Pazar, Şubat 20, 2011

beni tanıyanlar, bu yazacaklarıma da tanıdıktırlar...

zira hiç değişmiyorum ben...


mayıs 2010'da yazıp taslaklara kaydettiğim yazımı buldum üstüne...
aynen yayınlıyorum:
"tatminsizim ben; bitmiyor arayışım...
aklım yapmakta olduğumdan başka birşeyde her zaman, bir yandan da tercih etmediğimde hep..
ne görsem, ne duysam özeniyorum.
ama harekete de geçmiyorum.
hala kendimi mi arıyorum.
memnun olamıyorum kendi durumumdan, olsam da hemen geçiyor.
hep yeni birşey arzusu, hep daha fazlası..."


cumartesi klasiği- önce ev temizliği ardından sanatsal aktivite;)

@ temizlik yaptım bugün.
yine fark ettim ki; her şey ama her şey düzene ihtiyaç duyuyor.

hele ki tüm eşyalarınızın (kitaplar, takılar, giysiler, montlar, şallar, nevresim takımları, süs eşyaları, çantalar, kişsel bakım ürünleri..) tek bir odaya sığmak zorunda olduğu bir yaşam tarzınız varsa...

poşetler bile... hem doğaya katkı olsun diye hem de gerekir diye sakladığımız poşetlerin bile bir düzeni var (şık olanlar ve olmayanlar ayrı saklanır, şık olanlar büyükten küçüğe sıralanır vs.).

"yaşamak, ne kadar çok zaman ve emek istiyor" diye düşündüm sonra..

@ temizliğe perdeleri çamaşır makinesine atarak başladım ve temizliği perdesiz yaptığım süre içerisinde, odamın bir cephesinin baktığı komşu apartmanda yaşayan birisiyle hoş bir tanışma / diyalog yaşama olasılığımın -muhtemelen- hiç olmadığını ayrımsadım. hayal ettim, güzel olurdu... ama, ne yazık ki, hayatımız "the science of the sleep" tadında bir film kesiti değildi.

@ akşam da, seyyar sahne'nin sergilediği nesrin uçarlar'ın oynadığı "çocukluğun soğuk geceleri" oyununu izledim. tezer özlü'nün aynı adlı eserinden oyunlaştırılan oyun oldukça başarılı. oyunlar, oyunculuklar bir yana da, seyyar sahne'de en çok hoşuma giden şey, sadelik, seyirciyle kurdukları içten diyalog ve birliktelik. eğer gidip, oyundan önce kendi kahvenizi, suyunuzu ketıl'da ısıtarak yaparsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız...

Çarşamba, Şubat 16, 2011

akbilsizlik zor azizim


levent'e gittim dün. akbilimi kaybettiğimden, metrobüse 2,5 lira, metroya 1,75 lira verdim. akbille geçsem (indirimli ve aktarma) toplamda 2 lira gibi birşey düşecekti. "akbili olmayanlara ceza mı veriyorlar diye düşündüm ister istemez.

izmir'de de var benzer mantık. kentkartın yoksa ya da içi boşsa 3 geçişlik bilet almak zorunda kalıyorsun ve kenkartla üç defa geçtiğinde düşecek ücretten fazla ödüyorsun o bilete.

anlamıyorum ki, neden tek seferlik binebilecek (eskiden abonman denirdi hani) ve kentkart/ akbille geçişle aynı ücrete gelecek bir bilet alma imkanı vermiyorlar yolculara?

@@@

bir de mecidiyeköy metro durağında kulaklık satarken "soba 1 lira, kulak sobası bunlar" diye bağıran yaratıcı bir amca var:)

dilenci

geçenlerde bir arkadaşımla sokak çalgıcısını dinlerken "insanlar dilenciye para verirler ama sanat yapan/ emek veren bu insanlara vermezler" dedi.
doğru tespitti.
"bu 'sevap' değil çünkü" dedim ben de. insanlar karşılıksız birşeyi yapmakta zorlanırlar zira...
@@@
kimseyi aşağılamak/ üzmek istemem ama; her dilenci görüşümde, içimden şunu geçiririm ben;
"başkaları için bu kadar çok dua edeceğine kendi için etse de muhtaçlıktan kurtulsa ya"...

Pazartesi, Şubat 14, 2011

aldatma

mesleğim gereği olsun, yakınlarımla sohbetlerimden olsun, eşleri/ sevgilileri tarafından aldatılmış kadınların nasıl incindiklerini, ne kadar çok şeyi kaybettiklerini görme fırsatım oluyor. benlik saygısı, özgüven, karşı cinse güven, mutlu ilişkiye güven duygularının nasıl darmadağın olduğuna tanıklık ediyorum.
hatta, aldatma öylesine yaygın ki, henüz bunu yaşamamış olanların da içlerinde "ya olursa" kaygılarını her daim canlı tuttuklarını gözlemliyorum...
....
aldatma üzerine epey düşünmüşlüğüm de var, neden bunca yaygın olduğunu ve neden bunca kırdığını anlamaya çalışmışlığım.. ama çözemedim bir türlü..
....
erkekler aldatılınca ne yaşıyor bilemem ama; kadınlardaki izi bildiğimden, ben, bu yazıyı okuyan erkeklerden özenli olmalarını ve eşlerini aldatmamalarını naçizane rica ediyorum.

sömestr- izmir'den havadisler;)


@ "gavur izmir"de, sokağa çıktığınız hergün, hayır olsun diye lokma dağıtan birine rastlamak mümkündür.

@ izmir'de büyük kipaların yanısıra, adım başı kipa express var ve buralarda çocukluğumuzun pamkosu satılıyor; ben beş paket aldım!

@ annem ve arkadaş grubunun bir "mekan"ları var; günlük işler için çarşıya çıktıklarında yorulup bir çay içmek istediklerinde oraya oturuyorlar ve diğerlerini arayıp "mekandayım, müsaitsen gelsene" diyorlar. kafenin sahibiyle, çalışanlarla kankalar. ah ah, nasıl özendim. bizim burda arayıp da bulamadığımız şey.. biz de 1,5 yıldır, bir gittiğimiz yere bir daha gitmedik desem yeridir; zira öyle çok mekan var ki.. öte yandan öyle çok da insan var ki; herhangi bir mekanın nezdinde "müdavim" olmak da kolay olmasa gerek..

@ filleri seviyorum, bence sevimliler ve gülümsüyor gibiler (yunus misali). dolayısıyla, türkiye'de doğan ilk fili görmeye izmir doğal yaşam parkına gittim dün; ama anne begümcan ve bebekfil kapalı alandaydı, dolayısıyla göremedim.

@ karşıyaka izban çevre düzenlemesinin açılışına da tanık oldum. her kalabalık ortamda olduğu gibi yurdum insanının cep telefonları yine kayıttaydı. napıyorlar, anlamıyorum ki; ara ara açıp izliyorlar mı, insan kendisi için özel olmayan görüntüleri, anları niye kaydeder, inanın anlayamıyorum...

Perşembe, Şubat 10, 2011

ben bugün birşey öğrendim

rakı- balık yaptık bugün.
rakıyı severim ben; adam gibi içkidir zira. sofrası lezizdir, muhabbeti iyidir, kafası güzeldir, ertesi gün rahatsız etmez vs.
bugüne kadar hep klasik bir biçimde rakıyı su ile seyrelten ben, bugün su yerine maden suyu sodası kullanılabildiğini öğrendim. denedim ve hayran kaldım!
rakı severlere duyurulur! sevmeyenler için de, su ile olan karışımdan daha hafif olduğundan denemeleri önerilebilir!
afiyet olsun:)

gereksiz tespit. arayıp da buldum

pişirdiklerimizi, herkesten öte ve çok "hayatımızdakiadam"ın beğenmesini önemsiyoruz ya; biraz garip bence..

her kadın için öyle değil de, ben mi öyle sanıyorum yoksa?

izmir

izmir'deyim 10-12 gündür.. karalar bağlıyorum yine "nasıl dönücem" diye..
istanbul'da mutsuz olduğumdan değil de, izmir'e çok bağlı olduğumdan zor oluyor dönüşler..
izmir'e bağlılığım da "izmir mükemmel bir şehir olduğundan" değil. (zaten, şehirlerin abartılmasını anlamlı bulmuyorum. en çok da izmir ve istanbul için yapılıyor bu; "istanbul şöyle güzel, izmir böyle başka" vs. hoşuma gitmiyor bu abartmalar.)
benim izmir'e bağlılığım, aidiyet hissimden.. memleketim oluşundan, burda doğup büyümekten, yakınlarımın burda oluşundan, alışkanlıklarımdan vs.
mesela, hala, ev alışverişi tansaş'tan yapılır bana göre, pazarları kahvaltı balkonda yapılır, bostanlı sahilde yürünür sıkıldıkça ...
bu tip ufak yaşam anlarını özlüyorum en çok da..