Cumartesi, Haziran 02, 2018

Nisan 2018 Bursa Gezisi

Ah nerede eski, günü gününe anlatan ben... Yaş ilerledikçe, daha çok mu meşguliyetimiz oluyor; yetişebileceğimden fazla mı işe kalkışıyorum; zaman günden güne herkes için mi daha hızlı atıyor; instagramda paylaşmak hızlı ve kolay olduğundan orada anlatmak yeterli mi geliyor... Belki de hepsi.
Üzerinden iki ay geçmiş bile Bursa seyahatimizin, daha ekimdeki Kıbrıs gezisi de bekliyor anlatılmayı. Ama yakın zamanda olduğu için daha kolay gelen Bursa'yı yazacağım bugün. Dilerim Kıbrıs'ı da yazmak için en yakın zamanda oturabilirim bilgisayar başına. Ah aslında mobilden yazabilsem, daha sık yazarım eminim, ama henüz onu beceremiyorum.
Her neyse...
Geçen sene arkadaşlarımızla ilk kez ziyaret etmiş olduğumuz Bursa, gezilecek yerlerini tüketmesi zor bir şehir olduğundan bir defa daha gezilmeyi hak ediyor diye düşünüyorduk. Ablamlar İzmir'de biz İstanbul'da yaşadığımızdan, her yıl ortada farklı bir şehirde bir hafta sonu geçirme rutini oluşturmak istiyoruz. 2017 nisan ayında Eskişehir'de buluşmuştuk. Bu yıl da Bursa'da buluşmaya karar verdik ve kafa kafaya verip iki günlük tur planı çıkardık.
Nereleri gezip görmüşüz bakalım;)

7 Nisan 2018 Cumartesi
Sabahtan araçlarımızla yola çıktık, ablamlar bizden 30-40 dk önce varmışlardı Bursa'ya (merkeze) ve bu zamanı bizim daha önceden görmüş olduğumuz Ulu Cami'yi ziyaret ederek değerlendirdiler. Sonrasında araçları merkezdeki otoparklara bırakıp 12:00'de Kozahan'da (Kozahan pazar günleri kapalı, bilginize) buluştuk ve gezmeye başlamadan kahvelerimizi içtik. 

Kızlarağası Hanı'nı çok seven bizler için Kozahan da ruhu olan, çok huzurlu bir yer. Simit ve çayla keyif yapmak da çok güzel olurdu elbette, ama bizim sırada yemeye odaklandığımız iskender olduğundan iyice acıkmaya kararlıydık;)  Kahvemizi içtikten sonra Kozahan'ı, Aynalı Çarşı ve Uzun Çarşıyı dolaştık. Burada çarşılar yaşıyor, hala işlevini sürdürüyor, şehrin sakinleri alışverişlerini buradan yapıyor; bu nedenle son derece canlı. 


Çarşıları gezdikten sonra Tophane'ye doğru yürüdük. Saat Kulesi, Osman ve Orhan Bey'in türbeleri,
Sümbülbahçe Konağı'nı ziyaret edip, Bursa'ya kuşbakışı baktık.
Ve nihayet acıkmıştık, Yavuz İskenderoğlu'nun Heykel'deki şubesine yürüdük ve afiyetle enfes iskender kebabımızı yedik. (Yavuz İskenderoğlu'nun marka olduğunu, ama, esas lezzetli olanın Cemal Cemil Usta olduğunu duyuyoruz hep; lakin bunu bir tek biz duymuyoruz elbette:) Bursa'ya iki gelişimizde de Cemal Cemil Usta'nın önünde ciddi bir sıra ile karşılaştık. Ve genelde çok acıkmışken yemek yemeye zaman ayırdığımızdan biz sırayı beklemeyi göze alamadık. Yine de belki şansınızı denemek istersiniz siz;))
Aldığımız bu enerji ile Cumalıkızık'a doğru yola çıktık. 
Kısa bir yolculuktan sonra (20 dk kadar diye hatırlıyorum) UNESCO Kültür Mirasları Listesi'nde yer alan Cumalıkızık Köyü'ne vardık. Köyün yolu çok güzel, neden "Yeşil Bursa" dendiğine cevap verir nitelikte... Araçları girişte otoparka bırakıp, son yıllarda turizm ile kalkınan bu güzel köyü gezmeye başladık. Dar, taşlı sokaklarıyla, renkli boyanmış ve özenle dekore edilmiş evleriyle son derece estetik bir köy. Köy kahvaltısı ve gözlemeci olarak hizmet veren evlerin yanı sıra,  herkesin ürettiğini evinin önünde satarak geçimini sağladığını görüyorsunuz. 






Meşhur Cin Aralığı Sokak ve Cami'yi ziyaret edip, bu güzel köyü şöyle bir gezdikten sonra, rotamızdaki bir diğer yer için tekrar yola çıktık.
Sırada Kestel Köyü vardı. (Yine 20 dk kadar diye hatırladığım bir mesafe)Burası pek çok mesire ve piknik alanı barındıran sulak, serin ve yemyeşil bir köy. Köyün hemen girişindeki Saidabat Şelalesi gerçekten görülmeye değer. Şelalenin güzel manzarasında mutlu mesut fotoğraflar çekildik bolca. Bu sırada üşüdük ve kendimizi hemen şelalenin karşısındaki çay bahçesine atıp orada ateş başında çay içerek ısındık.




Ardından rotamızdaki bir sonraki durak için Uludağ yoluna doğru çevirdik direksiyonlarımızı. Meşhur Tarihi İnkaya Çınarı 'nda durduk. 600 yıldır orada yaşayan bu dev ağaç çok görkemli, çok etkileyici. 60 yıllık ömrümüzle, dünyanın hakimi olduğunu sanan insanoğluna ders verir nitelikte...Gölgesiyle bir çay bahçesini serinletiyor tek başına ve müthiş bir keyif onun altında tahta masalarda çay yudumlamak... 
Rotamızdaki bu son güzelliği de gördükten sonra, önceden yer ayırttığımız Sedat Çağlar Uygulama Oteli'ne doğru yola çıktık. Uygulama Oteli Osmangazi'nin Yeniceabat Mahallesi'nde, merkeze 15 dk kadar bir mesafede çok sakin, huzurlu bir yerde. Biz seyahatlerimizde konaklamada asla lüks aramıyoruz, temiz ve güvenli olması yeterli oluyor. Burası bizim bu beklentimizi ziyadesiyle karşıladı.
Odalarımızda 1 saat dinlendikten sonra, akşam yemeği için dışarı çıktık. Sabah erken saatten beri yolda olduğumuzdan ve epey de yürüdüğümüzden oldukça yorgunduk. Otele yakın olan bir alışveriş merkezinde Bursa'nın markası Köfteci Yusuf'ta karnımızı doyurduk. Sonrasında biraz sohbet ettikten sonra, yarın için enerji toplamak üzere erkenden uyuduk.

8 Nisan 2018 Pazar
Erkenden uyanıp, otelimizdeki açık büfe kahvaltımızı yaptık (fiyat/performans açısından kahvaltı çok başarılıydı). Kahvaltıdan sonra, bugünün rotası için yola çıktık.
İlk durağımız Bursa'nın girişindeki Soğanlı Botanik Park'tı. 
"Soğanlı ovasında bulunan botanik parkının 400 bin metrekarelik devasa bir yeşilliği ifade ettiğini söyleyebiliriz. Doğanın tüm güzelliklerini barındıran Soğanlı Botanik Parkı’nda 150 farklı tür ağaç yer alıyor. Yaklaşık ağaç sayısı ise, 8 bin kadardır. 20 farklı türden oluşan 50 bin yer örtücü, 27 farklı türden oluşan 6 bin kadar gül ve daha birçok değişik bitki örtüsü bulunuyor." şeklinde tanıtımı yapılan bu dev yeşil alan, halka açık ve ücretsiz bir park. Bir şehri güzel yapan en önemli unsurlardan biri yeşil alan ve parklarıdır bana kalırsa; o şehrin sakinleri doğada rahatça vakit geçirebiliyorsa mutludur çünkü. Biz bisiklet görünce çok mutlu olangillerdeniz, yarım saati 5 liradan hemen kiraladık ev parkı bisikletlerimizle dolaştık. 




Keyifli bisiklet turumuzdan sonra rotanın ikinci durağı Gölyazı'na doğru yola çıktık. Gölyazı (Apolyont), Nilüfer Belediyesi'ne bağlı bir köy, yarımada şeklinde eski Rum Köyü. Köye varır varmaz, meydandaki Ağlayan Çınar'ı ziyaret ettik. Ağlayan Çınar'ın hikayesi şöyle:

"Adını gövdesinden akan suyundan alan çınarın efsanesi, eski adıyla Apolyont şimdiki adıyla Gölyazı’da yüzyıllar önce Rumlar ve Türkler birlikte yaşadığı yıllara dayanıyor. Çınarın arkalarından gözyaşı döktüğü aşıklar, yakışıklı Türk genci Mehmet ve güzeller güzeli Rum kızı Eleni bu barış dolu ortamda, çocukluklarından itibaren hiç ayrılmadan büyüdüler. Ancak bu iki millet arasında başlayan düşmanlık aralarına girdi. Rum köyleri boşaltıldı ve burada bulunan Rumlar ile Selanik’te bulunan Türklerin yer değiştirmesine karar verildi. Mehmet, Göç için yola çıkan Rumlar arasında sevgilisi Eleni’nin de olduğunu öğrenince kendini yollara vurdu ve onu aramaya başladı. Eleni’nin ağabeyi Yorgi, Mehmet’in yolunu kesip artık kardeşliğin bittiğini, sonsuza kadar sürecek bir düşmanlığın başladığını söyleyerek, Eleni’ye ulaşmasına engel olmak istedi. Mehmet sözünden dönmeyi, aşkından vazgeçmeyi kabul etmedi. Bir anlık öfkesine yenilen Yorgi, Mehmet’i öldürerek kanlar içinde olduğu yerde bıraktı. Mehmet son gücünü, Eleni’siyle gizli gizli buluştuğu çınara varmak için kullandı ve çınarın oyuğuna sevgilisi için bir not yazdı. Kanıyla yazdığı notta “Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada bekleyeceğim” diyordu. Eleni olanlardan habersiz konvoyda ailesiyle birlikte ilerlerken, sırdaşı Penelopi’den olanları öğrendi. Konvoydan ayrılıp Mehmet’i bulmak için ilk aklına gelen yer olan çınarın yanına gitti. Mehmet’in ölü bedenine son kez sarıldı, notunu okudu ve gizli buluşma yerleri, aşklarını şahidi olan bu çınarın altında canına kıydı. Çınara ise onların hikâyesini geleceğe taşımak ve sonsuza dek onlar için gözyaşı dökmek kalmıştı."



Bu hüzünlü hikayenin üzerine "Ne çok acı var bu topraklarda; göç hikayeleri, yerinden yurdundan edilme, kavuşamama, savaşlar..." diye düşünüp iç geçirerek köy meydanındaki çay bahçesinde çayımızı, kahvemizi yudumladık. Gölyazı'na oldukça yakın olan Misi Köyü'nü de ziyaret etsek mi diye bir düşündük ama akşamki dönüş feribotumuzu riske atmamak için bu fikirden vazgeçtik.



Sandal ile gölü ve göl çevresinden köyü dolaşmak vardı aslında planımızda, ama biz çayımızı içerken hava o kadar çok bozdu ki cesaret edemedik öyle bir havada sandala binmeyeÇay molasından sonra köyün girişindeki Aziz Panteleimon Kilisesi'ni ziyaret ettik ve oraya yürürken yine köyün sakinlerinin ürettiklerini sattıkları standları gezdik. Gölyazı'yı da böylece gezmiş olduk.

Sırada Mudanya vardı. Ablamın eşi burada ayrılıp, hazır yaklaşmışken İzmir'e dönmek üzere yola çıktı. Ablamsa bizle bir hafta kalmak üzere İstanbul'a gelmeye karar verdi:) Ve biz Mudanya'ya doğru yola çıktık. Feribota kadar vaktimiz olduğundan, daha önce pek çok defa mola verdiğimiz ve çok sevdiğimiz Tirilye 'de vakit geçirmek istedik. Önce sahilde bir gözlemecide, gözleme-çay ikilisinin keyfine vardık. Sonra Tirilye sokaklarında dolaşıp, fotoğraflar çektik, zeytinyağı, himalaya tuzu sabunu aldık. Hagios Stephanes Kilisesi/Fatih Cami'ye hayran kaldık. Vaktimiz yeterli olmadığından, Çamlıkahve'ye bu sefer çıkmadık (siz mutlaka çıkın:)).

Zamanı yaklaşınca, trafik olasılığına karşı tedbirli bir şekilde, feribotumuzun kalkacağı Güzelyalı'ya doğru yola çıktık. Neyse ki trafik olmadı, biz de sahilde Artvin Cağ Kebap'ta Karadeniz pidesi yedik, bayıldık lezzetine. Ve elbette her seferinde uğradığımız, İslamoğlu Pastanesi'nden enfes kurabiyeler aldık evimize.
18:00 feribotu ile İstanbul'a döndük.