Salı, Mayıs 11, 2010

tüm sıkıntıların kaynağı: nüfus.



tespit bana ait değil ama duydum duyalı "hakikatten ya, ben bunu nasıl düşünememişim daha önce" deyip anında benimsemişimdir. ablamla beraberdik duyduğumuzda. izmir'de mutsuz bir okul müdüresiydi söyleyen. ablamla da tespit üzerine konuştuk sonra. o da benimle aynı fikirde. bana attığı bir mesajdan alıntı yapayım hatta:

"kalabalık bir şehirdeyiz yahu, aynı gün doktora gidemeyecek kadar. insan seli her yer. nüfus kötü şey vesselam, insanın rahatı kaçıyor."

insanlarımız öfkeli, stresli, telaşlı. çünkü; yetişmiyor hiçbir şey. sağlık, eğitim ve diğer alanlarda yeterli hizmet alınamıyor.

bir de vatandaşın da kural tanımazlığı, kentleşememiş gelenekleriyle (kentlilik iyi/kötü diye birşey demiyorum; sadece uyum gösterememek burda kastettiğim) sıra beklemeye tahammülsüzlüğü, araya adam sokma, hatır- gönülle işleri çabucak halletme arzusu, geldiği dairede işi hemen hallolmazsa memuru gözleriyle- sözleriyle rahatsız etmesi...

4200 mevcutlu bir okulda çalışıyorum ben de. haliyle iş yükü fazla. elimden geldiğince planlıyorum, yetiştirmeye gayret ediyorum ama çok imkanlı değil her öğrenciye ulaşmak/ yararlı olmak.

yaptığım planlar da sürekli bozuluyor maalesef. kontrol edemediğim pekçok değişken var çünkü; aniden gelen yazılar ve yazılarda talep edilenler, okulda ya da ilçede ani toplantılar, salonun dolu olması nedeniyle vereceğim seminerin pat diye ertelenmesi, patlak veren krizimsi olaylar (öğrencilerden birinin tuvalette katatoni yaşaması, öğrencilerden birinin bally kullandığından şüphe edilmesi, öğrencilerin ciddi davranış problemi gösterip davranış değerlendirme kuruluna yönlendirilmesi...) vs.

aslında artık oldukça hızlı uyum gösterebiliyorum programımın bozulmasına, hemen alternatif program oluşturabiliyorum.

ancak, anlayamadığım nokta şu; -özellikle velilerin- geldiklerinde sanki işim yok da onları bekliyormuşum gibi bir muamele beklemeleri.
öyle mi sanıyorlar acaba? hergün oturup "biri gelse de görüşme yapsam" dediğimi mi düşünüyorlar? bir hafta içinde hergün ne yapacağımı, her hafta cuma mesai bitimine kadar tamamlamam gereken işleri belirlediğim, yetiştirmem gereken işlerim ve bir tempom olduğu hiç akıllarına gelmiyor mu, çok merak ediyorum.

dün mesela, velinin biri geliyor, müdür yardımcımıza derdini anlatıyor, bir öğrenci görüşmemin ortasında bu bana haber veriliyor, görüşmemin ortasında çıkmak zorunda kalıyorum, veliye 15 dakika sonra kendisini alacağımı söylüyorum (bir sonraki görümemi de ertelemiş oluyorum böylece), onun tepkisi "ben çok bekleyemem ama hemen alamaz mısınız?" oluyor. nasıl ya?
gün içinde, daha sonra,bir başka öğrenci 11:30-12:20 görüşmesi için tam gelmişken, aynı anda bir başka öğrencinin kriz durumunun patlak vermesi ve 12:30 randevulu velinin gelip "beni hemen alamaz mısın, çocuk evde" demesi?
sonra, kriz durumundaki öğrenci ile görüşürken, öğrencinin ağladığını da görmesine rağmen, bir başka velinin kapıyı açıp "girebilir miyim" derken masama kadar gelmesi ve biraz beklemesini söylediğimde "çok kısa görüşmek istiyorum ama" diye diretmesi.
kendinin (kendi derdinin) herkesten (herkesinkinden) önemli olduğunu düşünmek de ne oluyor? nasıl böyle beklentileri oluyor insanların?

yanısıra bir de öğretmenlerden alınan geribildirimler var tabi beni deli eden.
rehberlik saatine girmememizden şikayetçiler. 96 şube ve yılda 18 rehberlik saati var, iki ps. dan. ve rehber öğretmeniz, yarılanıyor yani, 48 şube diyelim. yine de mantık olarak mümkün olmuyor. bunu kendileri nasıl düşünemiyor, ona şaşıyorum bu konuda da.
ayrıca o bir saatlik dersin ücretlerini de kendileri alıyorlar. ücretini aldıkları bir derse girmeyi istememek nasıl bir düşünce biçimi?

öğrencilere kızamıyorum, onların söylediklerinden baskı hissetmiyorum.
üzülüyorum sadece "bir ay önce listeye adımızı yazdırdık, hala görüşmeye çağırmadınız" dediklerinde...