Cumartesi, Aralık 24, 2011

ah muhsin ünlü- gidiyorum bu



onur ünlü'nün ilk baskısını kendisinin yaptığı tek şiir kitabının, 5. -ve sanırım son- baskısı var elimde bir süredir... hepi topu 70 sayfalık kitabı okuyorum, sindirmeye çalışıyorum. zira, kolay değil anlamak.. dizeler, müthiş bir birikimin, bilginin ve zekanın ürünü. oysa, onları kaleme aldığında 20-25 yaşında genç biri onur ünlü!

kapağında ferdinand hodler'in hayal kırıklığına uğrayanlar resminin bulunduğu kitabı açar açmaz, daha yazarın özgeçmişinden başlıyor ilginçlikler:

"ah muhsin ünlü 1973 yılında izmit'te doğdu. altı yaşından itibaren yirmi üç yıl boyunca öğrenci olarak yaşadı. (...) 22 haziran 1993 günü akşamı, saat altıya çeyrek kala başladığı şiir çalışmalarına, 4 eylül 1998 sabahı on biri yirmi beş geçe son verdi. tekrar şiire başlamak için uygun koşulların oluşmasını tevekkülle ummak istiyor."

ve kitaptaki şiirler de son derece ilginç, bolca kelime oyunlu, anlaşılması zor ve çoğu zaman göndermeli.

daha önce de yazdığım gibi, (http://pinkket.blogspot.com/2011/11/celal-tan-ve-ailesinin-asr-ackl.html) onur ünlü'nün değişik ve karışık bir kafası var kanımca. lakin, ziyadesiyle çalışıyor o kafa! anlamaya çalışmalı.

2 days in paris




(oldukça hassas bir dönem; biliyorum.

fransa'ya tepkiliyiz çoğumuz...
fakat konumuz bu değil elbet. zira siyasi yazı yazmıyorum ben..
ayrıca, ülkelerin politikaları ile halklarını ve sanatı ayrı tutmayı tercih etmişimdir hep. ülkelerin siyasi duruşları ne olursa olsun ya da benim ülkemle arası nasıl olursa olsun, tüm ülkelerin insanlarının ürettiklerini tanımaktan, izlemekten, dinlemekten yanayımdır...)

neyse...

before sunrise ve before sunset'ten tanıyıp sevdiğimiz fransız oyuncu julie delpy'nin yazıp yönettiği ve başrolde oynadığı "2 days in paris"i izledim geçenlerde.
fransız sinemasının sıcak, doğal ve dar bütçeli yapımlarını seviyorum ben. bu filmi de sevdim.
film oldukça eğlenceli başladı, giderek tempo biraz düşse de genel anlamda keyifli idi.
farklı kültürlerden gelen iki insanın ilişkisinin anlatıldığı filmde, sonlara doğru ilişki yavaş yavaş çıkmaza giriyor ve filmle beraber o da bitiyor.
filmde, "amerikalı adam" ve "parisli kadın" sanki biraz karikatürize edilmiş gibi geldi bana. yani, sadece fimlerden tanıyoruz ya hani, insan gerçekliğini düşünmeden edemiyor. amerikalılar gerçekten de bu kadar fanus hayatı mı yaşıyorlar.. ya da fransızlar ikili ilişkilerde bu kadar özgürler mi, ve paris'te yaşayan herkes yaşı ve sosyoekonomik durumu ne olursa olsun sanattan anlıyor ve keyif alıyor mu gerçekten...

filmdeki diyaloglar güzeldi. hoşuma giden pekçok tespit oldu, fakat aklımda sadece şu kaldı:
"gerçekten de herkes dünyayı farklı bir şekilde görür."