Cumartesi, Ağustos 31, 2019

Nasıl Sevmeli?- Ece Temelkuran

3Mayıs2002

Yaşar Kemal, Tilda ve bütün "sıra arkadaşları" için...


"Biz namuslu yaşadık Tilda. İyi insanlar olduk." Bu, en uzun cümlesidir Türkçe'nin.
Yaşar Kemal'in ölen eşi Tilda'nın mezarı başında söylediği.
En uzun romandan daha uzun, en ağırından daha taş.
* * *
İnsan, hayatın o kadar da kısa olmadığını anladığı zaman büyüyor galiba. Yaşayan için bitmeyecek bir şeydir çünkü hayat; ancak, ölmekte olan için kısa. Düştüğün yerde kalınmaz çünkü, vurulduğun yerde bitilmez. Uzar, genleşir hatta delinip derinleşir zaman. Birikirsin. İnsan en çok bunu anladığında yalnızdır. Birikeceğini, hayatın ölüme kadar bitmeyeceğini anladığı an. Aslında gerçekten tam o anda birini arar insan. İnsanlığın ucuz cehenneminde bir başına olmamak için. Olup bitenler hakkında hiç değilse konuşmak için. Bir şey görünce dönüp "gördün mü?" demek için. O yüzden işte...
"Tilda benim arkadaşımdı. Dostumdu. Kardeşim, kardeşten de öte bir şeyimdi. Edebiyat konuşurduk, siyaset, felsefe. Biz 50 yılı böyle geçirdik. Konuşarak."
O yüzden işte, önceki gece "Bir Yudum İnsan" programında Nebil Özgentürk'e böyle söylüyordu Yaşar Kemal. İnsanlığın ucuz cehenneminde bir arkadaşın gerektiğini anlatıyordu. Aşık olduğu kadını kaybetmiş gibi değil de, beraber yaramazlık yapıp, konuşup, beraber "durduğu", her şeyini bildiği, her şeyini bilen arkadaşını kaybetmiş bir çocuk gibiydi. Kocaman karınlı, kocaman sesli ama küstükçe ufalanan bir çocuk gibi. Zira, "evlilik" uygarlığın uydurduğu bir meseleydi ve esas olan hayat içinde yaşamak dediğimiz bütün o şeyler olup biterken, senin gördüğünü gören biriyle "sıra arkadaşı" olmaktı. Yoksa 50 yıl ne konuşur insan "karısıyla", "kocasıyla"? "Belediye başkanının verdiği yetkiyle" bir memur sizin beraber yatıp, üremenize izin verdi diye... Ama "sıra arkadaşı"...
Sıra arkadaşı insanın, önünde durmaz, arkasında da. Yanında durur. Böyle, yan yana durur işte. Siz yan yana dururken başınızdan olaylar geçer. Hayat denen sıkıcı dersi bir aralık kollarsın hep "gördü mü?" demek için.
* * *
Çünkü mesela hep eteği sarkar iktidarın.

"Gördün mü" deyip, iki kişilik gülersin.
Mesela sıra dayağına çeker sizi hayat. "Acıdı mı?" dersin. Acıyan yerlerini gösterirsin birbirine. Geçince ya da geçti sanınca, "gördün mü?" dersin. "Bak geçti".
Yokluklarda, yoksunluklarda yoklama yapacağı tutar hayatın. "Eksik" yazılmasın diye o, atarsın kendini ortaya. Yalanlar, masallar, hikayeler; oyalarsın zamanı. Ne yapar yapar "eksik" dedirtmezsin sıra arkadaşın için. Sonra bir aralık bulup yine:
"Gördün mü?" dersin, "iki kişi olunca nasıl idare ediyoruz birbirimizi".
Herkeslerden gizli, hınzır şeyler yaparsın birlikte. "Düşersin" diye çıkarmadıkları yükseklere çıkıp, "boğulursun" diye göndermedikleri dehlizlere dalarsın birlikte. Maceraların arasından parmaklarınız uçuşur güzel ve tuhaf şeyleri işaret etmek için:
"Gördün mü?" dersin, "Görecek daha çok şey buluyoruz iki kişiyken".
Gün gelir, bir rüya görünce bile "gördün mü?" dersin. Çünkü iki kişilik yıllanmış uykularda akıllar bile ılıyıp karışır birbirine.
Bazen başkalarına gönlü kayabilir bile insanın, başka "sıralara". Hayat uzun ya! Ama o başkalarına "gördün mü?" diyemeyeceğini anladığın anda... Sıraya dönüp yine:
"Gördün mü?" dersin, "Her şey bizim iki kişilik evrenimiz içinde olup bitiyor aslında. Olup bitiyor! İçinde!"
Ama sıra arkadaşı gidince... "Hayat sürüyor" diyorsun ha? Hadi ya?!

Ne Korkunç Şey Sevmek- Ece Temelkuran


21Şubat2003

Bulutlar, birbirine sürtünüp parçalanmış gibi yağıyor kar. Bitmiyor bulut kırıntıları...
Karın şüpheli bir sessizliği var; insan aklındaki seslere dalıyor.
Telefon çalıyor.
Emine diyor ki, "Çolpan İlhan’la konuştum." Emine, Vatan gazetesinin hafta sonu ekinde çalışıyor. "Demlenmiş Hayat Tavsiyeleri" bölümünü hazırlıyor. Yarınki sayıda Çolpan Hanım tavsiyelerini anlatıyor. Derken son soruya geliniyor, soruluyor:
- Peki şimdi ne istersiniz?
- Sadri’nin yaşamasını.
Galiba arada küçük, derin bir sessizlik oluyor. Çolpan Hanım devam ediyor:
"Zamanımı doldurmak için, Sadri’yi düşünmemek için öyle çok çalışıyorum ki... Durmadan. Gece eve geliyorum. Uyuyamıyorum. Dün geceydi, saat sabahın üçü. Gün bitecek nihayet. Bir baktım televizyonda Sadri’nin filmi..."
Çok sevmek birini, sizce de çok korkunç bir şey değil mi?
***
Her gelen, beraberinde bir gün gidecek olduğu gerçeğini de getirir. Belki de bu yüzden kimileri kimsenin gelmesini istemeyecektir. Bir gidişe daha dayanamayacağı için zamanı çalı çırpıyla, çaputlu bir karışıklıkla, mühim işler kalabalığıyla, ufak tefek heyecanlarla, figüran kalplerle dolduracaktır. 
Çünkü insanı, birini sevmeden önceki halinden çok daha yalnız bırakır birinin gitmesi. 
Zaten belki de, bir öncenin olduğunu unutabilir kişi. Sabah nasıl kalkardın sen o gelmeden önce? Gece ne yapardın o hiç yokken? Sen kimdin ki zaten? Nasıl bir şeydin ki sen? 
İnsan kendinin ne olduğunu bile unutabilir bazen.
Birini sevmek sizce de çok korkunç bir şey değil midir sırf bu yüzden?
***
Ya da belki de hiç gitmez, hiç bitmez... 
İnsanlar nasıl bundan korkmaz?
Düşünsenize, bir ömürde sadece bir hayat!
Başladığı gibi bitecek bir hikâye, başından sonuna. Serim, düğüm, sonuç ve güle güle, bütün bir hayat tek bir kişiyle... 
Oysa hayat, tek bir hikâyeden ibaret olamayacak kadar geniş ve derindir herhalde... Tek birini sevmekle nihayet bulacaksa hayatın... Düşünsene, elindeki tek bir hayatı, birine, bütün bu dünya kalabalığı içinde bir tek kişiye vermek...
Yok, yok; dünyanın en korkunç şeyidir birini sevmek.
***
İnsan kendi gözünden çıkan ışığı görür, gözünün parladığını bilir. O seviyor diye kendini seversin birden, gün boyu pamuklar içinde. Kötü rüya gördüğünde uyandırıp hemen... Sonra uyuyuverirsin daha o "Geçti geçti" derken. Komik şeyler olur evin koridorlarında, tam günün beklenmedik bir noktasında. "Ben şimdi ne yapayım?" dersin, insanlıkla baş edemediğin anlarda. Hiç olmasa, evde bir nefes olur. Sabah kalktığında komik rüyanı anlatacak biri. Kahvaltıda iki yumurta. Uzun yolculuklardan döndüğünde evde yanan kombi, "Yorgunum" diyecek biri. 
Bunlar olmadığında... Bilirsiniz, tepside kahvaltı, demlikte hep arta kalan çay, uykuya dalarken kulak tırmalayan kendi nefesinin sesi, bir gün yalnız ölme endişesi... "Ben nasıl yaşıyordum ondan önce?" tedirginliği.
Dünyanın en korkunç şeyidir sevmek birisini. 

Perşembe, Ağustos 29, 2019

Geçmişe Özlemden Vazgeçmeyen Kaç Kişiyiz?

Sinema ya da film izlemek eski tadı vermiyor sanki, sizde de öyle mi?
Hayatımdakisevgiliinsan diyor ki, yeterince iyi film izleyip doymuşuz:) Bilmem, olabilir mi?
Lisenin son yılları ve üniversitede sinemayı bir sanat olarak keşfetmek, anlamak, araştırmak ne güzeldi.
Kubrick, Tarantino, Hitchcock, Martin Scorsese, Woody Allen, Lars Von Trier, Roman Polanski, David Lynch, Brian De Palma,  David Fincher, Guillermo del Toro, Kustirica... Külliyatı tamamlamaya çalışmak buldukça. Soundtrack'leri de bulmaya çalışmak, film hakkında okumak, tartışmak...
Kaynak ne azdı. Şimdi netflix vs pek çok kaynak önümüzde serili, bakıp bakıp beğenmiyor, bir şey izlemeden kapatıyoruz her akşam.
Belki de kültleri izlemeli yeniden, 10-15 yıl geçmiş üzerinden çoğunun... Taxi Driver, Pulp Fiction, Clockwork Orange...
Pulp Fiction'ın harika müziğini dinleyelim ya da en azından;)





Çarşamba, Ağustos 21, 2019

Gökova 2019

Aliağa'da, kimimiz ilkokulda kimimiz ortaokulda kimimiz de lisede tanıştığımız 6 kişilik bir kız grubumuz var. 10-15 yıldır hiçbirimiz İzmir'de değiliz. Son yıllarda 4'ümüz İstanbul, 2'miz Ankara'da yaşıyoruz. Hepimiz evlendik yıllar içerisinde ve 12 kişi olduk, hatta aramızdan üçü anne oldu, 15 kişi olduk.
Geçmişten gelen dostluklar çok kıymetli. Biz de bunun değerini bilen ve bağı sürdüren şanslılardanız.
Elimizden geldiğince her yıl izinleri ayarlayıp beraber tatil yapmaya çalışıyoruz. Her seferinde 6 çift bir araya gelemiyoruz, eksiklerimi oluyor genelde.
Ama bu yaz tamdık. Tıpkı bundan tam iki sene önce Yedigöller'de çadır kampındaki gibi...
Bu yaz için planımız tekne kiralayıp mavi yolculuğa çıkmaktı, sonra baktık ki, bunu yapmak için her birimizin bir 10 sene daha çalışması gerekecek... Akyaka'da bir pansiyon tuttuk sonra, tekne turları ile hevesimizi almaya karar verdik.
Akyaka küçücük bir sahil kasabası; son yıllarda pek popüler malum. O nedenle kalabalığından endişe etsek de, beklediğimiz gibi bunaltıcı olmadı çok şükür. Bir yığılma olsa da hala çok güzel ve ekonomik bir tatil seçeneği. Liman Pansiyon son derece misafirperver bir yaklaşıma sahip, bizim  beklentilerimizi karşıladı. Konaklama meselesini temiz bir yerde uyumak ve leziz kahvaltı olarak değerlendirenlere önerebilirim;)

1.Gün- 14.08.2019 Çarşamba
Kurban Bayramı'nın son günüydü ve hepimiz ailelerimizin yanında, İzmir'deydik. Torbalı'daki klasik buluşma durağımızda buluşup verdiğimiz kahve molasının ardından gaza bastık ve öğlen Akyaka'daydık. Pansiyona yerleşip hemen yanındaki Ayşe Ana'nın Ev Yemekleri'nde öğle yemeğimizi yedikten sonra orman kampına doğru yürüdük. Akyaka'ya Hizmet Vakfı İktisadi İşletmesi'nde verdiğimiz manzaralı kahve molasının ardından biraz daha yürüyüp, kayalıkların arasından denize inerek nihayet Gökova'nın muhteşem mavisi ile kavuşmayı gerçekleştirdik. 
İzmir'in denizini de çok seviyorum ama Gökova rengiyle, ısısıyla, denize bakan ormanlarıyla bambaşka!



"Su acıktırır" diyerek yeniden Akyakaya Hizmet Vakfı İktisadi İşletmesi'ne gidip bira ile patates, pizza, hamburger vs yedik ve hemen yeniden denize attık kendimizi. Gün batımına kadar keyifle yüzdükten sonra pansiyona dönüp duş ve hazırlığın ardından Halil'in Yeri'ne gittik. Akyaka'ya ilk geldiğimizde de burada rakı-balık yaptığımızdan belki daha iyi seçenekler olabilecek Orfoz, Olta, Cennet yerine yine burayı tercih ettik. Keyifli bir yemek ve sohbetin ardından, beklenen son oldu ve kendimizi gece yarısında Azmak'ın serin sularında bulduk:))

2.Gün- 15.08.2019 Perşembe
Pansiyonda aldığımız lezzetli kahvaltının ardından Akbük yollarına düştük. 30-40 dk süren virajlı ve midesi sağlam olmayan için zor yolun sonunda Akbük'e vardık.
Girişte otopark için 15TL almak üzere durdurdular bizi. Fakat biz pansiyonumuzun bizi yönlendirdiği "Tahta Beach" e gideceğimizi söyleyerek yola devam ettik. 5dk içinde Tahta Beach'e vardık ve ücretsiz otoparkına araçları bıraktık. Burada şezlong şemsiye 40-50 TL aralığında. Biz masalarda ücretsiz oturduk, tuvalet-kabin-duşları kullandık ve gün sonunda sadece yiyip içtiklerimizi ödedik (zaten normali de bu değil mi!) Fiyatlar İstanbul gibi ve menü gerçekten lezzetli.
Akbük'ün denizi çok güzel, ancak kumsal yok denecek kadar az. Olan kısma sadece mekanların şezlongları sığıyor. İleride çadır alanları vardı, belki oralar da tercih edilebilir.
Çok geç olmadan Akbük'ten Akyaka'ya döndük, çünkü gün batımından önce varmak istediğimiz bir şahanelik vardı! Pansiyonda duş ve hazırlıktan sonra içecek alışverişi yapıp mehtap turu için kiraladığımız tekneye bindik limandan. Teknemizin adı Gülbeyaz A'ydı, yine pansiyonumuzun önerisiydi. (2bin TL, yemek dahil, içecek bizden)



Demir atacağımız koya ulaştığımızda gün batımıydı ve grubun kadınları olarak üst kata çıktık. Gökyüzünde dolunay vardı ve "ayarlasan olmaz" tadında kutsanmış bir andı. Geçen ay yoga kampında öğrendiğim rahim inisiasyonunu gerçekleştirdik ve ardından minik bir yoga pratiği yaptık. Minik, çünkü aşağıdan "yemek hazır" diye çağırıldık ve indik; muhteşem bir sofra karşıladı bizi.
Yemek masasının uzun muhabbeti muazzamdı. Bir süre sonra teker teker kıç kısmına geçtik ve şarkılar söyledik dolunay ışığında.
Kaptanımızdan, aşçımızdan (o makarna unutulmayacak!), şıp diye karakter analizi yapıp yemekte seveceğimiz müzikleri açmalarından, bizi kırmayıp dönüş saatini uzatmalarından son derece mmenun ayrıldık. Unutulmaz bir gece eklendi kişisel hatıratımıza.
Limanda indik ama pansiyona gidesimiz yok. Plajda kumlarda oturup muhabbete devam ettik ve elbette bir kısmımız denize de girdik:) 

3.Gün- 16.08.2019 Cuma
Bugün son günümüzdü ve kapanışı tekne turu ile yapacaktık. Tatile kalabalık çıkmanın en iyi yanlarından biri de kendinize özel tekne tutabilmek ve özgürce gezebilmek. (1500 TL, yemek dahil, içecek bizden)



Sedir Adası ve İncekum gibi popüler duraklara değil de sakin koylara götürmesini rica ettik kaptandan. Hepimiz büyük şehir insanıyız, malum, ve en büyük ihtiyacımız doğa ile baş başa kalmak... İstediğimiz koyda istediğimiz kadar kalarak, gönlümüzce yüzerek harika bir gün geçirdik.
Pansiyona varıp duş ve hazırlıktan sonra, son akşamı herkesin gönlünce geçirmesine karar verdik. Kim ne isterse orada yemek yiyecekti, isteyen stand gezip hatıralık alacaktı. Biz dört kişi, Akçapınar Tostçu'suna gidip daha önceki gelişlerimizden tadı damağımızda kalan pidesinden yedik (tostunu sevmiyoruz). Gönül isterdi ki yine o güzelim ağaçlı yoldan bisikletle gidelim; ama, oldukça yorgunduk ve arabayı tercih ettik...
Yemeğin ardından Akyaka'ya döndük ve grupla buluştuk, Azmak tarafındaki büyük çay bahçesinde bir şeyler içtik.
Bu gece ilk olarak 12'den önce pansiyona girince, pansiyonun çok gürültülü bir yerde olduğunu fark ettik:)) Ama, eğer geç girip sadece uyumak için kullanacaksanız gerçekten iyi bir seçenek Liman Pansiyon.

4.Gün- 17.08.2019 Cumartesi
Yine pansiyonda aldığımız lezzetli kahvaltının ardından, odaları boşalttık ve vedalaştık. Kimimiz güneyde devam edecekti tatile, kimimiz kuzeyde. Biz ve bir çift arkadaşımızsa İstanbul'a dönecektik.
Yola düştük, Muğla'da bir yakın arkadaşımızda mola verdik önce, bir arkadaşımızı aldık oradan. Sonra onu İzmir'de bıraktık. Aliağa'dan başka arkadaşlarımızı aldık ve beraber Soma'ya uğradık, arkadaşımızın kardeşinde yemek yedik. 
İlk defa Bergama- Soma- Savaştepe üzerinden İstanbul'a dönüyorduk, bir yoldan ilk defa geçmenin o benzersiz zevkini bilir misiniz? Çok güzeldi.
Sonra arabadaki arkadaşın bizden habersiz Mudanya- Yenikapı feribot bileti aldığını öğrendik! Ve o keyifli dura dura gittiğimiz yolu yeni yapılan yol ile değiştirdik aniden:)
Zira feribotu kaçırmak istemiyorduk! Neyse ki yetiştik ve İstanbul'a varıp gece kokoreçi yaptık ve evlerimize dağıldık.

Kısa ve bir o kadar dolu dolu çok eğlenceli bir tatildi.

Salı, Ağustos 20, 2019

2019 Yazı Muhasebesi:)

O meşhur, plaza çalışanlarını çatlatan,  kocaaaa yaz tatili geldi de geçiyor.
MEB'de çalışan öğretmenler 1 Temmuz- 31 Ağustos tarihleri arasında izinli sayılır bildiğiniz üzere. Ben psikolojik danışman olduğum için, üç yazdır lise tercihleri döneminde öğrencilere rehberlik etmede görev alıyorum. Bu nedenle tatilim 2 aydan 1.5 aya düşüyor.
Diğer mesleklerine göre oldukça uzun ve kesintisiz kendime ait bu 1.5 aya sahip olduğum için şanslı olduğumu hissediyorum.
Bununla birlikte, başıma bir şey gelmeyecekse söyleyeyim ki:), bu süre hiç de göründüğü kadar uzun değil aslında...
Çok gezip görünce evde yapılacaklar yarım kalıyor, sinemayı takip edince evden izlenecekler, okumaya çok vakit ayırınca sosyallik sekteye uğruyor, aileye gönlümce zaman ayırınca iş ve yoga rutinim aksıyor...


Çünkü hayat çok güzel ve yapacak öyle çok şey var ki... (Allah başka dert vermesin:))
Benim her yaz o 1.5 aya sığdırmaya çalıştığım güzellikler şunlar:
*Annem ve ablamdan ve memleketim İzmir'den uzakta, İstanbul'da yaşıyorum. Ve en ufak fırsatta vaktimi İzmir'de ve oradaki sevdiklerimle geçirmek istiyorum. Bu nedenle yazları 2-3 haftamı İzmir'e ayırıyorum. Bunun içinde klasik Çeşme İş Bankası Tesisleri tatilimiz, Karaburun, Foça gezilerimiz, anneme yardımcı olmam gereken resmi işler, arkadaş ve akraba görüşmeleri yer alıyor.
*Kendi evimde doya doya vakit geçirmek. Çalıştığım aylarda hafta içi de hafta sonu dolu dolu iş, hobi, eğitim, kurs koşturmacasında olduğum için evime yeterli zaman ayıramıyorum. Yazın bir süreyi, geç uyanıp içimden ne geliyorsa günü öyle geçirerek, bazen evden hiç çıkmayarak geçirmeye ayırıyorum. Bir süreyi de çekmece içi düzenleri, evden arıtılacaklar gibi yoğun dönemlerde hep ertelenen işlere ayırıyorum.
*Bolca kitap okumak istiyorum. Hem roman ve ilgi duyduğum konulardaki yayınları, yeni çıkanları, klasikleri, dergileri... Hem de mesleğimle ilgili kitap, makele ve yayınları.
*Bolca film, dizi, belgesel izlemek istiyorum. Öyle çok eksiğim var ki bu konuda geçmişten gelen. Star Wars'u izlememiş biriyim ben mesela, ya da Harry Potter'ı. Pek çok klasik var dimağıma eklemediğim, bir de yeniler var sürekli biriken...
*İstanbul'dayken şehirdeki etkinlikleri takip etmek istiyorum. Açık hava sinemaları, tiyatroları, konserleri, festivaller, ilçe belediyelerin etkinlikleri...
*Mesleğimle ilgili kış yoğunluğundan yapamadığım çalışmaları yapmak istiyorum. Notları temize çekme ve düzenlemeler, dijital ortamda klasör- dosya düzenlemeleri. İngilizce okuma ve çeviri işleri...
*Spor yapmak. En azından akşamları sitede ya da parklarda koşmak, yürümek, masa tenisi oynamak ve bolca yüzmek.
*Yoga notlarımı elden ve gözden geçirmek. Asana, meditasyon ve prana pratiklerime her gün vakit ayırmak. Yoga kampına katılmak.
*Sevdiklerim ve dostlarımla Gökova'da 3-5 gün tatil yapmak.
*Tek başıma tren  seyahati. Yurt içinde farklı rotalar deneyimlemek.  (bu yaz da olmadı...)
*Bu yaz için isteklerimden biri de workaway ile bir Avrupa ülkesinde gönüllü çalışma deneyimiydi. Bir türlü fırsat olmadı, oturup bir başvuru yapmaya...
*Bu yaza özel isteklerimden biri de Tarkan konseriydi, biletler satışa çıkar çıkmaz tükendi maalesef...
*****
Bazısını kısmen bazısını istediğim gibi hayata geçirebildiğim bazısına zaman ayıramadığım bir yazdı.
İstanbul'a dönüşüm ile işe başlamam arasında hala iki hafta olsa da benim kafamda bu yaz bitti gibi. Elimden geldiğince yazma, okuma, izleme işlerine vakit ayırmak niyetindeyim bu iki haftada.
Belki bir de tam işe başlama öncesine yıllardır ertelenen Gökçeada'yı sıkıştırırız, belli mi olur;)

Cumartesi, Ağustos 03, 2019

2019 Temmuz Ayı Kitaplar (1) ve Filmler (1), 2 de Dizi

Çoğumuz gibi ben de, instagram ve diğer sosyal medya mecraları ile beraber blog yazmaya eskisi gibi zaman ayırmıyorum.
Yine de her ayın değerlendirmesini yaparak en azından ayda bir yazı yazmaya özen gösteriyorum.
Hem okuduklarımı, izlediklerimi hem de genel olarak o ayı nasıl geçirdiğimi anlatıyorum aylık yazılarımda.
***
Temmuz ayı MEB çalışanları için iki aylık tatilin başladığı zamandır. Benim için branşım itibariyle öyle olmadı, temmuz ayının ilk iki haftasında lise tercihlerinde öğrencilere danışmanlık hizmeti vermekle görevliydim. "Nasılsa tatil başlamadı" diyerek akşamları da İngilizce mesleki okumalara ve çevirilere vakit ayırdım.
İki hafta daha çalıştıktan sonra İzmir'e, annemle ablamın yanına gittim. Orada geçirdiğim 3-4 günden sonra yoga, nefes, dans, doğa ve meditasyon içeren Mutluluk Kampı'na katıldım Kazdağları'nda ablamla beraber. Muhteşem bir 4 gün geçirdim.
Ardından yeniden İzmir'e döndüm ve instagram çekilişi ile kazandığım "Nefesin Gücüne Uyanış" seansına katıldım. Sonrasında da annem ve ablamla tatil yapmak üzere Çeşme'ye gittik. 
Temmuz sonunda yeniden İstanbul'a döndüm ve tam "evime, düzenime kavuştum" diyordum ki, eşimin anneannesinin vefat ettiği haberini alıp Mersin'e doğru yola çıktık apar topar.
Her şeyde iyi bir yan gören bir Pollyanna olarak, bu olayın yaşamıma katkısını da şöyle yorumluyorum; uzun yolda araba kullanmayı deneyimlemem ve tam gün batımında Tuz Gölü'nün eşsiz manzarasına denk gelişimiz.
***
Gelelim bu ay heybeme kattığım film ve kitaplara.
Tüm bu koşturmacada pek bir şey okuyup izleyememişim.
Hiç sinemaya gitmedim bu ay ve evde de sadece bir belgesel film izledim Netflix'ten. 


Maris: Genç Bir Yoga Eğitmeninin Portresi

Maris Degener'in erken çocukluk döneminden başlayan ruhsal acıları, farklılığı ve ergenliğe doğru başlayan anoreksiyası... Ardından yoga ile kendini keşfediş süreci ve yaşam yolculuğu yaklaşık bir saatlik bir belgesel ile kendisinin ve ailesinin, yakınlarının dilinden içtenlikle anlatılmakta. Daimi bir Yoga Öğrencisi olmayı arzu etiğim bu dönemimde yoganın dönüştürücülüğünü ve şifasını görmek bana iyi geldi. İlgililerine önerilir;)




Kendi evimde geçirebildiğim ilk iki haftada Chernobyl dizisini tamamladık. 
Uzun süre etkisinden çıkılamayan bir yapım. Kurgu değil gerçek olması en çok etkileyen yanı...
Öyle acı ki birkaç adamın dünyanın kaderini böylesine etkileyebilmesi...
İzlemeyen kalmamalı!!!


En sevdiğim dizim olan The Handmaid's Tale'ın 3.sezonunun da evde bulunduğum süreç içerisinde yayınlanan 7 ve 8. bölümlerini de izledim. 9-10-11'i de en yakın zamanda izleyeceğim.


Kitaplara gelince sadece bir kitap okudum. Alanımızın duayeni Doğan Cüceloğlu'nun Gerçek Özgürlük'ünü. Kitap ablamın, iki yazdır bendeydi ve okuyamıyordum, "Artık okuyayım ve iade edeyim" diye başladım ve çok sevdim.
Lise yıllarımda okuyup çok etkilendiğim Savaşçı’yı anımsattı bana.


“Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!” temalı çok akıcı bir kitaptı yine.

İletişim, varoluşçuluk ve sosyal psikoloji alanında kuram olabilecek nitelikte önermeleri var kıymetli hocamızın bu kitabında.
Çok şey öğrenerek ve bildiklerimi anımsayarak okudum.
Mesleki instagram hesabım @iyihissediyorum_psikoloji de hikaye kısmında etkilendiğim bazı yerleri sabitledim.
Daha fazlası için ısrarla tavsiye ederim kitabı. Birkaç alıntı paylaşacak olursam:


"Kendi yolculuğumuzu yapmak için buradayız. Bu yolculukta kendimiz olabilme cesaretini bulmamız kolay değildir; ama, kendimiz olmadan yaşamımızdaki hiçbir şey anlamını bulamaz.”
“Kendi özüyle ilişkisi olmayanın gerçek anlamda kimseyle ilişkisi olmaz.”

“En temel özgürlük, insanın kendisi olarak yaşamında var olabilmesi ve kendi bütünlüğünü yaşayabilmesidir; dürüst insan özgürdür.”

“Bir insanı değerlendirmek için nelere sahip olmadığına değil, sahip olduklarıyla neler yaptığına bak.”