Perşembe, Şubat 28, 2013

en'leri olmayan bir insanım ben..

geçenlerde fark ettim de; şu hayatta, cevap vermekte en çok zorlandığım sorulardan biri "en sevdiğin ...?" sorusu!
zira, beni yaşamda en çok duraklatan, yavaşlatan ve zorlayan nokta; ilgilerimin netleşmemiş oluşu, daimi kararsızlığım, pek çok şeye ilgi duymak&heves etmek, pek çok şeyi çok sevmek...
bu nedenle pek "en"lerim yok benim, pek çok şeye hemen hemen eşit mesafedeyim...


aslında bir şeyi abartılı bir biçimde sevmek biraz ergenlik dönemi özelliği zaten.. bilirsiniz, kendini var etme, diğerlerinden ayrılma çabası ve kendini bulma çabası ile ilintili olarak..

velhasıl, aslında şunu diyecektim:
blogu bu yüzden de pek seviyorum! ilgilerimi, çok sevdiklerimi derli toplu görebiliyorum burada!

Çarşamba, Şubat 27, 2013

istanbul- mekanlar

dün akşam annemin sigarayı bırakmasının 3. ayı şerefine yemeğe çıktık ;)
güneşli civarında -taksisiz bulunamayacak bir muhitte- nalia karadeniz mutfağı'na gittik.
ilk defa gittiğim bu mekanı çok beğendim. tertemiz masaları, sade ve şık dekorasyonu, ince ince çalan müziği, lezzetli yerel yemekleriyle güzel bir akşam geçirdik.
turşu kavurmayı çok sevmedim, ama, istiridye mantarlı sebze sote ve pideleri çok başarılı!
tatlılardansa laz böreği tatlısını çok sevmedim ama, nalia mısır tatlısı ve balkabağı pastasına bayıldım! (ki kabak tatlısından hiç hazzetmem)
bir de kahvaltı olayları var ki, en yakın zamanda denenmeli, diyorum ;)

gelelim istiklal'e; çok sık gittiğim ve daha önce de yazdığım mekanlardan bahsedeceğim öncelikle:

dilek pastanesi: istanbul'a taşındım beri, en çok gittiğim mekandır sanırım.. rahat rahat uzun saatler oturulup sohbet edilebilecek, lezzetli yemekler yiyebilecek, pasta- kahve keyfi yapılabilecek ferah bir mekan. hele ki güzel havalarda açık balkonda oturmak müthiş. sevgili buluşması, arkadaş buluşması, doğum günü kutlaması gibi çeşitli akşamlar için hep aklımdadır;) tek sıkıntı, bir dönem alkol vardı menüde, son zamanlarda menü yenilenince kaldırıldı?! bir de, menü yenilenince fiyatlar da yenilendi!
-ben genellikle istiklal'deki şubesine gidiyorum, birkaç defa da forum istanbul ve bağdat caddesi'ndekine gitmiştim.-


jadore: istanbul'a taşınır taşınmaz keşfettiğim ve çok sevdiğim mekanlardan. ancak çok çok küçük ve içeride oturmak için her zaman epey sıra beklemek gerekmesi can sıkıcı. 


avam kahvesi: burayı 1 yıl kadar önce keşfettim. daha önce de yazmıştım, oldukça hoş bir mekan. ancak geçen hafta gittiğimizde hem çok kalabalıktı hem de müzik epey yüksekti, doğru dürüst iki laf edemedik.

mandabatmaz: burayı pek severdim, ama, belediyenin masa kaldırma hadisesi yüzünden maalesef, artık oturup sağlam bir kahve içemediğim mekandır..

tezgah bar&sahaf: yeni keşiflerimden! sanırım nejat işler'in mekanıymış ve gecenin ilerleyen saatlerinde kendisine orada rastlamak mümkün imiş! sırf bunun için sıklıkla gidilir bence :)
ayrıca barda raflar dolusu kitap mevcut, satış ve takas hizmeti de var!


herkese iyi gezmeler!

Salı, Şubat 26, 2013

bugün mesleğin için ne yaptın?!

"ben eğitimci değilim öğretmen değilim..
temelde, bu, hükümetlerin yanlış politikalarından kaynaklı.. 
ben sağlık hizmeti çalışanıyım esasen..
ruh sağlığı için iyileştirici bir hizmet vermek üzere eğitim aldım, bakın psikolojinin dersleri ile neredeyse bire bir aynı derslerim..
ben psikolojik danışma kuramlarını biliyorum.."
diye anlatmaya çalışıyorum 8 yıldır..
yine de insanalrın gözündeki imajım
"eğitim fakültesi çıkışlısın ve yata yata ders geçtin"..


öyle arada kalmış bir durum mesleğiminki:
ruh sağlığı çalışanısın ama eğitim fakültesine bağlısın
eğitim fakültesine bağlısın ama öğretmen değilsin...

demet evgar- farketmeden

                                                     

çok çok sevdiğim o şarkı..
ne güzel olmuş..

"kaybolup giderken fırtınalarda
gönlümce bir ıssız ada bulmuşum
fark etmeden fark etmeden
fark etmeden senin olmuşum"

ne güzeldi yollarda olmak şimdi... (çorlu-edirne)

benim için, yolculuklar kısa ya da uzun ve nereye oldukları fark etmeksizin hep heyecanlı ve biraz da hüzünlü..
seviyorum garları, hava alanlarını, ve hatta -diğerleri kadar karizmatik olmasa da- garajları..
içim kıpır kıpır oluyor bir yandan... bir yandan da sebepsiz bir hüznü var yolların.. 
belki insan kendisi ile baş başa kaldığından ve bu nedenle zihnine düşünceler üşüştüğündendir, belki de yeni yaşantıların yarattığı çağrışımlardandır..

velhasıl, bu hafta sonu çorlu'da yaşayan liseden arkadaşımı ziyarete gittim. balkanlardan gelen soğuk hava kitlesine rağmen güzel bir gezi oldu:)

bu kadar kısa sürede bir şehri tanımak imkansız biliyorum; ilk izlenimlerimi paylaşmak isterim yine de naçizane:

çorlu küçücük bir yer, sanayi ile gelişen.. çok fazla gezemediğim için çok fazla gözlemim de yok.
edirne'ye gelince, her nedense, hep görmek istediğim, çok merak ettiğim bir şehirdi.. beklediğimden daha küçük geldi bana. ben daha gelişmiş, daha geniş, daha kalabalık, kısaca daha farklı bekliyordum; ama öyle değilmiş meğer..


nehirleri, köprüleri, bedestenleri, çarşıları, kavala kurabiyesi (keçecizade), selimiye camisi gerçekten güzel.. gitmişken niyazi usta'da ciğerini de denedim, bir etsevmez olarak yiyebildiğime göre etseverler epey sevecektir sanırım;) 



gezemediğim çok fazla yeri kaldı. bir kere, şehirde her yer kahverengi tabela.. ee dile kolay, 90 yıla yakın başkentlik yapmış osmanlı’ya!


bir de bisiklet kiralayıp gezmek çok içimde kaldı! baharda gidebilirsem, muhakkak yapmak isterim.


bir akşam da rakı sofrası yaptık kız kıza;) deniz börülceli, efe yaş üzüm rakılı..

bir de ben dönüş yolunda düşündüm de: "ne çok sevmişim ben İstanbul'u".
nereye gitsem hemencik özlüyorum resmen.. ne ara bağlandım, sahiplendim bu kadar..>

yazının şarkısı da burada

(seni seviyorum derya köroğlu, seni seviyorum fırat tanış!)

Salı, Şubat 19, 2013

yeni kitaplarım 2

dün evekitap'tan yeni kitaplarım geldi! çok mutluyum!
bir arkadaşım çok hoş bir benzetme yaparak "sıcak ekmek gibidirler onlar şimdi" dedi :)

2 gündür sehpada bekliyorlar, dergilerimin, mesleki okumalarımın ve elimin altında bulundurmayı sevdiğim kitaplarımın arasında.. iki akşamdır, ara ara gidip karıştırıyorum, hangisinden başlasam bilemiyorum..


sevgili buket yazmıştı daha önce:

"Beni  mutlu eden  anlara örnek   yeni  gelen  kitap  siparişlerim.  Koliyi  açar açamaz  etrafa  yayılan  bir  mutluluk  bu.  Herkes  bilmez  bunu, kitap kurtları  bilir.  Şöyle  sehpaya  koyarsınz kitaplarınızı.  Hemen  kitaplığınıza  yerleştirmezsiniz.. Daha  zamanı  vardır.  Birkaç gün sehpadan  size  bakacaktır  kitaplar."
Onlar  size  alışacaktır, siz  onlara. " 

ben de nasıl da benzer duyguları paylaştığımı yazmıştım ona..


sylvia plath- sırça fanus: uzun zamandır okuma listemde. çok merak ettiğim bir kitap!
sabahattin ali- içimizdeki şeytan: kürk mantolu madonna'yı okuyalı yıllar oldu, hala en sevdiğim kitap o! kuyucaklı yusuf'u da okudum sonra.. sabahattin ali ne yazdıysa okumak istiyorum! 
küçük kara balık ve küçük prens: çocukluğumuzda içimizi ısıtmış olan her şey çok değerli! yetişkin kütüphanemde yer almalarının beni mutlu edeceğini düşündüm:) alice harikalar diyarında'yı almıştım mesela geçtiğimiz senelerde. ve tabi mavişin bebeği'ni edinme hikayem de unutulamaz ;)


bu arada, takip edebildiğim kadarıyla, taa ekimde yazdığımdan beri hiç kitap almamışım (unuttuğum olabilir elbette:))
sadece doğum günümde gelen 2 kitap var:
*umberto eco- yorum ve aşırı yorum
*lucia capacchione- sanat terapisiyle iyileşmek

bol kitaplı güzel günler diliyorum hepimize;)

bin muhteşem güneş

(sanırım) 5 yıl önce uçurtma avcısı'nı okuyup çok etkilenmiştim- hatta yer yer kitabı kenara bırakıp ağladığımı hatırlıyorum-.
daha sonra bin muhteşem güneş çıktı ve nedense pek yanaşamadım, bir türlü okuyasım gelmedi.. 
bilirsiniz, bir şeyi çok seversiniz, sonra ondan çok şey beklersiniz, ona çok anlam yüklersiniz ve bu nedenle gözünüzden düşmemesi için çabalarsınız..
geçen hafta, elimdeki kitap bitip de neye başlayacağım konusunda kararsızlıklara  düşünce, iş arkadaşım bu kitabı getirdi. ben de kolay ve sürükleyici bir şey okumanın kafamı rahatlatacağı düşüncesiyle başladım.


kitap gerçekten çok sürükleyici; şöyle söyleyeyim, bir oturuşta hiç anlamadan 100, hatta zamanınız varsa 200 sayfa okuyabilirsiniz.. 
ve fakat hikaye çok acıklı, gerçekten içim dağlandı resmen, dram üstüne dram! olayların gerçeğe çok yakın olması, son derece yakın bir coğrafyada, üstelik yakın bir zamanda yaşanan büyük kıyım ve acıları okuyucuya aktarıyor olması, hepimiz için, çok daha acı elbette..

bir uçurtma avcısı değil ama, son derece sürükleyici bir kitap bin muhteşem güneş.. afganistan'ın 50 yıllık geçmişine ayna tutuyor ve okuru bilgilendiriyor oluşu da kitabın değerini artırıyor, bana kalırsa.

(bu ara bunu düşünüyorum bir de:
bir kitabı sürükleyici/ hızlı ve kolay okunur kılan ne?
elbette merak ve sade- yormayan bir dil ve anlatım geliyor ilk etapta akla; ama işte bunu sağlayan ne mesela?)

Pazar, Şubat 17, 2013

son zamanlar izlediklerim- kısa kısa

yeni yılın ilk 1,5 ayında tam 8 film izlemişim, ne mutlu bana!
ve fakat, bunlardan yalnız iki tanesini sizlerle paylaşabilmişim: biri naked diğeri de life of pi
şimdi de, naçizane, diğerlerine değinmeye niyetliyim; gel gör ki, üstlerinden biraz zaman geçtiği için kısa kısa olacak ve konularından çok bende bıraktığı hisleri paylaşacağım ;)

(geçenlerde bir yerde okudum bir şey okudum da, "hah evet yaa, düşünceme tercüman oldu birileri adeta" dedim. 
okuduğum şeyse: "bir film hakkında 'ne anlatıyor' diye sorulmaz, 'nasıldı, ne gibi duygular bıraktı' diye sorulur" gibisinden bir şeydi... ben de aynen böyle düşünüyorum!)

yemen'de somon avı:
bir akşam arkadaşımın evindeyken izlemiştik; ilk kez orada gördüğüm bir filmdi. 2011 ingiltere yapımı, yönetmen ise isveçli lasse hallström, başrolde de pek sevdiğim ewan mcgregor var. tüm bunlara rağmen umutlu& mutlu sonlu hollywood filmi benzeri, ortalama  bir film olmaktan öteye gidemiyor..

amour 
pek sevdiğim beyoğlu sinemasında izledim.
haneke yapmış yine yapacağını, diyor ve ayrılıyorum..
yine gerilimler, yine metaforlar, insanı kendi içine döndürüp sorgulatmalar..
ve bittabi şahane oyunculuklar..

adam
otistikler derneği ile izledim.
güzel bir film, farkındalık yaratmak adına da yararlı.. biraz eğlenceli biraz hüzünlü..
ancak, ben yine biraz fazla "hollywood" buldum.. yani hani duygular insana tam geçmiyor, biraz yavan biraz yabancı ve soğuk kalıyor ya amerikan sinemasında.. belki görüntüler ses vs. kusursuz olmaya çalıştığı içindir.. o avrupa filmlerindeki her ayrıntıyı gösteren ışık olmadığı içindir, tenler ciltler gerçekçi olamayacak kadar pürüzsüz olduğu içindir..

interstate 60:
10-11 yıl öncesinin filmi, nasıl denk geldi indirdik ve izledik, bilmiyorum gerçekten :)
ama çok iyi oldu. çok eğlenceli ve beklemediğim kadar güzel bir filmdi! 
beni en çok etkileyen sahne de siyah kupa ve kırmızı maçaların olduğu kartlı sahneydi, orada adam diyordu ki:
"görmek istediğimizi görürüz ve bu her zaman gerçekte olan değildir"


"algılamamaya koşullandığından fark etmediği sesleri, görüntüleri.. önemli olan şu, bu testi bir kez daha yapsak geçersin. bir kez kırmızı maçaların ve siyah kupaların olabileceğini fark edince artık onları algılayabilirsin de.."

umut ışığım:
oscar'a aday filmlerden biri! açlık oyunlarında izleyip çok beğendiğim jennifer lawrence başrolde, hangover'dan brandley cooper'la.. güzel film; ama, imdb'deki 8 puanı biraz şişirilmiş buluyorum ben..
ve yine hollywood, yine tahmin edilebilir mutlu son; aman allahım her şey ne kadar da kolay yoluna giriyor bu filmlerde!

no:
son olarak, yine beyoğlu sinemasında no'yu izledim. pek sevdiğim meksikalı aktör gael garcia bernal'li. şili'nin yakın tarihine ilgi duymayanlar için çok anlamlı bir film olmayabilir.. ancak, sonuç olarak insan şunu anlıyor ki, dünyanın neresinde olursak olalım, bu "gelişmekte olan ülkeler" olarak hepimiz ne kadar da benzer süreçlerden, darbe, baskı ve acılardan geçiyoruz...
filmin etkileyici yanlarından biri de, elbette, dönemin görüntü rengini yakalamış olması.

Cumartesi, Şubat 16, 2013

kaynama noktası- otistikler derneği

bu dönem okuduğum kitaplardan biri de, otistikler derneği'nin bir projesi olan kaynama noktasının kitaplaştırılmış haliydi.


sınıfında kaynaştırma öğrencisi olan her öğretmenin ve okulda görev yapan her psikolojik danışmanın yararlanabileceği bir kaynak olabilecek bu kitaptan otistikler derneği'nden 10 liraya edinebilirsiniz! 

menekşeler atlar oburlar- hüsnü arkan


mino'nun siyah gülü'nü okuduğumdan beri, aklımdaydı hüsnü arkan'ın diğer kitaplarını da okumak.. taa ekim ayında aldığım menekşeler atlar oburlar'ı okumak da şubata kısmet oldu..
konu, yine bir "dönem" hikayesi, darbeler, izmir, kasaba hayatı..
fakat, mino kadar hoşuma gitmedi bu kitap.. kurguyu o kadar güçlü, anlatımı o kadar sürükleyici bulmadım..
yine de, yer yer sağlam tahliller ve tespitler var, altını çizdiğim pek çok cümle de var..
okuyan var mı? yorumlarını merak ediyorum!

ve, kitaptan etkileyici bir alıntı:
"oysa aynalara bakma çağı, değişim çağı ne güzeldir. insan yaşarken farkına varamıyor bunun. çocukluğunu sevdiğinde büyümüş oluyor."

Pazar, Şubat 10, 2013

90'larda çocuk olmak ;)


küçükken ablasının (ya da abisinin) kasetlerini, tek kelime ingilizce bilmediği halde çok anlarmış gibi dinleyen kaç kişiyiz :)


peki,
 "all i wanna say that, they don't really care about us"ı
"ana vana zeniydet, dey don reli keri bağadas" diye söyleyen var mı benden başka :D
nur içinde yat m. jackson!

"hay arkadaş! nasıl bekar evi benimki? makarnayı özledim resmen" :)

derdim ben..
sonra, 5 gün boyunca nasıl olduysa dışarıdan beslendim. -ki ev yemeklerine, sağlıklı&kaliteli&yeterli beslenmeye, evde yemek pişmesine olan düşkünlüğümü bilenler bilir-
yemin ederim, bekar erkek kafasını anladım ve çok da hak verdim onlara!
yemek için alışveriş yapmak yok, yemeği pişirmek yok, sofrayı hazırlamak yok, toplamak yok ve bittabi bulaşık yok!!!


aman allahım, nasıl bi zaman kazanma, düşünsenize!
ki ben evde sadece akşam yemeği yiyebiliyorum, diğerleri işteyken halloluyor. bir de 3 öğün için tüm bunları yapmak insanın epey zamanını alıyor olmalı..
kendim için sürdürülebilir olmadığını biliyorum sürekli dışarıdan beslenmenin; ama arada bir yapıcam bunu! pek hoşuma gitti ;)

Cumartesi, Şubat 09, 2013

life of pi- ang lee 2012

istanbul'da hala 5-10 salonda gösterimdeyken, dün akşam, hem de istediğim gibi, 3 boyutlu izleme fırsatı buldum ve gerçek bir sinema keyfi yaşadım! 
film çok etkileyici kesinlikle. oyunculuklar, görsellik ve her şey!
uzun bir film olmasına rağmen ilk yarı bitip de ara verildiğinde şaşırdım, öyle bir kaptırmışım ki.. ilk yarı merak uyandırıcı ve çok güzeldi, ikinci yarı biraz daha görsellikle gitti...
inanç ve umut vurgulanmıştı filmde evet; ama, pek çok yerde yazılıp çizildiği gibi "din/inanç propogandası" falan değildi bence.. (saf bir insan olduğumu düşünmüyorum ama benim hiç aklıma gelmeyen şekilde bazı şeylerin altında art niyet bulunuyor sanki sürekli.. canımı sıkıyor bu durum, karalama gibi geliyor çoğu zaman..) 
ne bileyim, bir film sadece bir filmdir bazen; izler ve keyif alırsın..


filmi evinin salonunda izlercesine arkadaşıyla yorumlar yapa yapa izleyenler vardı yine.. ve bunları anlayamamaya devam eden ben..
haa bir de, marmara forum'da  18:00'dan sonraki seanslarda öğrenci indirimi yokmuş! nasıl saçma bir şey bu? izmir'de kipa'da da cuma cumartesi pazar günleri sinema biletleri daha yüksek fiyatlı olurdu.. tüccar kafasının dibi..

marmara forum sevdiğim nadir alışveriş merkezlerinden yine de... içinde dev d&r var mesela. saatlerce dolaşmak, kitap dünyasında kaybolmak, eline kitaplar alıp oturup incelemek çok keyif veriyor bana..
dün UNO aldım oradan, arkadaşıma hediye. bilen var mı bu oyunu??


dikkatimi çok çeken kahvelerden bir kutu aldım bir de. deneyeniniz var mı?

peki evinde kahve makinesi olan var mı? filtre kahve olayına merak sardım da bu ara. fikirlerinizi merak ediyorum!

Perşembe, Şubat 07, 2013

bilmek, öğrenmek, okumak istiyorum...


bilimsel ve değerli bir çalışma yapmanın tek yolunun üniversitelerden geçmesi çok üzücü.. 
ve çok istesen de, bazı eğitimleri alamamak da..

“üniversiteler halka açık olsun”a gidiyor gibi bu düşünce, ve çok uygulanabilir değil bu biliyorum... 
ama, bir master programından yararlanmak, gidip oradaki bilgileri almak da hakkım değil mi yani?

Pazartesi, Şubat 04, 2013

Pazar, Şubat 03, 2013

"eşim bana çok yardımcı olur ev işlerinde" cümlesindeki tehlikenin farkında mısınız?

bir de övme amaçlı söylenir bu..
cümlenin bizatihi kendisi son derece sıkıntılıdır oysa...
bu ifade ile, bir kadın olarak kendinizi "ev işlerinden sorumlu devlet bakanı" olarak ilan etmiş olursunuz zaten. 
yardım eden adam da, sanki çok değerli bir şey yapmış gibi algılar kendini.. 
sanki sizinki değil de, onunki fedakarlıktır.. 
"bir evi yürütmek" sizin görevinizmişçesine..

dikkatli olun!

Cumartesi, Şubat 02, 2013

Lenka - Everything At Once




neşe ve umut ile dinleyiniz ;)