Perşembe, Aralık 29, 2011

testosteron- oyun atölyesi


"testosteron" istanbul'a geldim geleli adını duyduğum, afişlerini görüp merak ettiğim bir oyun idi. 1-2 ay öce sevdiğim bloglardan birinde oldukça olumlu bir eleştirisini de okuyunca merakım arttı.

bunun üzerine, hemen programa baktık ve 28 aralık için aldık biletlerimizi.
andrzej saramonowicz'in senaryosundan neşe taluy yüce'nin çevirdiği ve kemal aydoğan'ın yönettiği oyun oldukça komik.
daha önce de yazdığım gibi, uzun oyun ve filmlerle aram pek iyi olmamasına rağmen (ara dahil, toplamda) 3 saat süren oyunu keyifle izledim. (2 yarının ortalarında biraz sıkıldım ama, itiraf edeyim;))

oyuncuların çoğu sinemadan ve dizilerden tanıdığımız yüzler:

metin coşkun (damadın babası): devlet tiyatrosu oyuncusu olmakla beraber, kendisi televizyonun tanıdık bir yüzü.
onur ünsal (damat): o gözlüklerle tanımak biraz zor olsa da, kendisi eğreti gelin'in genç damadı ali.
emre karayel (müzik grubunun davulcusu): demeye gerek yok esasen, ama, "bir kadın bir erkek" diyim;)
mert fırat (magazin gazetecisi): son zamanlarda onsuz bir türk filmi görmek zor vizyonda. atlıkarınca'dan başka dilde aşk'a, dedemin insanları'ndan devrimden sonra'ya..
timur acar (damadın abisi): nam-ı diğer derici izzet:)
tuna kırlı (garson): oldukça iyiydi. başka dilde aşk'ta oynamış sanırım ama ben kendisini bu oyunla tanıdım.
inan ulaş torun (bilim adamı): yine bu oyunla tanıdığım bir oyuncu. bir çocuk sevdim'de oynuyor imiş.

oyunun ne anlattığına da oyun atölyesi'nin sitesinden bakalım:

"Bir nikah töreni. Nikahın en önemli anı. Geline soruluyor: Kocalığa kabul ediyor musun? Gelinin yanıtı: HAYIR! Ve gelin, davetliler arasından birini işaret eder. Bu işaret “erkekçe kapışma”nın da başlama işareti olur. Kafalar, burunlar kırılır, gözler çıkar.

2. raunt düğün yemeği yenilecek restorantta devam eder. Büyük hesaplaşmanın görüleceği restorantta bir araya gelen (kimi zorla gelir) 7 erkek “HAYIR” olayını aydınlatmaya çalışırlar.

Testosteron oyunu, bu nikah ve onun bozulması üzerinden değişik mesleklerden (mikrobiyolog, kuş bilimci, baterist, gazeteci, avukat, garson ve baba) 7 erkeğin cinselliğe, kadına, doğaya “ERKEKÇE” bakışlarını sergiler."

Pazartesi, Aralık 26, 2011

Manu Chao-Bongo Bong

eskilerden çok sevdiğim bir şarkı...
söyleyeni hakkında bilgi için:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Manu_Chao

Pazar, Aralık 25, 2011

l'illusionniste


filmi ilk, sevgili lulu'nun blogunda gördüm:
http://birazhayat.blogspot.com/2011/10/lillusionniste.html

görür görmez dikkatimi çekti. izlemekse, henüz kısmet oldu.

çok tatlı, naif ve hüzünlü bir animasyon filmi.
2010 yapımı bu güzel filmin senaryosu jacques tati'ye ait. senaryoyu uyarlayıp yöneten ise sylvain chomet. her ikisini de çok merak ettim, özellikle de tati'yi. tanımak için diğer yapımlarını da izlemeyi planlamaktayım.
filmin estetik yönü&görselliği gerçekten çok güçlü; keyifle izleniyor, akıp gidiyor. diyaloglar çok çok az, her şey çizimlerle anlatılmaya çalışılıyor. ışığın dönüşümünü kullanış çok başarılı.

filmin konusu ise;
1950'lerde, odakta sihirbaz olmak üzere, kukla oynatıcılığı (vantrilokluk) ve palyaçoluk gibi, modern zamanla ve değişen eğlece anlayışı ile birlikte geçerliğini yitiren meslek erbablarının düştüğü hal.

genel anlamda, bir modern toplum/ tüketim çağı eleştirisi..
tati'nin düsturu "old is good, new is bad" imiş zaten... bir "altınçağ sanrısı" var sanırım onda da..

oyuncu cansel elçin de oldukça güzel yazmış film hakkında, okumak isterseniz:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=&ArticleID=102809

Cumartesi, Aralık 24, 2011

ah muhsin ünlü- gidiyorum bu



onur ünlü'nün ilk baskısını kendisinin yaptığı tek şiir kitabının, 5. -ve sanırım son- baskısı var elimde bir süredir... hepi topu 70 sayfalık kitabı okuyorum, sindirmeye çalışıyorum. zira, kolay değil anlamak.. dizeler, müthiş bir birikimin, bilginin ve zekanın ürünü. oysa, onları kaleme aldığında 20-25 yaşında genç biri onur ünlü!

kapağında ferdinand hodler'in hayal kırıklığına uğrayanlar resminin bulunduğu kitabı açar açmaz, daha yazarın özgeçmişinden başlıyor ilginçlikler:

"ah muhsin ünlü 1973 yılında izmit'te doğdu. altı yaşından itibaren yirmi üç yıl boyunca öğrenci olarak yaşadı. (...) 22 haziran 1993 günü akşamı, saat altıya çeyrek kala başladığı şiir çalışmalarına, 4 eylül 1998 sabahı on biri yirmi beş geçe son verdi. tekrar şiire başlamak için uygun koşulların oluşmasını tevekkülle ummak istiyor."

ve kitaptaki şiirler de son derece ilginç, bolca kelime oyunlu, anlaşılması zor ve çoğu zaman göndermeli.

daha önce de yazdığım gibi, (http://pinkket.blogspot.com/2011/11/celal-tan-ve-ailesinin-asr-ackl.html) onur ünlü'nün değişik ve karışık bir kafası var kanımca. lakin, ziyadesiyle çalışıyor o kafa! anlamaya çalışmalı.

2 days in paris




(oldukça hassas bir dönem; biliyorum.

fransa'ya tepkiliyiz çoğumuz...
fakat konumuz bu değil elbet. zira siyasi yazı yazmıyorum ben..
ayrıca, ülkelerin politikaları ile halklarını ve sanatı ayrı tutmayı tercih etmişimdir hep. ülkelerin siyasi duruşları ne olursa olsun ya da benim ülkemle arası nasıl olursa olsun, tüm ülkelerin insanlarının ürettiklerini tanımaktan, izlemekten, dinlemekten yanayımdır...)

neyse...

before sunrise ve before sunset'ten tanıyıp sevdiğimiz fransız oyuncu julie delpy'nin yazıp yönettiği ve başrolde oynadığı "2 days in paris"i izledim geçenlerde.
fransız sinemasının sıcak, doğal ve dar bütçeli yapımlarını seviyorum ben. bu filmi de sevdim.
film oldukça eğlenceli başladı, giderek tempo biraz düşse de genel anlamda keyifli idi.
farklı kültürlerden gelen iki insanın ilişkisinin anlatıldığı filmde, sonlara doğru ilişki yavaş yavaş çıkmaza giriyor ve filmle beraber o da bitiyor.
filmde, "amerikalı adam" ve "parisli kadın" sanki biraz karikatürize edilmiş gibi geldi bana. yani, sadece fimlerden tanıyoruz ya hani, insan gerçekliğini düşünmeden edemiyor. amerikalılar gerçekten de bu kadar fanus hayatı mı yaşıyorlar.. ya da fransızlar ikili ilişkilerde bu kadar özgürler mi, ve paris'te yaşayan herkes yaşı ve sosyoekonomik durumu ne olursa olsun sanattan anlıyor ve keyif alıyor mu gerçekten...

filmdeki diyaloglar güzeldi. hoşuma giden pekçok tespit oldu, fakat aklımda sadece şu kaldı:
"gerçekten de herkes dünyayı farklı bir şekilde görür."

Salı, Aralık 20, 2011

mevlana okumayı hak edenler ve etmeyenler

"trend" olayından zerre hazzetmediğimi bilenler bilir.

demem o ki; bir giysi, bir renk, bir saç modeli, bir kitap vs. moda olur olmaz her yerde herkeste görülmesiyle beraber, benim için fena halde değerini kaybetmektedir.

daha önce bahsetmiştim; en çok da, sevdiğim yazarlarda canım sıkılır.
ne haddimizeyse, kendimizce insanları sınıflandırıyoruz ya hani, bazı kitapları bazılarına yakıştırmayız...
hele mevlana'nın ve genel anlamda tasavvufun dahi "ele ayağa düşmesi" hoşuma gitmiyor. sıkı bir tasavvufçu olduğumu söyleyemeyeceğim (mesnevi'yi dahi okumuş değilim zira). lakin, mevlana'yı şu son zamanlarda adeta bir "trend" haline gelişiyle tanıyan insanların mevlana hakkında konuşması itici geliyor.
niye böyle bilmiyorum. belki de güzel şeyler daha çok kişiye ulaştığı için sevinmeli, değerinin azaldığı düşünülmemeli...

esasen, sorun şu sanırım:
çevremde, çok sinir olduğum, hırs ve kendini övmenin vücud bulmuş hali olan bir kadın var ve utanmadan mevlana ile ilgili kitaplar okuyor. çok anlarmış gibi...

anlatabildim mi?

cocorosie - beautiful boyz

ne şarkı be!

Pazar, Aralık 18, 2011

planlar planlar. bitmek bilmeyen listeler-volume 3

http://pinkket.blogspot.com/2011/08/planlar-planlar-bitmek-bilmeyen.html
http://pinkket.blogspot.com/2011_09_01_archive.html
eylül başında, yeni eğitim öğretim yılının başlamasıyla yeni kararlar almak adettendir diye, naçizane, yapmak istediklerimi sıralamıştım.
üzerinden 3,5 ay geçmiş iken, üstüne üstlük yeni bir "karar alma dönemi" olan "yılbaşı" yaklaşır iken hem o kararları gözden geçirmek hem de yeni kararlar eklemek icap eder şimdi.
bakalım neler yapmışız:

1) sürücü kursuna gittim, sınavları geçtim, çok yakında ehliyetimi alıcam. bkz:http://pinkket.blogspot.com/2011/12/ehliyet-maceralar.html

2) mesleğimle ilgili herhangi bir eğitim girişimim henüz/ hala yok. belki yaza yükseklisans girişimim olur...

3) İSMEK'te resim kursuna gidiyorum 3 aydır, çok da keyif alıyorum. ah bir de azıcık yeteneğim olsa..

4) pilatese devam edeceğime çok inanıyordum esasen.. ama olmadı bir türlü. bayramdı, sıcaktı, ayın 15i gelsindi derken şimdi de havalar çok soğudu yahu! akşam akşam nasıl giderim ben bu soğukta, hasta olurum maazallah! şaka şaka, hala devam etmeyi çok istiyorum. bakalım, ne zaman kısmet olacak!

5) dans öğrenmek için bir girişimim henüz/ hala yok. açıkçası ara ara gelse de, artık aman aman bir isteğim de yok.

6) yaratıcı drama'ya devam etmedim. belki 2. döneme... ama üsküdar'da olması enterasan hakikatten. daha merkezi, ortada bir yerde olmalı dernekler..

7) takı çok sık olmasa da ara ara yapıyorum. estikçe yapmaya devam;)

8) 5 oyun izlemişim eylülden bu yana (nereye gidiyoruz, ağaç irfan, şişman domuz, şems unutma, aklı havada). bir de 28 aralık için alınmış biletim var testosteron'a.
fena sayılmaz;)
şu an aklımda olan oyunlar; devlet tiyatrolarında "kendi kendine konuşmaktır aşk", şehir tiyatrolarında "gönlümdeki osman hamdi bey", krek'te "güzel şeyler bizim tarafta" ve bakırköy belediye tiyatrolarında "külhanbeyli müzikali".

9) 4 kitap okudum eylülden bu yana (iskender, psikoanalist, son ada, kırmızı pelerinli kent). bir kitap daha bitirmeyi planlıyorum ay sonuna kadar. hiç yeterli değil biliyorum...
2012 için 20 kitap hedefi koymak istiyorum. başarabilirsem ne mutlu.

10) istanbul'da görmek istediğim yerleri görmeyi koymuşum hayallerimin arasına. bu madde de biraz zayıf kaldım sanırım. sadece, dolphinarium, sahaf festivali ve 5. kat restaurant geliyor şu anda aklıma gittiklerimden. daha çok yer var çook!

11) istanbul dışına çıkıp yakın şehirleri gezme kararım öylece duruyor maalesef. oysa sapanca, edirne, tirilye ve bolu beni bekliyor; hatta kapodokya da:)

12) herhangi bir STK'da gönüllü çalışmaya başlamadım, yalnızca greenpeace bağışçısı oldum. sanırım bu kadarıyla yetinicem..

13) çiçek yetiştirmeye çabaladım, ama fesleğenim 3 günde soldu gitti, bambumsa artık toprakta ama hala pek büyüdüğünü söyleyemeyeceğim. çiçek yetiştirmeyi, güneş alan güzel balkonlu evimin olacağı zamana erteliyorum;)

14) para biriktirmek ve harcamalarımı azaltmak noktasında kendimce ufak adımlar atıyorum. ama henüz hiç yeterli değil. bu konuda da daha sıkı çalışmak istiyorum.

böyleyken böyle:)
daha verimli, üretken ve mutlu günler, aylar, yıllar diliyorum herkese!

blog'u tweeter'laştırmak-6



@ bu cuma tophane-i amire'de "salvador dali" sergisinin açılışı var!!!
sergi 2 ay (26 şubat'a kadar) kalacak. 2008'de sabancı'dakine gelememiştim (izmir'de yaşıyordum o vakit), ama bu sefer kaçırmaya hiç mi hiç niyetim yok!

@ resim kursunda "hasan kale"den bahsedildi bugün. ben hiç duymamıştım. kendisi, toplu iğne başına, sinek kanadına, pirinç tanesine minyatür resimler yapan bir sanatçı imiş. buyrun, bu da internet sitesi: http://www.hasankale.com/index.htm

@ kieron williamson'dan da bahsedildi. 7 yaşındaki yetenek dendi, şu an 9 yaşında imiş kendisi. yaşına göre fazlasıyla yetenekli! bu da onun internet sitesi: http://www.kieronwilliamson.com/MyWork/tabid/346/language/en-US/Default.aspx

@ bir de banksy'yi duydum bugün. kendisi ilginç işler yapan bir sokak sanatçısı. ahanda onun da internet adresini vereyim: http://www.banksy.co.uk/indoors/fallen.html

@ bir de ben bugün düşündüm de, zeki müren rakı içerken ne dinliyordu acaba? zira ben zeki mürensiz bir rakı sofrası düşünemiyorum..

aya irini'de ensemble galatia

pazartesi günü haber vermiştim, "yok ben duymadım bilmiyorum" demek yok:)
(http://pinkket.blogspot.com/2011/12/ensemble-galatia-aya-irinide.html)

ilk etapta, saraya girişte birtakım sıkıntılar yaşasak da (eee belediye organizasyonu ne de olsa, olacak o kadar) cuma akşamı aya irini'deydik.
o saatte sarayın bahçesinde olmak müthişti! ağaçlar, ay, gece.. gerçekten büyüleyiciydi. ve tabi, ilk kez içine girdiğim aya irini de öyle..
müziklerine hayran olduğum ensemble galatia'yı, nihayet, canlı dinlemek beni çok mutlu etti. etti etmesine de, kayıtlardaki performanslarının çok daha etkileyici oluşuna şaşırdım biraz. sanırım, tarihi mekan olduğundan sesin yüksekliğiyle ilgili sınırlama vardı. bir de soğuk havanın enstrümanlarını olumsuz etkilediğinden bahsettiler, onun da etkisi olabilir.
çeşitli dillerdeki şarkılarını çalmadan önce, şarkıların hikayelerini anlatmaları da ayrı bir güzellikti.
şarkılarının hikayelerine buradan da ulşamak mümkün:
http://www.ensemblegalatia.com/medya/ensgal_rep_tr.pdf
size en çok sevdiğim şarkıları olan "lamma bada yatathanna"yı dinletmeyi çok istedim, ama internette selçuk dalar'ın söylediği versiyonunu bulamadım. bilgisayardaki verilerin paylaşımı da blogspotta mümkün olmadığından, üzgünüm..
fakat, şarkının çok hoş bir capella'sını buldum:
http://www.youtube.com/watch?v=OGE58KjAa0g

Cumartesi, Aralık 17, 2011

kırmızı pelerinli kent-aslı erdoğan



"her kitap zamanı gelince kendini okutuyor" demişti sevgili mine (http://minetozanlioglu.blogspot.com/2011/10/kibrit-copleri-murathan-mungan.html)ve sonsuz katılmıştım ben ona.
gerçekten de öyle: "her kitabın zamanı var" bence de.
1,5 yıl önce kendisini duyup biraz araştırır araştırmaz merak salmıştım aslı erdoğan'a. 8 kitabının arasında en çok ilgimi çeken "kırmızı pelerinli kent" olmuştu ve hemen almıştım. gel gör ki, onca merak ve isteğime karşın henüz okuyabildim. 1 haftada, hızla... rio de jenario'da geçen bir hikaye; bir kadın hikayesi. kitap yazan bir kadın; velhasıl, kitap içinde kitap. yabancılığa, özgürlüğe, insana dair sürükleyici bir roman...

ve işte size kitaptan alıntılar:

* bana gereksinim duyan tek bir kişiden, hatta bir gözlemciden bile yoksun olmanın mutlak, dört başı mamur, cehennemsi özgürlüğü..
* insan, gerçekte gereksinim duymadığını tüketmeye bir türlü doyamıyordu.
* kıdemli bir göçmendi, insan için "vazgeçilmez" olanın bir çantaya sığabileceğini, geriye kalan her şeyin gözden çıkarılabileceğini çoktan öğrenmişti. nesnelri, mekanları sahiplenmekten, kişiliğinin yansımalarına çevirmekten herhangi bir doyum almazdı.
* bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur. işte varılması gereken yer o noktadır. (kafka)
* yalnızca tek bir şey adına güvenli suları terk eder, kendi köklerimizi keseriz. adem'in, uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına: bilinmeyen.
* iç içe geçmiş sonsuz sayıda matruşka bebeği vardı önünde; ne yaparsa yapsın, en dipteki dünyaya, öze, gerçeğin çekirdeğine erişemiyordu.
* yaşamı sevecen, anlamlı ya da en azından katlanılır kılan tek şeyin aşk olduğuna inandırırdı kendini.
* yalnız insanlar hep fazla konuşur.
* "neden ben?" diye soruyordu, bütün kurbanlar gibi.
* kararlı davranmaya karar vermiş birinin, başkalarından ödünç alınma, bir sıkımlık cesareti...

Çarşamba, Aralık 14, 2011

aşure yapma yaşı kaçtır?


istanbul'u da yalnız yaşamayı da sevmeme karşın, bir şeyler oluyor birden... "ahh izmir" diyorum, "ahh memleketim, ahh ailem, ailemin dibinde olmak...".
daha önce de yazmıştım:


küçücük şeyleri özleyiveriyor insan...

bir yandan da diyorum kendime :
"sen niye yapıp dağıtmıyorsun komşulara?"

Pazartesi, Aralık 12, 2011

ensemble galatia aya irini'de!

ensemble galatia'yı ne çok sevdiğimi bilenler bilir. lakin, bir türlü ankara'ya gidip canlı canlı dinlemek nasip olmamıştı.
neyse ki, nihayet, fırsat ayağıma geldi!


Pazar, Aralık 11, 2011

deli deli olma

yollara düşmek var aklımda ne zamandır...
yine çağırıyor şehirler, otobüsler ve trenler...
görmediğim öyle çok şehir var ki yurdumda
hangi birine gitmeli önce, karar veremiyorum..
kars düştü aklıma bir zamandır.
oysa ne bilirim ki hakkında...
arıcılık, kaşar, kaz'dan ibaret bilgim.
hem orhan pamuk'un kar'ı bile okunmadı daha...
kosmos'u izlemişim bi (bkz: http://pinkket.blogspot.com/search/label/kosmos)...

"hadi" dedim, "oturayım da deli deli olma'yı izleyeyim, hazır kars'a merak salmış iken."
iyki de izlemişim!
son derece naif, sade ve sıcak bir hikaye.



şerif sezer, tarık akan gibi usta oyunculara eşlik eden başarılı oyuncular.
örneğin ben filmlerdeki çocuk oyunculardan genelde hazzetmememe rağmen, 13 yaşındaki alma'yı (cemile nihan turhan) çok sevdim.
tarık akan da saçıyla sakalıyla tam bir rus olmuş gerçekten...


ayrıca, filmin resmi sitesi de hoş, piyanoyu çalmaya doyamayacaksınız;)

ahanda bu da film için mini sözlük (sizin için yaptım:)):
malakan: kars'ın 1877'de işgali ile rus yöneticiler tarafından bazı köylere yerleştirilmiş topluluk.
yeke kişi: (kars ağzında) koca adam.

ehliyet maceraları

hatırlarsanız eylül kararlarımdan biri ehliyet almaktı:


bakınca, bu kararım için, kendimden beklenmeyen bir hızla harekete geçtim sanırım.
çünkü yıllardır bana oldukça zor gelen ve bu nedenle sürekli ertelediğim bir şeydi.
ve nihayet bir ay içinde de ehliyetimi alabilicem.
yazılıları zaten geçmiştim ekimde. geçen hafta da direksiyon sınavım vardı ve başarıyla(!) verdim. şaka şaka, başarıyla veremedim:)
hayatımın ilk torpili oldu direksiyon sınavım. meb mensubu olduğumdan, pek hak etmesem de, zorlamayla (70 puanla) geçirmiş meslektaşlarım.
korkmayın, elbette bu halde trafiğe çıkmayacağım;)
zaten arabam da yok.

bu arada, iyki qashqai'm yok haa.
çünkü; olsa, herkesin gözü kalırdı bence. sonra, maazallah başına kötü şeyler gelebilirdi. mesela, ben içindeyken de gelebilirdi hem sonra.
o nedenle iyki yok. vallaha bak.

ühühüü.
çok güzel lan:(

Cumartesi, Aralık 10, 2011

5. kat restaurant bar


dün gece istanbul'un en güzel manzaralarından birine sahip olan 5. kat restaurant bar'a gittik.
oyuncu yasemin alkaya'nın sahibi olduğu mekan son derece hoş döşenmiş. pembe mor tonlarda kadife perdeler, berjerler, oymalı koltuklar, aynalar ve loş ışık. antika eşyalarla dekore edilmiş bir ev konsepti diyebiliriz. ve fonda çalan hoş müzikler. ve karşınızda rengarenk boğaz köprüsü. büyüleyici! istanbul'dan gidip gitmemeyi bir kez daha sorgulatan bir gece oldu benim için:)
yemekler ve içecekler de mekanın muadilleriyle benzer lezzet ve fiyatta.
özel bir gece için oldukça tercih edilesi bir mekan bence.
ayrıca, gündüz de manzaranın bambaşka bir güzellikte olacağını düşünüyorum. güneşli bir cumartesi günü kahvaltıya gitme fikri var en yakın zamanda.
sizlere de, naçizane, tavsiye edilir efendim.

Perşembe, Aralık 08, 2011

Des'ree Life


ilkokulu bitirmiş anadolu lisesi'nde hazırlık sınıfı okurken, ingilizce öğrenmenin verdiği hevesle ve tabi ki ergenliğe girmemin de etkisiyle "yabancı müzik" dinlemeye başlamıştım. bir spice girls olsun, bir take that, backstreet boys vs.
işbu şarkı da sözlerini ezberlediğim ilk ingilizce şarkıdır ve kendisini hala çok severim.

Salı, Aralık 06, 2011

mim-2

mim'lere pek karışmadan yazan bir blog yazarı olarak, sevgili gugukkuşu http://gugukusu.blogspot.com/2011/12/odul-mimi.html ve sevgili milena http://ajivakas.blogspot.com/2011/12/cok-yonlu-blogger-odullerine.html beni değişik bir konuda mimleyince kayıtsız kalamadım. her ikisine de beni bu ödüle layık gördükleri için teşekkür ediyorum;)
bakıyorum da, kısa sürede epey yayılmış ve oldukça güzel yazılar ortaya çıkarmış başarılı bir mim olmuş.

mim şu şekilde:
öncelikle seni mimleyen bloga teşekkür ederek link paylaşılacak.
sonra, kendinle ilgili 7 gerçek yazılacak.
ve sonra da, çok yönlü bulduğun 10 bloga bu mim ödül verilerek kendisine haber verilecek.

benim aklıma gelen kendimle ilgili 7 gerçeğe gelince:
1) bloguma yeni yazı yazdıkça eskiler aşağıda kalıyor ve unutuluyor diye üzülüyorum :)
2) izmir’i de istanbul’u da çok seviyorum. ve izmire ailemin yanına dönmekle burada hayatımdakisevgiliinsan'ın yanında kalmak konusunda karar veremiyorum.
3) herhangi bir yeteneğim yok (ya da henüz keşfetmedim:)) ve bu beni üzüyor. oysa ben, iyi resim yapmayı, iyi şarkı söylemeyi ya da iyi dans etmeyi öyle isterdim ki…
4) uysalım, tepkilerim kontrollüdür. biraz daha baskın, cevval ve iş halleden biri olmayı çok isterdim.
5) devlet memuru olmaktan nefret ediyorum. yine de, alternatif bulamadığım için, istifa edecek cesaretim yok. hala mesleğimle ilgili yön çizebilmiş değilim. bu beni üzüyor. ama, bir gün iyi yerlere geleceğime dair bir inanç da içimde bir yerlerde öylece duruyor.
6) beni en çok öfkelendiren şeylerden biri, insanların fütursuz davranışları. katlanamıyorum. çok yüksek seste ve nedense hep saçmasapan müzik açan komşu, kaba davranışlar, yere çöp atanlar, patavatsızca konuşanlar vs... ben, biri herhangi bir davranışımdan/ sözümden rahatsız olur mu diye kendimi bunca kontrol ederken, diğerlerini rahatsız etme hakkını kendinde görenleri anlamakta zorlanıyorum.
7) mükemmel gitmiyor, biliyorum; yine de kendimi ve hayatımı çok seviyorum.
şairin dediği gibi, "yaşadığım iyi kötü günleri değişmem hiçbir cennet masalına". :)


unutmadan,
bir de kedileri çok seviyorum;)

*dediğim gibi, bu mim benim izlediğim bloglarda öylesine yaygın ki, sanırım mimlenmeyen kalmadı:) yine de bilin ki, hepinizi seviyorum&beğeniyorum.

Pazartesi, Aralık 05, 2011

biraz da gülmece

genco erkal, nereye gidiyoruz?- azizlikler

cuma akşamı istiklal'deki muammer karaca tiyatrosunda oyun izledim ilk defa.
genco erkal'ın aziz nesin'in yazılarından uyarlayarak yazıp/ yönetip/ oynadığı "nereye gidiyoruz?- azizlikler" oyunu.

oyun sırasında ve oyundan çıkınca garip hissettim.
nasıl desem...
genco erkal bu, benim eleştirmem ne haddime elbet...
lakin, söylemeden edemeyeceğim, eksikti...
yani nasıl desem, sanırım salondaki genç azınlıktandık ve bizim için "demode" gibiydi oyun...
gerek teknik, gerek anlatılanlar... etkilenmedim ben...
oyundan etkilenmememden etkilendim sonra...
düşündüm ki, umudumuz yok çünkü en başta...
kabullenmiş durumdayız olan biteni...
daha önce de yazmıştım ya...
vatanını sevmek, vatanı için çalışmak vs. kalmadı artık...
giderek bireyselleşen ve kapitalistleşen dünyada herkes gününü ve kendini kurtarma derdinde...

25 yaşında genç bir insanım ben. çoğu izmirli gibi "sosyal demokrat" bir ailede büyüdüm...
hatırlıyorum da, hükümete tepki verilirdi o zamanlar (geçtiğimiz aylardaki "zam" mevzuunu hatırlatırım burda), halk tartışırdı, halkın aleyhine olan her gelişmede tepki verirdi basın, 11 yaşındaydım her akşam 9'da ışıkları söndürürken (dönemin adalet bakanı şevket kazan'ın yorumundaki cürreti de hatırlayalım!)..
sonra noldu, nasıl oldu...
çok uzun zaman değil, bilinçli olarak hatırladığım hepi topu 15 yılda korkunç hızlı bir değişim yaşandı yurdumda....
anlamakta zorlanıyorum... çözemiyorum ben... şaşkınım...
noldu?
ne zaman elim havada kalmaya başladı abdesti bozulmasın diye karşımdaki adamın?
ve ben şimdilerde en çok çocuğum "ülkende tüm bunlar olurken sen naptın anne?" diye sorduğunda cevap verememekten korkuyorum...
.....

yılmaz güney'den yazıya yaraşır bir şiirle bitirmek düştü bana şimdi:

"arkadaşlar!
dışarda bir şeyler oluyor farkında mısınız?
uykuda olanları sarsın, uyandırın herkese söyleyin
yakında ışıklar kesilebilir
karanlıkta ne yapacaksınız?"

(meraklılarına oyunun tanıtım yazısı ve ilgili linkler şu şekilde:
"usta oyuncu genco erkal; ölümünün 15. yılı nedeniyle aziz nesin’in öykü, şiir, masal ve taşlamalarından uyarlayarak sahneye koyduğu tek kişilik yeni oyunu “nereye gidiyoruz?” ile sahnede! dostlar tiyatrosu’nun, prömiyeri 3 mart’ta gerçekleştirilen yeni oyunu, bugünlerde herkesin birbirine sorduğu “nereye gidiyoruz?” sorusuna yanıt arıyor.


ülkesinin her derdini kendi derdi bilen, tüm yaşamı boyunca düşünceleri uğruna yılmadan mücadele veren bir aydının,
aziz nesin’in gözünden ülkesini ve insanlarını tanımayı hedefleyen “nereye gidiyoruz?”; ölümünün 15. yılında bu büyük gülmece ustasının gözünden ülkenin fotoğrafını çekiyor. oyunla aynı zamanda; tüm yazılarında karagöz, ortaoyunu, meddah gibi geleneksel gösteri sanatlarımızı, masallarımızı, anlatı geleneğimizle çağdaş sanatın sentezinin en etkileyici örneklerini veren aziz nesin’in, genç kuşaklara da tanıtılması amaçlanıyor.
genco erkal; okuma alışkanlığının giderek azaldığı günümüzde
aziz nesin’i tiyatro sanatı ile izleyiciye aktararak, izleyicileri, yazarı daha yakından tanımaya özendirmeyi de hedefliyor.

“nereye gidiyoruz?”, içinde yaşadığımız toplumun çelişkilerini ve çıkmazlarını vurucu bir dille yansıtıyor. kendine has tarzıyla izleyenleri çok güldürecek olan bu çağdaş meddah gösterisi, bir yandan da sorunlara tuttuğu ışıkla düşündürecek. aziz nesin’in yıllar önce kaleme aldığı metinlerin güncelliği izleyenleri şaşırtırken, büyük yazarın gözlem ve değerlendirme başarısını bir kez daha ortaya koyuyor.

“nereye gidiyoruz?”un yönetmenliğini ve sahne tasarımını da genco erkal üstlenirken; oyunun müzikleri türkiye'nin ilk özgün film müziği sanatçılarından, mimar, müzisyen, tiyatro-sinema oyuncusu arif erkin tarafından hazırlanıyor. özlem kaya’nın giysi tasarımını, hakan özipek’in ışık tasarımını üstlendiği oyunda karagöz tasvirleri haluk yüce tarafından yapılıyor."

Cumartesi, Aralık 03, 2011

livaneli- son ada


elimdekiler bitene kadar kitap satın almayı kendime yasaklamış olabilirim ama, hayatımdakisevgiliinsan'a kitap almak (erken kaybedenler- emrah serbes) ve onun bana kitap alması (istanbul'da ölmeden önce yapmanız gereken 101 şey- aydoğan özkan) yasak değil ki bence.
bir de, her yere taşıyabilmek için cep kitabı almak da kuralı bozmaz (son ada- livaneli- remzi kitabevi), üstelik bu kitap 6,90 lira ise.

:)

livaneli'nin 2008'de basılan romanını yeni gördüm ben. yukarıda da dediğim gibi minicik ve oldukça uygun fiyatlı olunca da "kaçırmayayım" dedim. 2009 orhan kemal roman armağanı kazanan kitap oldukça sürükleyici, 2-3 oturuşta rahatlıkla bitirilebilir.
livaneli, bu kitabında, bilinçli olarak, oldukça sade ve hatta basit bir dil ve anlatımı tercih etmiş. zaten, kitabın kurgusu gereği, hikayeyi bir yazar değil de sıradan bir insan anlatıyor.
hikaye de kısaca şöyle:
"düşsel bir ada"da , doğadan kopmadan, "medeniyet" diye adlandırdığımız pek çok şeyden uzak (zira ihtiyaç duymayarak) huzur ve mutlulukla yaşayan 40 hanenin halkı... küçük ve paylaşımcı/ dayanışmacı bir topluluk... bir gün adalarına gelip yerleşen eski bir diktatörle alt üst olan düzenleri, hayatları... üstelik bu diktatör, düzensizlikten dem vurarak düzen ve medeniyet getirmek için ve "demokrasi" kisvesi altında yapıyor tüm istediklerini. ikna, aldatma ve tehdit ile kabul ettirerek... "mülkiyet" kavramını sokuyor akıllarına, doğayı değiştirmek için mücadele başlatıyor... nihayetinde doğaya yenik düşüyor elbet. lakin, adanın tüm güzelliği de yok olup gidiyor bu süreçte...

kitap, çok yalın bir şekilde, insanların göz boyama ve azıcık da korkuyla nasıl uyuşturulabildiklerini gözümüze sokuyor. ve bu uyutulmuş, kandırılmış insanların sahip olduğu sözde "demokrasi"nin nasıl tehlikeli bir şeye dönüşebildiğini de...

bu arada,
hikaye tanıdık geldi mi?

belirli günler/haftalar/aylar/yıllar ve tarık zafer tunaya

ilkokul 3. sınıfta "belirli günler ve haftalar" kitabı aldırmıştı öğretmenimiz. küçük ve de incecik bir kitaptı. neden bilmem, yazarını da hiç unutmam hatta; ali sencer.
orada taş çatlasa 20-30 "belirli gün/hafta" vardı.
15-20 yılda ne oldu nasıl olduysa, şimdilerde gün geçmiyor ki bir şeyi anmayalım, kutlamayalım.
bugün de dünya engelliler günü!
(ben 5 aydır engellilerle çalışıyorum. okulda görev yaparken kendi isteğimle bunu istedim. en çok da onları tanımak, önyargılarımı ve kaygılarımı aşmak için sanırım. önceden, engellilerde beni endişelendiren bir şey vardı, nasıl davranacağımı bilemezdim ve bu duygum beni çok rahatsız ediyordu. şimdi, kısa bir süre olmasına rağmen oldukça rahatım engellilerle iletişime geçerken...
yapılması gereken çok şey var engelliler ve aileleri için...
ve fakat bu konuyu daha geniş bir zamana bırakıyor ve olumlu gelişmelerin olması dileğimle konuyu noktalıyorum.)

aynı zamanda 6. rakı haftası da bugün itibariyle başlamış durumda (3-10 aralık). http://www.dunyarakihaftasi.com/index.php
5 aralık da dünya gönüllüler günü.

sizin için, meb'de 2005 yılı itibariyle geçerli olan işbu listeyi buldum:
biraz incelerseniz "etik günü", "nüfus günü" gibi enterasan günlere rastlayacaksınız;)


bir de, bu ay tarık zafer tunaya'da nuri bilge ceylan filmleri (kasaba, mayıs sıkıntısı, uzak, bir zamanlar anadolu'da) ve kako si? gösterimde.
bilginize efenim;)
şahsen ben, vizyondayken fırsat bulamadığım kako si? ve bir zamanlar anadolu'da gösterimlerini kaçırmamayı düşünüyorum. sizlere de iyi seyirler.

Çarşamba, Kasım 30, 2011

şişman domuz (fat pig) - neil labute


çok keyifli, bol kahkahalı, eğlenceli bir oyun.
4 oyuncu (nurhayat atasoy, erol ozan ayhan, serkan öz, dilara yalçın). 4'ü de çok başarılı!

bu sezon da oynamaya devam ediyor. "kaçırmayın!" derim;)



oyun hakkında bilgi için:

Pazar, Kasım 27, 2011

dedemin insanları


çağan ırmak filmlerini severek izlerim- prensesin uykusu hariç-.
yönetmenin en sevdiğim yanı, samimiyetidir. yani, büyük bütçelere dayanmadan kendi yakın tarihimizi, en iyi bildiği&ait olduğu yerleri ve olayları anlatışı hoşuma gider.
ve bence çağan ırmak'ın filmlerindeki en güçlü yönlerden biri, insan'ı çok iyi tanıyor ve anlatıyor oluşudur, insana dair çarpıcı gözlemleridir. sanırım, bu nedenle böylesine değiyor duygularımıza, içimize...
izmirli ve dolayısıyla muhacir (macır) olmamın da büyük etkisiyle yeni filmini merakla bekliyordum. zira, anneannesi girit, dedesi üsküp, babaannesi ve diğer dedesi ise selanik'ten göç eden mübadil bir aileden geliyorum ben. (hatırlarsınız geçen yaz, köklerime yolculuk yapmıştım: http://pinkket.blogspot.com/2011/07/balkan-gezisi-fotograflar-sevgili-nilin_27.html)

film vizyona girer girmez izledim. oyuncuların bir kısmı yine çağan ırmak'ın vazgeçilmezlerinden oluşuyor. çetin tekindor büyük oyunculuğunu yine sonuna kadar sergiliyor. hümeyra, yiğit özşener, gökçe bahadır, sacide taşaner, ezgi mola ve diğerleri de başarılı. yalnızca, ushan çakır dış ses olarak pek oturmamış gibi geldi bana.
film bitince insanda güzel bir tad bırakıyor. izlerken de güzel akıyor da, filmin eksiği kanımca şudur:
çok fazla şeyi bir arada anlatma çabası, bir filme sığamayacak kadar çok şeye sadece değinip geçme ve yarım bırakma.
yani, bu temelde bir mübadele filmiyse eğer;
bunun yanısıra, kıbrıs barış harekatı, 12 eylül, darbe günleri, ayrımcılık, faili meçhul anarşist ve dağılan karısı, eşcinsellik, dede- torun ilişkisi ve daha bir bir sürü şeyi de anlatmaya kalkışmak filmi biraz dağıtmış gibi geldi bana.
yine de, belki mübadil olduğumdan, içime değen ve gülümsetip& hüzünlendiren bir film oldu benim için.

Shivaree - Goodnight Moon

Cumartesi, Kasım 26, 2011

psiko analist


"bu tip kitaplar tarzım değil" diye diye macera& fiction okuyan insan oldum.
john katzenbach'ın 2002'de yazdığı, ülkemizde 2010'da basılan kitap sürükleyici, merak uyandırıcı.
bu tarz sevenler için tavsiye edilebilir. lakin, elbet, edebi değeri yüksek bir kitap değil kanımca.

pucca






blog olayının taş çatlasa 3 yıldır farkında olan ve 1,5 yıldır blog yazan biri olarak, ünlü "pucca"yı da öğrenmem çok eskilere dayanmamaktadır.
hatırlıyorum da, adını duyunca üzülmüştüm biraz.

çünkü, beni daha öncelerde, uzakdoğululara benzeyişim ve sevgimi saklayamayışım&coşkuyla gösterişim nedeniyle pucca'ya benzetenler çok olmuştur.

şimdi, tabi pucca bu kadar ünlüyken, gel de inandır:)


Cuma, Kasım 25, 2011

dokunmak... sevgiyle...

"bilmeyorum ne vardı saçlarında
rüzgar mı öyle eserdi
gözlerim mi öyle görürdü yoksa
saçlarının her hali hoşuma giderdi."

dediği gibi muhterem şairin,
benim de içimden geçiveriyor bazen:

ne var teninde bunca sıcak olan, nasıl bu kadar huzur verebiliyor sarılmak?
...

sanat ve güzelliklerle yaşamak istiyor o/ basit bir hayatı olmalı


iyi işleri seçen, bizleri orijinal etkinliklerden haberdar eden bir arkadaşım sayesinde "ağaç irfan"ı izledik çarşamba günü. oyun atölyesi'nde, kadıköy'de.

yeni bir tiyatro topluluğu olan "oynayan insan tiyatrosu"nun tek perdelik oyunu. değişik tekniklerle ve samimiyetle sergilenen etkileyici bir oyun.
o samimi ve muhalif ruhu seviyorum en çok da... hiç olamadığım.. zira, düzene ayak uydururken (uyduruyor görünürken ya da) ben, özgün kalabilenlere imrenmişimdir hep...
oynayacakları yeni oyunları merakla bekliyorum.

oyunu izlerken, sabahattin ali'yi tanımadığımı fark ettim üzülerek... oysa, hayatımda en çok etkilendiğim kitaptır kürk mantolu madonna... şaibeli ölümünden, marko paşa'dan bile habersizmişim...

ben çok utanırım bir şeyleri bilmeyince... oysa "bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp" der hep annem...

tiyatrodan dönerken de yolda hayatımdakisevgiliinsan'la kendiliğinden gelişen "şiir testi oyunu" oynadık (taraflardan biri sevdiği bir şiirden birkaç dize okur, karşı taraf şiiri ve şairi bilmeye çalışır:)).
şiir konusunda da epey zayıflamış olduğumu fark ettim. hiç hoşuma gitmedi.
şiir, çok güzel oysa... kısa, öz, çarpıcı.

o halde, bu yazıyı çok sevdiğim cemal süreya ile sonlandırmak lazım gelir şimdi...

"böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
...."

Perşembe, Kasım 24, 2011

Children See Children Do


yeni olmadığını biliyorum.
ancak, gerçekten etkileyici. kısa ve net.
bugün bir toplantıda yeniden karşılaşınca etkilendim yine, paylaşmak istedim.
gelecek nesiller için daha iyi bir dünya diliyorum...

Pazartesi, Kasım 21, 2011

celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi

hayatımdakisevgiliinsan kadar olmasa da onur ünlü'nün yaptığı işleri severim. denediklerini, yapmak istediklerini, farklı çalışan kafasını.
altın koza'da "en iyi film", "en iyi senaryo" ve "jüri özel ödülü"nü alan bu filmini de ilk duyduğumdan beri merak ediyordum. bildiğiniz gibi, cuma vizyona girdi ve biz de hemen izledik.
öncelikle, oyuncular seçmece; selçuk yöntem, güler ökten, köksal engür, bülent emin yarar, cengiz bozkurt, türkü turan, ezgi mola, tansu biçer, tuğra kaftancıoğlu... takdir edersiniz ki, hepsi oldukça başarılı bu filmde de.
senaryo -absürd/ kara komedi ne derseniz deyin- ilginç, değişik ve beklenmedik.
zaman zaman güldürse de komik bir film değil.
onur ünlü'nün karışık ve durmadan çalışan kafasından kaynaklı olacak ki, akış da biraz dağınık.
ve ne yazık ki çok etkileyici ve çok "olmuş" bir film olduğunu düşünmüyorum ben.
yine de, böyle değişik denemeleri, fikirleri destekliyorum, naçizane;)

(timburtonvari afişi harbi başarılı ama;))

onur ünlü'nün yazıp yönettiği filmi güzelce özetleyişini okumak için:http://www.celaltanveailesininasiriaciklihikayesi.com/#sinopsis

(sonradan eklenen bilgi:) !!!
çarşamba afm fitaş beyoğlu'nda 19:00'da filmi yönetmeni ile izlemece ve ardından söyleşi var:
http://www.sinefesto.com/onur-unluyle-soylesiyi-kacirmayin.html)

Pazar, Kasım 20, 2011

ah yurdum

dün sabah haşimato kontrolüm için şişli etfal'deydim yine. bir kez daha fark ettim ki;

halkım, sıraya kaynak yapanlara gösterdiği tepkiyi, yaşadığı diğer haksızlıklara gösterse adaletin işlediği bir toplum olurduk ve kalkınırdık. çok ciddiyim! o amcalar, o teyzeler şahin gibi takipteler, yamuk gördükleri anda da müdahale ediyorlar. ah be amcam ah be teyzem, hayatta yaşadığımız en büyük haksızlık bu mu yani, nedir?

@@@

işim bitince çok sevdiğim osmanbey'de gezdim yine.. çok hoşuma gidiyor o semt. ve fark ettim ki, gündüzü gönlünce yaşamak gerçekten çok güzel! çünkü çalışırken, uyanır uyanmaz kendini sokağa, trafiğe atıyorsun, işyerine gidiyorsun ve hava kararınca çıkıyorsun ancak.. gün geçip gidiyor anlamadan, yaşamadan..

@@@

hazır yarım gün doktor iznim varken, koşa koşa açıköğretim'e de kaydoldum! üniversiteye başladım başlayalı, 2. üniversite hayalim vardı; lakin, 8 yıldır bir şekilde erteliyordum. nihayet başvurdum, hadi hayırlısı:)

ilgilenenler için çarşamba son tarih!

Perşembe, Kasım 17, 2011

moderninsan dertleri


zaman önemli... ölümlüyüz zira... yani, zaman'ımız kısıtlı.
lakin, sanıyorum ki, "modern zaman"da değeri iyice arttı zaman'ın...
istisnasız herkes koşuşturuyor, bir şeylere yetişmeye çalışıyor.
teknolojik gelişmeler, dönemimizin nimetleri bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken, bir yandan da başka yükler getiriyor... insanoğlundan beklenenler artıyor. bir şey olmak yetmiyor, çok şey olmak gerekiyor...
her şey daha ulaşılabilir, bu nedenle her şeye el atmak, her şeyi denemek istiyoruz sanırım.. hiçbir şeyi kaçırmamak..


@@@
tüm bu her şeyi yakalama telaşının yanısıra, buna engel olan fiziksel yorgunluk var bir de... işe gidip çalışmak yoruyor tek başına. işyerinde gün boyunca "çıkışta şuraya uğrayayım, bunu yapayım" diye planlar yapıyorum mesela, ama işten sonra tek isteğim bir an önce eve gidip rahatlamak oluyor, hiçbir şeye halim kalmıyor. saat 5'te hava kararıveriyor zaten, gün bitmiş gibi oluyor güneş olmayınca...

velhasıl, bol güneş, bol enerji, bol zaman diliyorum cümlemize!

not: kitap fuarı da kaçtı:(

Salı, Kasım 15, 2011

Pazar, Kasım 13, 2011

25 yaşta 35 numara ayak dramı- volume 2


yazımdan da hatırlayabileceğiniz gibi, küçük ayaklarımla başım dertte.
şehir fırsatı sitelerinden gelen bir e-posta sayesinde bu konuya çözüm olabilecek bir site keşfettim.
lakin, internetten kitap vs. almaya oldukça alışkın olan ben, denemeden giysi ya da ayakkabı almaya henüz sıcak bakmıyorum. bu nedenle çok güzel modeller olmasına rağmen, cesaret edemedim.
deneyeniniz var mı acaba?

Cumartesi, Kasım 12, 2011

izmir desem sineması

şimdi, bilmeyenler için bir güzellik yapıp, güzel izmir'in sahip olduğu bir güzellikten bahsedeceğim;)
pasaport iskelesinin çok yakınında , alsancak'ın göbeğinde bulunan desem sineması'ndan.

desem sineması, 9 eylül üniversitesi rektörlük binasının içinde üniversitenin sürekli eğitim merkezi'ne bağlı olarak uzun yıllardır kesintisiz (bazı yazlar hariç) hizmet veren sinematektir.


benim keşfim lise yıllarımda, popüler filmlerden uzaklaşmaya başlayıp kendi sinema zevkimi oluşturmaya başladığım zamanlara tekabül eder.
desem, im juli, wilbur wants to kill himself, italian, solino, dogville, edukators, good bye lenin gibi avrupa filmlerini izleme, öğrenme şansını bana tanıyarak sinema zevkimin gelişmesine hatırı sayılır bir katkıda bulunmuştur.
üniversite yıllarım boyunca da elimden geldiğince programı takip edip, orada pekçok önemli filmi izledim.
izmir'de sinema salonlarında, gişe kaygısıyla çoğu yapımın -maalesef- gösterime girmeyişi, beni oldukça üzerken, üzerinden 3-5 ay geçtikten sonra desem'de izleme şansım olduğunu bilmek gerçekten rahatlatıcıydı...
hem de en uygun sinema salonunun yarı fiyatına!
şimdi istanbul'da izmir'e dair en çok özlediğim şeylerden biri, kesinlikle desem.
izmir'de yaşayanların bu nimeti iyi değerlendirmelerini -naçizane- öneririm!
bu da, ekim-aralık programı:
incelediğinizde, bana hak vereceksiniz.