiydi...



"bütün mülksüzler, sahipsizler, yoksullar, en temelinde doymak bilmeyen iştahın mağdurlarıdır. "


radikal'in internet sayfasından bir yazı.

etkileyici, acıtıcı...

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1054483&Date=29.06.2011&CategoryID=78