Çarşamba, Temmuz 25, 2018

Solda Güneş Yükseliyordu Güneye Giderken- Vol 3

Haziran geldi, geçti, temmuz geldi geçti sayılır. Bizim bu sene, bir yaz/deniz tatili planımız yok. Ben çok istediğim yoga tatiline gideceğim Assos'a! Heyecanla onu bekliyorum.
Fark ettim ki, daha geçen yazın tatilini yazmamışım. Aslında başlamışım yazmaya, yarım bırakmışım. 2017'in yaz tatilini yazmadan, 2018 yazının tatilini yapmak haksızlık olur dedim ve tamamlamaya oturdum taslak yazımı.
Sizleri de okumaya beklerim, merak ediyorsanız Datça'yı:)
***
Son iki yazdır güneye inmiyordum, artık zamanı gelmişti yeniden.
Çocukken kısa bir süre yaşadığım Datça'yı yeniden görmenin, Selimiye'yi, Bodrum'u gezmenin...
Yaz başında karma 7 kişilik bir grup olarak o bölgede çadır tatili yapmaya, bayramda İzmir'de ailelerimizi ziyaret ettikten sonra o güzel topraklara ve sulara kendimizi atmaya karar verdik.

1.gün- 1 Temmuz 2017 Cumartesi
Bayram bitiminde İzmir'den düştük yola. 5 saatlik yol sonunda Datça merkeze 25 km mesafedeki Aktur kamp alanına ulaştık. 


Aktur'da çadırda kalmak, tam bir "çadır tatili" sayılamaz esasen. Tesisli, konforlu, tertemiz ve maliyeti çok da uygun olmayan bir kamp alanı. Tam bir "kamp kafası" değil yani. Daha çok gençlere değil de ailelere göre bir yer. Yine de ben güvenli ve temiz oluşu, çam ağaçlarının altında çadır kurulması, çadırların denize çok yakın olması ve denizinin muhteşem olması açısından oldukça sevdim burayı. Otelden çadıra geçiş, ilk çadır deneyimi vb için önerebileceğim bir yer. Olumsuz olarak dile getirebileceğim en temel şey; çadırların çok iç içe olması ve gece gürültü olabilmesi ile araçların kamp alanında çadır yanlarına kadar girmesi.
(Gecelik çadır için 20 lira+ kişi başı 28 lira ücret- 2017)
Biz çadırlarımızı kurup, Aktur içindeki restoranda pide yiyip sahile indik ve gün batımına kadar denize girip kumsalda bira-cips keyfi yaptık. Daha sonra çadır alanına gidip duş alıp tekrar sahile indik ve uyuyana kadar bütün akşamı kumların üzerinde geçirdik keyifle.


2 .gün- 2 Temmuz 2017 Pazar
Çam ağaçlarının serinliğinde çektiğimiz mis gibi bir uykunun ardından erkenden uyandık. Aktur içindeki Migros jetten aldığımız kahvaltılıklarla karnımızı doyurduk. Bugün için planımız Hayıtbükü Palamutbükü ve Knidos'u görmekti.
Önce 30 dk'lık bir yolculuk ile Hayıtbükü'ne vardık. Küçücük, masmavi bir koy. Pansiyonlara ait plajlar da var ama biz kayalıklardan girerek yüzmeyi tercih ettik. Hemen yakınında Kızılbük ve Ovabükü vardı ama bizim planımızda oralar yoktu.


Acıkınca pek çok mütavazı ve hoş mekandan biri olan Pepper'a oturduk. Fiyatlar uygundu, gözleme yedik biz, başarılıydı.
Sonra, Palamutbükü'ne geçtik. Bembeyaz taşlardan oluşan geniş sahil ile pasparlak denizi karşıladı bizi. O denizde yüzmek gerçekten efsaneydi. Denizden çıkıp köylü pazarını dolaştık biraz, Datça'da meşhur olan keçiboynuzu unundan aldık (Keçiboynuzu ile ilk tanışmam 5 yaşındayken 3 ay yaşadığımız Panaroma Otel'in bahçesindeki ağaçlarla olmuştu:)), meşhur keçi sütlü doğal dondurmasından yedik.
Ardından Yaka ve Yazı köylerini oldukça virajlı bir yoldan geçerek antik kent Knidos'a ulaştık. (Aslında tekne turu ile de gelinebiliyor) Akşam üstü olmasına rağmen, hava hala çok sıcak olduğundan antik kenti gezmedik. Denizi pek güzel değildi. 


Kumsalın hemen üstünde iki tane restoran vardı, ancak fiyatlar biraz yüksekti.Biz de kumsalda oturup kitap okuyup dinlendik, "keşke yanımızda şarap ve atıştırmalık alıp güneşi burada batırıp,biraz daha takılsaydık" diye hayıflandık. Gerçi o yolu akşam karanlığında -hele bir de şaraptan sonra- dönmek biraz tehlikeli olabilirdi (Çadırla konaklamaya da izin verilen bir alan olmadığını hatırlıyorum).


Hava kararmadan dönüş için yola çıktık ve Datça merkeze geldik. Yemek için deniz kenarında Demhane diye bir mekana oturduk ve mantı ve zeytinyağlılarından memnun ayrıldık. Yemekten sonra, ablamın 4 yıl önce bana mutlu bir yuvam olsun niyetiyle hediye aldığı mutluevler'in yapılıp satıldığı Oda Sanat'ı bulduk. Ben de ona bir başka niyetle bir başka hediye aldım.
Deniz kenarında biraz yürüdükten sonra, Aktur'a dönüp çadırlarımızda uyuduk.


3.gün- 3 Temmuz 2017 Pazartesi
Yine, çam ağaçlarının serinliğinde çektiğimiz mis gibi bir uykunun ardından erkenden uyandık ve aynı şekilde kahvaltımızı yaptık. Bugün için planımız Aktur'da kalmaktı.


Aktur'da kurulan sebze- meyve pazarını ve el sanatları stantlarını gezdik. Kır kahvesinde tavla oynadık, bolca yüzdük ve trambolinde çocuklar gibi coştuk. Akşam yine kır kahvesine geldik; gözleme, çay ve uno ile vakit geçirdik.

4.gün- 4 Temmuz 2017 Salı
Yine, aynı şekilde mis gibi uyandık ve kahvaltımızı yaptık. Bugün için planımız Selimiye- Bozburun- Söğüt tarafıydı.
Datça- Marmaris yolunda Kız Kumu'nu gördükten sonra Selimiye'ye ulaştık. Selimiye'yi ilk gizliteras'tan duymuştum. Güzel anlatımından çok etkilenmiştim. O küçük kasabaya varır varmaz, "anlattığı kadar varmış" diye düşündüm. Küçücük bir limanın kenarına dizilmiş otel, restoran, kafe ve dükkanların her biri ama her biri son derece estetik, özenli ve birbiriyle uyumlu. Bir yürüyüş yapıp gözlerimize estetik bir ziyafet çektirdikten sonra, hemen girişteki otellerin birinde soluklanıp soğuk bir şeyler içerek dinlendik. Ardından Bozburun'u görmek üzere yola devam ettik. Bozburun'u ya biz keşfedemedik ya da Bülent Ortaçgil yanılıyor ve gerçekten bir şey yok:) O nedenle hızlı bir turdan sonra Söğüt Köyü'ne devam ettik. Minicik bir köy olan Söğüt'te tepeye çıkınca manzaralı mekanlar ve deniz kenarında ise pansiyonlar var. Biz gruptaki bazı deniz delileri, bir kayalık arasında bir avuç deniz bulup atladık hemen, keyifle yüzdük:)
Bir sonraki rotamız Çiftlik Koyu idi. Deniz çok güzeldi, doyasıya yüzdük. Bu küçük koyda su sporları ve restoranlar var. Rafet Baba restoranda oturup yemek yedik ve memnun ayrıldık. 


Çiftlik Koyu'nun hemen karşısında sadece deniz yolu ile ulaşılabilen Gebetse var (Kişi başı 150 liraya geçebiliyorsunuz ve 1 saat orada kalabiliyorsunuz), biz hava rüzgarlı olduğundan ve saat de geç olduğundan geçmek istemedik. Çünkü daha rotamızda görmek istediğimiz bir yer daha vardı!


Yemekten hemen sonra, Turgut Şelalesi'ne doğru yola çıktık. Turgut Şelalesi, muhteşem bir yer.


Öncelikle yaz mevsiminde en temel ihtiyacımız olan serinlik vaad ediyor bolca:) Suların aktığı yemyeşil doğal bir yoldan yürüyerek ulaşıyorsunuz şelaleye. 


Yol boyunca -özellikle bir noktadan sonra -bolca kelebek var. Biz bunu bilmiyorduk ve gruptan birinin kelebek fobisi varmış; onun için zorlu bir parkurdu. Böyle bir durumunuz varsa önceden bilmenizde fayda var diye düşündüm.


Epey geç saatte döndüğümüz kamp alanında ton balıklı sandviç yapıp yedikten ve biraz sohbetten sonra uykuya daldık.

5.gün- 5 Temmuz 2017 Çarşamba
Yine, aynı şekilde mis gibi uyandık ama bu sefer kahvaltımızı yapmadan erkenden yola çıktık. Çünkü bugün için planımız tekne turuydu. Pazar akşamı merkeze indiğimizde ayarlamış olduğumuz Selo 1 isimli tekne ile tura çıkmak üzere Datça merkezdeki limana geldik. Kahvaltı, öğle yemeği, 6 farklı koy için 6 kişi 500 liraya anlaştığımız tekneye içecek ve atıştırmalıklarımızı getirmek serbestti.
Kahvaltı oldukça lezzetliydi. Özellikle zeytinyağı ve bal muazzamdı. Ben bal yemeyen biri olarak bile bayılarak yedim. Eee boşa denilmiyor "Datça'nın bal-badem-balığı meşhurdur" diye:)
Öğlene kadar her biri birbirinden parlak mavi olan 3 koyda demirleyip yüzdük: Akvaryum (Gökliman) Koyu, İncirliin ve açık deniz ile bağlantıyı kesen doğal taştan iskeleye sahip İnceburun.


Öğle yemeğinde kaptanın yanında çalışan gastronomi öğrencisi kadın aşçının hazırladığı muhteşem balık, patates ve salatayı (vejetaryen arkadaşımız için soslu makarna hazırlamıştı) afiyetle yedik.


Öğleden sonra yine her biri birbirinden parlak mavi olan 3 koyda demirleyip yüzdük: Kireçocağı (Ürkeklik), Armutlusu, Mandalya (Kargı'ya çok yakın, biz kıyıya yüzdük, kıyıda beach restorant da var, hatta kaptanın damadına mı ne aitmiş yanlış anlamadıysam).


Akşam üzeri turumuz bitti ve limana geldik. İlk işimiz gruptaki balık tutma tutkunu arkadaşın yakaladığı baya büyük bir balığı restoranlardan birine satmak oldu:)
Bu akşam Datça'daki son akşamımızdı ve buradan gitmeden Eski Datça'yı görmek istiyorduk. Bu nedenle hava kararmadan hemen kendimizi Eski Datça'ya attık.





Daracık sokaklar, eski köy evleri ile son derece estetik bir mahalle burası. Can Yücel'in evini de gördük tabi ki. Yalnız, Datça'nın o kendi gibi kalışının aksine biraz fazla İstanbullu akınına uğramış, turistik bir yere dönüşmüş olması biraz itici geldi bana. 


Mekanlar ve hediyelik eşya dükkanlarında fiyatlar oldukça yüksek. O nedenle akşamı orada geçirmedik, güzelce dolaştıktan sonra Datça merkeze döndük. Akşam yemeğimizi Gocadam Pizza'da yedik ve memnun ayrıldık. Deniz kenarındaki eskilerin çay bahçesi havasındaki Serap Kafe'de çay, kahve içip uyumak üzere Aktur'a döndük.

6.gün- 6 Temmuz 2017 Perşembe
Yine, aynı şekilde mis gibi uyandık ve kahvaltımızı yaptıktan sonra çadırlarımızı topladık. Bugün için planımız Bodrum'a geçmek ve 2-3 gün de orada kalmaktı. Yatağan ve Milas'ı geçip ilk durağımız Ören'e ulaştık. Palmiyeli sahili oldukça güzel görünse de çok kalabalık olması bizim için olumsuz bir unsurdu. Biraz yüzdükten sonra denizin hemen karşısındaki Mor Restoran'a oturup ayvalık tostu yedik ve bir şeyler içtik; oldukça uygun ve lezzetliydi.
Arından Mazı Köyü için yola çıktık, Çökertme'den geçerek ulaştık. Burası ile ilgili söylemem gereken en önemli şey, tabelaların son derece yetersiz oluşu, uzun süre internetin çekmeyişi ve navigasyon kullanamayışımız nedeniyle yollarda çok vakit kaybetmek zorunda kalışımız ne yazık ki... Üstüne üstlük araçlardan birinin yakıtı bitmek üzereydi ve belli bir mesafede istasyon yoktu, her an yolda kalabilirdik. Neyse ki, halk çok yardımseverdi, sayelerinde yolumuzu bulduk. Nihayet Hurma Sahili'ne ulaşabildik. Mazı ve Hurma'yı ilk gündüz düşleri leyla'dan duymuştum ve görmeyi çok istiyordum. Ancak yol boyu yaşadığımız talihsizlikler nedeniyle hayal ettiğim gibi olmadı maalesef. Vardığımızda güneş batmak üzereydi. 


Hurma sahilinde Mazı Restoran'a oturup biraz soluklanıp çadır kurmak için yer araştırdık, bulamayınca Bodrum'da kamp yeri araştırdık ve Gümüşlük yakınında bulduğumuz yer için yola çıktık.
Mumcular ve Güvercinlik'i geçerek Bodrum merkeze vardık ve oradan Gümüşlük Turgutreis'i takip ederek The Camp Bodrum'a ulaştık. Burası emekli bir çiftin kurduğu çok tatlı bir yer. Her şey doğal esintili dekore edilmiş. Sazlıklardan evler var kalabileceğiniz ya da bahçesine çadır kurabiliyorsunuz (çadır başı 30 lira, iki kişilik bungalov 100 lira). 


Epey yorucu bir gün geçirdiğimizden, ancak çadırları kurup, mutfak kapanmasına rağmen bizim için hazırladıkları yemekleri atıştırdıktan sonra uyuduk.

7.gün- 7 Temmuz 2017 Cuma
Araçla 10 dakikada Gümüşlük sahile ulaştık ve kahvaltı için belediyenin çay bahçesine oturduk. Self servis olan mekanda kahvaltı tabağı oldukça yeterli ve ekonomikti (17.50). 


Kahvaltıdan sonra çok güzel mekanların yanından geçerek ayaklarımız suda sahil boyu yürüdük ve Filibit plajında biraz yüzdük. 



Ardından görmek istediğimiz bir koy olan Akyarlar'a gittik (30 dk mesafe). 


Akyarlar'da ücretsiz denize girilebilecek bir yer yok maalesef, ya da biz bulamadık. Bu nedenle, mecburen Karaincir Kadıköylüler diye bir beach club'ta oturduk (30 lira harcama şartı ile şemsiye ve şezlongunuz oluyor.) Dedik "zaten bir şeyler yenir içilir, çok da saçma değil bu uygulama galiba". Oturduk orada, deniz güzeldi, yüzdük, bir şeyler yiyip içtik derken, maalesef keyfimizi kaçıran bir şey oldu. Bir arkadaşımızın ayağına sokan balığı olduğunu tahmin ettiğimiz bir şey değdi ve çok ağrısı oldu, hastaneye gitti vs. O dakikadan sonra hiçbirimizde denize girme isteği kalmadı tabi ki. Onlar hastaneden dönünce Gümüşlük'e geri döndük. 


Filibit'e tekrar giderek ateş başında keyifle sohbet ettik, güneşi batırdık. 


Akşam yemeğini Köfteci Kemal'de (yarım ekmek arası köfte 12 liraya) hızlıca halledip kampa döndük. Biraz sohbet ve oyundan sonra uyuduk.
Ertesi sabah bir kısmımızın İzmir'e bir kısmımızın İstanbul'a uzun bir yolu vardı.