Pazar, Eylül 30, 2012

moda blogları

sahiplerinin, giydiklerini model edasıyla fotoğraflayıp sergiledikleri blogları sevemedim gitti !
kişisel fotoğrafları boy boy yayınlama hadisesini oldum bittim sevmedim zaten. feysbukta ya da her nerede olursa olsun...
sanırım, ukalalık gibi geliyor biraz.. bu nedenle de itici.


belki de bu derece süslü giyinmeyi anlamlı bulmadığımdan.. 

Cumartesi, Eylül 29, 2012

istanbul'da sonbahar

yine bir cumartesi, ve ben yine otisikler derneği ile istiklal'de, cihangir'de dolaştım... 
ve bu şehri ne çok sevdiğimi bir kez daha anladım...
allahım! nasıl yaşayan bir şehir! ne kadar da çok şey sunuyor insana..

bugün afişleri okumaktan, yani şehirdeki kültür sanat etkinliklerine bakmaktan başım döndü.

* bir yanda film ekimi bir yanda sahaf festivali..

* bir yandan tiyatrolar sezonu açıyor. devlet tiyatroları, şehir tiyatroları, belediye tiyatroları... bir sürü yeni oyun!
bunların yanı sıra, sami berat marçalı'yı takip etmeli!
ve krek tiyatro ile seyyar sahne'yi!

* cem adrian haftaya jolly joker'e geliyor, hem de yeni şarkılarla! nasıl rahatlarım dinlesem canlı canlı! 

* yapı kredi'nin etkinlikleri var takip edilecek:
(kemal iskender hocanın derslerine hala rastlayamadım bu arada.
http://pinkket.blogspot.com/2012/09/kemal-iskender.html)

* 15. uluslararası belgesel film festivali var! (ki muhtemelen fırsat bulamayacağım)
http://www.1001belgesel.net/

* tim gösteri merkezi'nde "tango legends" gösterisi var. nasıl isterim! ama fiyatlar biraz yüksek benim için:(
http://www.timshowcenter.com/tango1213.html

ve daha bir sürü şey!

bu arada, sanırım benim en sevdiğim ay eylül değil, ekim! daha bir oturmuş çünkü, geçiş süreci değil yani, mis gibi sonbahar...



Cuma, Eylül 28, 2012

son zamanlar, tespitler, bıt bıt bıt

@ ben bekar, yalnız yaşayan bir kimse olarak "evim, mutfağım, kanepem" vs diye bahsediyorum elbette de, dikkatimi çekiyor, evli kadınların pek çoğu da eşleriyle ortak sahip oldukları her şey için salt kendilerininmiş gibi söz ediyor.siz de fark ettiniz mi?

@ benim bir huyum var. bir ürünün en uygun fiyatta olduğu yerden almıyorsam içim rahat etmiyor. (mesela, perwoll, rexona musk..) sizde de öyle mi? 

@ bir de sürekli özenip özenip aldığım ama kullanmaya kıyamadığım bazı ürünler var. desenli peçeteler mesela, heves edip alıyorum, sonra kalıyorlar öyle. bir de eşofmanlar var. alıp alıp duruyorum, ancak, evde giymeye kıyamıyorum, dışarıya çıkarken de eşofman giymiyorum. öyle kalıyorlar.
bir ben miyim böyle garip huyu olan?

@ bir de bazı dönemlerim oluyor, sadece ve sadece "satın almak" istiyorum, ne olduğu önemli değil, her şeyi alasım geliyor..
yaşı büyüdükçe ilgi alanı da artıyor insanın bir de. önceden alakam olmayan pek çok şey artık "almak istediklerim" listesine giriveriyor. seramik tava mesela, silikon yastık ya da.. 
hayat benim için çok zor:)

böyle işte:)

Salı, Eylül 25, 2012

Pazartesi, Eylül 24, 2012

araf- yeşim ustaoğlu

haftasonu izledim.
güzel, gayet güzel bir film. altın koza'da da ödülleri topladı zaten.


sade, özenli ve kasvetli.
fotoğrafik çekimleri oldukça başarılı.
istanbul dışında geçen filmleri seviyorum bir de ben. tüm filmlerin istanbul'da geçmesine kızıyorum hatta..
sonra neslihan atagül gerçekten iyiydi. annesi de çok doğaldı.. barış hacıhan da nihal yalçın da özcan deniz de ve diğerleri de doğaldı, güzeldi.
(yalnızca bir uyarıda bulunmam gerektiğini düşünüyorum; 2. yarıda epey rahatsız edici bir sahne var, bilginize.)

bu da, siz ekranda filmin şaşırtıcı sonuna bakarken, ışıklar yansa da sizi koltuğunuzdan kaldırmayan güzel müziktir:


Cumartesi, Eylül 22, 2012

mevsim değişiklikleri ve vücudumuz

tee allahım!

mis gibi sonbahar geliyor yazdan sonra, ya da mis gibi bahar kıştan sonra..
gayet memnun olunası bir şey bence bu.


ama vücudumuza ne oluyorsa bi triplere giriyor.
sen nerden anlıyorsun da tepki veriyorsun bir kere, hayret bir şey:)

yok saç dökülmesi, yok regl döngüsünün şaşması, yok yorgunluk...
mevsim değişiyorsa, sana ne oluyor? :)

Perşembe, Eylül 20, 2012

yeni başlayanlar için et yemekleri :)

nihayet tahlil ve ultrasound sonuçlarımı alıp doktorumla yeniden görüşebildim bugün.
haşimatomun tam gaz devam etmesi ve ömür boyu ilacı kesemeyeceğimiz gerçeği ile "bir yerlerden kan kaybediyor olmalısın, değerler bu kadar düşük olamaz" tepkisi ile karşılaştım bir kez daha...
bu sefer, b12 ve d vitamini eksikliği eklendi bir de..

hepsinin çözümü ilaçlarla beaber "kırmızı et"ten geçiyor. 
lakin, bildiğiniz üzere "beginner" seviyesinde et yiyiciyim ben :) 
yani şöyle söyleyim 6-22 yaşlarım arasında hiç yemedim. 3,5- 4 yıldır hayatımdakisevgiliinsan sayesinde köfte ve döner gibi etleri yiyebilmeye başladım. tabi nadiren..
velhasıl kelam, hayatıma eti daha fazla sokmak için çaba göstermem gerektiğiyle yüzleştim yine.
gel gör ki, ben hiç et yemeği yapmadım ve yapmayı bilmiyorum!

şimdi, sevgili canlar, sizden ricam, bu konuda bana öneriler sunmanız;)
şimdiden teşekkürler!
cümlemize sağlıklı günler diliyorum!

ve sizleri eskilerden çok güzel bir şarkıyla başbaşa bırakıyorum;)


"ve ellerin saçlarımda/ sevildiğimi biliyordum
pohpoh perisiydin sen/ bir ilgi delisiydim ben"

Çarşamba, Eylül 19, 2012

çekiliş kitabım geldi!

bu sabah, 2 gün aradan sonra işe gidince, bir de baktım ki masamda bir kargo paketi var!
hemen anladım tabi içinde ne olduğunu;)

yine de heyecanla açtım paketi, çok mutlu oldum kitabımı elime alınca!
kulturelf.blogspot.com'a buradan da teşekkür etmek isterim;)

darısı başınıza sevgili bloggerlar!

Salı, Eylül 18, 2012

evde ve mutlu kadın

bugün de evdeyim. bu sefer kronik farenjitim yüzünden... çok güzel hafta içi evde olmak. çok farklı tatil günlerinden. sabah dışarı çıkmak, koca günün bana ait oluşu... diyorum "hayatımdakisevgiliinsanla evimizi aldıktan sonra, e tabi taksitlerini de ödedikten sonra, bırakıversem işi?"... ama o öyle stresli, yoğun çalışırken, ben bu kadar rahat yaşarsam mahçup hisseder miyim ki ona karşı? bilemiyorum, 10 yıl sonra düşünürüz:)

evde olunca, bol bol okuyorum ben de.. gazete, dergi, internet araştırmaları, eski notlarım, bloglar..

duyanınız olmuştur elbet ama, duymayanlar için birkaç paylaşım yapayım:

@ pera müzesi'nde şimdi paris etkinliği var. yani paris'li film gösterimleri. cumartesi 7'de midnight in paris'i yeniden izlemeyi düşünüyorum;)

@ struma gemisi'nin kitabı çıktı! serenad'ı okuyanların tanıdık olduğu, ancak ne yazık ki pek çoğumuzun bihaber olduğu, geçmişimizin acı olaylarından biri.. çok merak ettim kitabı!


@ izlemeyi çok istediğim filmlerden olan hugo cabret ve the hunger games'i izledim. hugo cabret, biraz masalsı fantastik, hüzünlü ama keyifli bir film. 
sanatsal değeri yüksek; kısacası dinç bir zamanınızda izleyin;)



hunger games çok iyi! (allahım ben ne ara sever oldum böyle sert filmleri?) 
modern zaman/ kapitalizm/ show dünyası eleştirisi temelde.. bol aksiyonlu biraz bilim kurgulu ve çok başarılı!



@ bu aralar sürekli bunu dinliyorum. bazı şarkıları neden geç keşfediyor insan?


@ bir de hanımlar beyler, gerçekten de çıkmayan leke kalmadı kanımca. penye bluzuma ve kot pantolonuma boca olan 1 su bardağı zeytinyağı, üzerinden bir gün geçmesine rağmen tamamiyle çıktı. tabi bunda görüntülü hayat ansiklopedisi uzman tv'nin de payı büyük:)
ordan öğrendiğim şekilde, makineye atmadan, hafifçe bulaşık deterjanı ile çitiledim!
aklınızda olsun;)

@ tiyatrolar yavaş yavaş perde açıyor. benim favorim yunus emre sahnesi;)

@ ve tabi!!! film ekimi yaklaşıyor!!!

Pazartesi, Eylül 17, 2012

bu bir hizmet hastanesi eleştirisidir

bir süredir endokrinoloji için uzman arayışındaydım. malum haşimato için kontrol zamanım geldi.
şişli etfal'e gitmeyi gözüm almadı, özel hastane araştırdım bol bol. ve nihayet evime yakın olan ve muayenesi en uygun (emekli sandığı çalışan için 145 tl) olan hizmet hastanesi'ni seçtim. (adından insanın içine şüphe düşse de, pek cemaat havası göremedim ben). 
randevuyu 4-5 gün sonrasına alabildim. yani bugüne... 
randevu saatimden yarım saat önce hastaneye vardım. evet, hastane ferah, temiz, güzel ama çok eksiği var:
öncelikle, işlemlerimin yapılacağı vezneyi bulmakta zorlandım. çünkü, yalnızca girişteki veznenin hangi bölümleri kapsadığı yazılmış, ancak katlarda pek çok vezne var, bu nedenle sora sora bulabildim. neyse, girişimi, ödememi yaptım, randevu saatimi beklemeye başladım.
hastane oldukça kalabalık. e tamam bu, onların suçu değil, ama, maalesef, yeterli personel çalıştırmamak onların suçu. iş yoğunluğu öyle çok ki, görevliler güler yüzlü de değil, sorduğunuz sorulara da tatmin edici cevaplar vermiyorlar...
neyse, kitabıma dalmışım beklerken, epey de zaman geçmiş. gidip ne zaman çağırılacağımı sordum, doktorun bir hastası olduğunu söylediler. nihayet, randevu saatimden tam 1 saat sonra (!) girebildim doktorun yanına (nasıl ya, biz iyi muamele görmek, zamanımızı harcamamak, beklememek için özel hastane tercih etmiyor muyuz?!)
allahtan, doktor hanım (necmiye tijen yeşim) gerçekten iyiydi. çok güzel ilgilendi, çok da sempatik bir insandı.
elbette ki, benden pek çok tahlil, röntgen vs istedi. ben sanıyorum ki, hemen onları halledicem, 1-2 saate sonuç çıkıcak, akşam üzeri de doktorla görüşücez, ilacımı yazıcak ve son!

gel gör ki, röntgen için randevu almam ve doktorla tekrar görüşmek de yeniden randevu almam gerektiğini öğrendim...
röntgen için en erken randevu perşembe gününe imiş.
neyse "bari kan tahlilimi halledeyim" dedim. veznedeki kız dedi ki "yalnız kortizol için sabah 8-10 arası gelmeniz gerek, diğerlerini yaptırabilirsiniz". 
haydeleeeeeee!
"iyi, olmadı perşembe nasılsa yine sevkli olucam, onu da hallederim" dedim. yaptırabileceklerim için ücreti ödedim (451 tl). 
sinirlerim çok bozulduğu için gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı (hayır tedavi masraflarımla ağlamamın bir ilgisi yok :))
neyse, indim laboratuara, oturdum koltuğa, bakamıyorum zaten. 
anaa, o ne, işlem bitmiyor. dedim "ne oluyor?" dedi "6 tüp alıyoruz"!!! iyi de ben zaten kronik anemiyim...
6 tüp kanımı aldılar diye hıçkıra hıçkıra çıktım hastaneden.
bugünlük bitti, bakalım perşembe neler olacak?

ben yalnızca, istiyorum ki, eşek gibi para veriyorsak, çok güzel çok güler yüzlü ağırlanalım, işimiz de hemencik bitsin, uzamasın, kimsenin sinirleri bozulmasın...
allah herkese acil şifa versin, kimseleri hastanelere düşürmesin!

Pazar, Eylül 16, 2012

çiğdem vitrinel- geriye kalan

çok zaman oldu sinemaya gidip şöyle sağlam bir film izlemeyeli.. öyle özledim ki..
neyse ki yaz sezonu kapanıyor ve doğru dürüst filmler vizyona girmeye başlıyor yavaştan ..

bildiğiniz üzere yerli yapımları seviyor ve mümkün olduğunca takip etmeye gayret ediyorum.
toprağın çocukları vardı aklımda esasen. erkan can'lı, köy enstitülü.. 

gel gör ki saati uymadı; ben de geçtiğimiz hafta vizyona giren "geriye kalan"ı izledim. altın portakallı,ödüllü.


güzeldi genel olarak, eksiklerine rağmen... neydi, nedendi'yi çok da sorgulamayan kesit hikayesi gibiydi. baş rol sevda'ydı bana göre (şebnem hassanisoughi'ye de hakkını vermeli!). yaşantısının sıkışmışlığı oldu filmde beni en çok etkileyen... 


devin özgür çınar'ınsa oyunculuğunu sevemedim gitti. bazı filmleri sevmenize engel olur böyle şeyler. bkz: kaybedenler kulübü- ahu türkpençe.
neyse, tabi ki sinemamızı -hele ki yönetmeni kadınsa- desteklemek ve cesaretlendirmekten yanayım ben.
sırada toprağın çocukları ve yurt var o halde;)

not: filmdeki yersiz bir zamanda karşılaşılan sökükle baş etmede "sökük zımbalama" yöntemi, yakın zamanda öğrendiğim bir şeydi. şaşırdım görünce. tesadüfler bırakmıyor peşimi;)

not 2: yönetmenin filmle ilgili bizatihi kendi görüşleri için "aşkımız bitince" isimli yazısını okuyabilirsiniz:

yazı şöyle dikkat çekici bir şekilde başlıyor:

"Beni iyice evlilikten soğuttun” dedi filmi seyreden arkadaşlarımdan biri. Ne diyeceğimi bilemedim. Evlenen insanları hiçbir zaman coşkuyla tebrik etmedim ama gördüğüm diğer çiftlerden daha fazla üzüntü yaratıyor değiller ben de. Evlilik de en nihayetinde bir ilişki biçimi çünkü. Severek gönül rızasıyla evlendiğinizi varsayarsak sevdiceğinize şöyle söylemek istiyor olabilirsiniz: Seninle sadece hafta sonları sinemaya gitmek, seninle sadece tutkulu sevişmeler yaşamak istemiyorum. Elektrik faturalarını da birlikte ödeyelim istiyorum. Senin akrabaların benim de akrabalarım olsun, her akşam aynı çatı altında buluşalım, sana benzeyen küçük küçük yaratıklarımız olsun, onun boku püsürüyle uğraşırken ömrüm geçsin, her şey tekdüze ama güvenli olsun ve bütün bunların karşılığında ben de sadece senin olayım… diyebilir insan. Tuhaf ve aptalca. Ama insanın bir yatak fantezisi olarak kırbaçlanmayı istemesinden daha garip değil. Tek eşli ya da çok eşli. İki yetişkin insan karşılıklı rıza söz konusu olduğu sürece her türlü saçmalığı yapabilirler. Ve biz dışarıdakilere sadece susmak düşer. "

Cuma, Eylül 14, 2012

çekilişi ben kazandım! :D

bir önceki yazımda yazdığım gibi ihsan oktay anar'ın yeni kitabı için çekiliş vardı:

ben de bittabi çok severek ve isteyerek katılmıştım!
ve gerçekten de çok inanmıştım bana çıkacağına!

dün akşam sonuçtan haberim oldu ve çok mutlu oldum.
bugün de yola çıktı kitabım, sanıyorum önümüzdeki hafta elimde olur.

hemen okuyup paylaşıcam sizlerle;)

Pazartesi, Eylül 10, 2012

yedinci gün- ihsan oktay anar

sanıyorum 2005 yılında duymuştum adını.
bir arkadaşımın arkadaşından...
henüz öyle herkes bilmezken..
hemen dibimdeki fakültede felsefe doktoruymuş meğer. tarih temalı değişik hikayeler yazar, okurken insanın başını döndürür, eski kelimeleri sıklıkla kullanır, her yerinden bilgi fışkırır imiş.
hemen "puslu kıtalar atlası"nı edinip okumuştum. çok etkilenmiş, pek çok kişiye de okutmuştum.
sonrasında pek çok kitabını edinmek, okumak ve öğrenmek istedim. nedense, bir türlü olmadı. kaç defa pandora'da (kelepir kitap) rastladım indirimli hallerine de, ona rağmen olmadı işte.


iki haftadır da yeni çıkan kitabı her yerde karşıma çıkıyor benim de.
merak ediyorum ve sahip olmak istiyorum elbet.

duydum ki, şöyle de güzel bir çekiliş varmış güzel bir blog'ta:

ee, "şansımızı deneyelim" dedim;)

ve eylül... ve düzen... nihayet..

yo yo, eylül'e methiyeler dizmeyeceğim ;)
bu pek çoğumuz için diğerlerinden daha bir anlamlı olan ayın, 3te 1ini geride bırakmışken, yeterince yazıldı sanırım "eylül" hakkında.

ben de epey yazmışım geçen sene:

bu ara ise, istanbul soğumadan gezmenin derdindeyim ben.

cumartesi günü, yazın ara verdiğim düzenime geri döndüm: 
otistikler derneği, yemek kulübü, firuz, mano burger, cremaria milano, galata kulesi..

ne zamandır dolaşamıyordum istiklal'de adamakıllı. özlemişim.
akşam olunca, arkadaşlar gelince oturup iki yudum içerek iki kelam edebileceğimiz mekan arayışına çıktık. 
gel gör ki, ne küçük beyoğlu ne asmalı mescit kaldı bildiğiniz üzere.. nevizade'yi oldum bittim sevmem, zaten orada da kazı çalışması vardı. 
biz de aldık içeceklerimizi, galata kulesinden ceneviz kafe'ye inen merdivenlerde oturduk. sonra "tebdil-i mekanda ferahlık var" diyerek cihangir merdivenler'e gittik. benim ilk oturuşumdu. 


sanırım bundan sonra cumartesi ritüelime eklenicek! çok keyifliydi zira ;)

Pazar, Eylül 09, 2012

Cuma, Eylül 07, 2012

tesadüfler: antik anadolu- göbeklitepe

artık tanıdığınız üzere, tüm isyan ve sorgulamalarıma rağmen yaşamayı seviyorum ben. 
ve en çok da -her nedense- karşıma tesadüfler çıkınca hayata bağlanıyorum, ne bileyim, içim ılık ılık oluyor. küçücük, çok önemli olmayan bir tesadüfte bile umut doluyorum yeniden.

velhasıl, yarın bütünlemem (muhasebe!) olduğundan, ders çalışmamak için evde dört dönüyorum elbette :)

akşam yemeğimi yemiş olduğum halde, hububat dolabımı açıp "aa kırmızı mercimek varmış, çorba yapayım yarına" diyip aşçılığa soyunuyorum mesela. 
"bu yaşıma geldim, hiç french manikür denemedim, acaba yapabilir miyim kendi kendime" diye merak salıyorum birden. işe koyuluyorum ardından..
"ne zamandır aramamıştım, arkadaşımı arayayım" diyorum, telefona sarılıp uzun uzun sohbet ediyorum vs. 

işbu arkadaş da, şaraba düşkünlüğüyle bilindiğinden, onunla konuşunca aylardır evde  yatan şaraplar geliyor aklıma birden. birini seçip güçbela açıyorum. beyaz sevmesem de, buruk kırmızı da sevmediğimden "antik anadolu" adına güvenip beyazdan yana kullanıyorum şansımı.

10 dakika dinlendirip bir yudum alıyorum, of, o ne içim, o ne tat! 
antik anadolu kırmızı sek şarabı ne çok özlediğimi hatırlıyorum. ve neden bu kadar zor bulunduğuna kızıyorum yine! 
"ekşi duyuruya bi bakayim" diyorum sonra.
arama yerine "antik anadolu" yazınca, çıkan sonuçlardan karşıma "göbekli tepe" çıkıyor.

o da ne! bu kelimeyi hatılıyorum bir yerden! ama nereden???
evet evet, daha bu sabah gelen ve daha sonra okumak üzere ayırdığım e-posta'nın konusu bu!

amma da uzun anlattım! 
"şaraptan" mı diyorsunuz ;)

ama ilginç değil mi sizce de?

velhasıl kelam, bu "göbekli tepe" konusunu araştırıp öğrenmek görev oldu artık bana.
siz de merak ettiyseniz, buyrun:
http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6beklitepe

kemal iskender

katıldığım bir seminerinde, konu konuyu açmıştı, bir şekilde çanakkale savaşı'na gelmişti de "çanakkale ile ilgili okumadığım yerli- yabancı önemli kaynak yok" demişti kendisi..
çok etkilenmiştim!

hayattaki temel sıkıntım ilgilerimin dağınıklığı- bir şeye odaklanamamış olmak, evet, bunu zaten biliyorum ama..
hani mesela en çok merak ettiğim konu ile ilgili bile, en fazla kaç kitap /makale/ araştırma okumuşumdur acaba?
sadece ben de değil, hepimiz..
herhangi bir konu ile ilgili "o konu ile ilgili önemli tüm kitapları okudum" diyebilir miyiz?

bu arada, yazın seminerler olmadı, bildiğim kadarıyla?
ne zaman başlayacak, bilgisi olan var mı?

(şimdi konumuz bu değil ama; okumayan/ okumayı sevmeyen bir toplum oluşumuza fena takılıyorum ara ara.. niye yani niye? çok kızıyorum:( ) 

Çarşamba, Eylül 05, 2012

kız kıza tatil

bayramdan sonra tatili 9 güne bağlayıp çeşmeye gittik çok yakın kız arkadaşımla. (zaten izmir'deydik, ailelerimiz yanında.)
1 gece kaldık sadece (barış pansiyon), 2 gün de denize girdik, kitap okuduk, dinlendik, sohbet ettik, biricik akşamımızda rakı- balık yaptık sahilde.
çok güzeldi, tazelendik resmen!
bu kız kıza tatil olayını bir haftasonu bile olsa her yaz yapmak gerektiğine karar verdik! siz ne dersiniz?


not: bu arada çeşme'de herkes nerede denize giriyor bilmiyorum ama biz iş bankası dinlenme tesislerinde giriyoruz. (http://pinkket.blogspot.com/2010/05/senelerce-isbankasnn-super-rahat-saglk.htmlve, bilenler bilir, daha iyi bir deniz yok galiba!!

not 2: rakı sen ne güzel bir şeysin ya! her seferinde yeniden fark ediyorum. böyle güzel konuşturan, güldüren ve ağlatan ne var başka?

Pazar, Eylül 02, 2012

sayım- cemal süreya

"ay ışığında oturuyorduk
bileğinden öptüm seni

sonra ayakta öptüm
dudağından öptüm seni

kapı aralığında öptüm
soluğundan öptüm seni

bahçede çocuklar vardı
çocuğundan öptüm seni

evime götürdüm yatağımda
kasığından öptüm seni

başka evlerde karşılaştık
iliğinden öptüm seni

en sonunda caddelere çıktım
kaynağından öptüm seni"

ve bu güzel şiiri oldukça güzel yorumlayan sezen aksu'yu dinlemek için: