Pazartesi, Haziran 25, 2018

Kanadı Kırık Bir Akşam- Metin Altıok

“Gün bitti lambayı hazırla;
Işık kalmadı girecek odamıza
Çek perdeleri sevdiceğim;
Kanadı kırık bir akşam
Zonkluyor durmadan dışarda.
Sen bugünden yarına
Birazcık umut sakla
Yarın farklıdır bugünden,
Adı değişir hiç olmazsa,
Kara bir suyu
Geçiyoruz şimdilerde
Basarak yosunlu taşlara.
Sen bugünden yarına
Birazcık umut sakla
Gün bitti sevdiceğim;
Geriye kalan posa.
Bu serin güz akşamında
Geç otur karşıma sessizce,
Devam et ördüğün hırkaya.“

Cuma, Haziran 15, 2018

Aile Dizimi


Terapist olmanın en temel adımı ve olmazsa olmazı kendi terapinden geçmektir. En çok da bu nedenle, bir süredir deneyimlemek istediğim aile dizimine nihayet katıldım mayıs ayında.
Dizimim açılmamasına, sadece katılımcı olmama rağmen, oldukça değerli farkındalıklar kazandıran bir çalışmaydı. Bir daha katılmak ve bu sefer dizim açtırmak istiyorum. 


Psikolog Vedat Cengiz son derece deneyimli ve adeta ustaydı yaptığı işte. Kendisine de, ekibindeki Gülay Şahin ve Tüten'e de bir kez de buradan teşekkür etmek isterim.
Ve meslektaşlarıma bu deneyimi kesinlikle tavsiye ederim.




DNA’larımız ile atalarımızdan bize, travmaların, anıların kodlanarak geçtiği konusunda bilimsel çalışmalar var.

Alman terapist Bert Hellinger’in farklı toplumlar ve kabileler ile uzun yıllar çalışması sonucunda geliştirdiği aile dizimi yöntemi ile bireysel olarak bize ait olmayan ama köklerimizden getirdiğimiz için taşıdığımız yükleri fark etmemiz ve böylelikle onları hafifletmemiz mümkün oluyor.
Özellikle savaş, göç, iflas hikayeleri, yas sürecinde dünyaya gelen ikame çocuk gibi konularda çalışılmakla beraber; pek çok farklı konuda da işleyen bir yöntem.
Bir grup terapisi çalışması olarak uygulandığından, bir araya gelen bir grup insan (ki aralarında mutlaka kader bağı olduğunun ortaya çıktığı söyleniyor) bir çember oluşturuyor. Ve bu çemberin enerjisi, gücü ile temsili roller vasıtasıyla sağaltım sağlanıyor.





*Konu hakkında bilgi sahibi olmak için önerilen kitaplar:

Seninle Başlamadı
Aile Enerjileri
Ataların Gözyaşları
Hayatım Pahasına ve
Bert Hellinger’in kitapları.

Perşembe, Haziran 14, 2018

Dedem...

*9 Haziran 2018- Cumartesi günü, İstanbul-İzmir yolunda instagram hesabıma yazdığım yazı:



Bugün sevgili dedemi uğurlamışız. Aileden, memleketten uzak olmak en çok bu zamanlarda zor... Bundan 8 yıl önce anneannemin haberini aldığımda, ilk defa bu kadar uzun gelmişti İstanbul-İzmir arası...
Şimdi yine öyle...
Dedeler, anneanneler, babaanneler çocukluğumuzun kahramanlarıdır.
Biz yetişkin olurken hızla, onların yaşları ilerledikçe çocuklaştıklarına tanık oluruz. 
Sonra da uğurlarız onları öte aleme... (hatta çoğu çocuk ölüm olgusunu onlarla tanır ilk)
“Her ölüm erken ölümdür” der Cemal Süreya.
Doğru, öyledir.
Yine de “Allah sıralı ölüm versin” her dem duamdır dilimde.
Anneannemden sonra, tüm neşesi, yaşam enerjisi sönmüştü dedemin. Şimdi huzurlu, nurludur dilerim ki...


Pazar, Haziran 03, 2018

2018 Mayıs Ayı Kitaplar (2) ve Filmler (2) ve 5 Bölüm de Dizi

Mayıs ayı, Hıdrellez, ablamın doğum günü, anneler gününü içeren, iş yerinde tatile yaklaşıldığını müjdeleyen, raporlamalara geçilen, yaz tatili planları yapılan güzel ay. Bu sene Hıdrellez'de İzmir'deydim yine. Bu sefer, hayırlı bir işi için; eşimin kardeşinin nişanına katıldık. O telaş içine pek çok ritüeli yerine getirecek fırsat bulamasam da, elimden geldiğince dua ve dilekte bulundum inanarak.
Ayın ortasında ramazanın başlamasıyla günlük düzenimiz değişti ve okumalara, izlemelere pek zaman ayıramadığım bir ay oldu (her ay bir bahanem var, nasılım ama:)) Sonuç olarak 2 kitap 2 film ile bitirdim bu ayı.

Mucize Sensin
İnstagramdan tanıyıp sevdiğim Gülay Şahin'in kitabını çıktığı günden bu yana merak ediyordum. Ablam geçen ay yaptığımız Bursa gezimizde hediye etti bana bu kitabı. Meğer kendine alırken benim için de bir tane atmış sepete, ilk görüşmemize de getirmiş.
Çok değil 5 yıl önce, güler geçerdim, bilimsel değil diye değersizleştirirdim nefes vs türü çalışmaları. Ama sonra değiştim. Bilmediğini ne kolay reddediyor insan, ne fena şey önyargı. Okudukça, öğrendikçe kapılarımı farklı bilgilere açtım. Yoganın hayatıma girmesi ile nefesin önemini idrak ettim.
Kitap, pek çok uygulama içeriyor, oldukça basit bir dille yazılmış ve kolay okunuyor.
Bendeki ilk baskıda yazım yanlışları mevcuttu (Bu benim oldukça takıldığım bir noktadır. Yazar ile iletişime geçtik, ikinci baskıda düzeleceği bilgisini paylaştı:))
Kitap el altında bulunup, sıklıkla açıp uygulamalardan faydalanılabilir nitelikte; ilgililerine tavsiye ederim. 
*Ve, ay sonunda, Gülay Şahin ile tanıştım aile diziminde;) Ama bu bir başka yazının konusu, aile dizimini anlatacağım uzun uzun.


Konstanniye Oteli
Bu ayın ikinci kitabı dilini pek sevdiğim Zülfü Livaneli'nin 2015 basımı Konstanniye Oteli.

Kitap başlarda (ilk 150 sayfa kadar) içine almasa da, sabredip devam ettiğim bir kitap oldu. Ve sonrasında sardı, akıp gitti. İstanbul’da, tarihi yarımadada bir otelde bir davet gecesine katılanların hikayesi. Masa masa gezerek pek çok farklı hayatı anlatıyor kısa kısa, temelde ise Zehra ve Emre’nin hikayesi denebilir.

Çok şey öğrendim ben okurken. Bir Serenad bir Huzursuzluk değil elbette ama, sabırlı okurlara tavsiye edilir diyelim 😉 


The Handmaid's Tale
Geçen yazıma damgasını vuran dizinin ikinci sezonu başladı ve ilk 5 bölümünü izledim. İlk sezon kadar heyecanlandırmasa da, çok kaliteli bir yapım olduğu inkar edilemez bir gerçek!


Fareler ve İnsanlar
Ah insan nasıl geç kalıyor bazı güzelliklere! Mart ayında kitabını okuduğumda da aynı hisse kapılmıştım, bu ay filmini izlerken de bunu düşündüm. Kim bilir neleri neleri kaçırıyoruz böyle. Neyse, "yakaladıklarımıza sağlık" diyelim;) 
Film uyarlamaları biraz eksiktir hep ya, işte bu hiç öyle değil. Baya baya kitapla aynı tadı aldım. Çok çok iyiydi. Yönetmen koltuğundaki ve baş roldeki Gary Sinise de yine baş roldeki John Malkovich de çok başarılıydı. Benim gibi bu yaşına kadar hala izlememiş olanlardansanız, mutlaka en yakın zamanda izleyin!


The Shape of Water
Pan'ın Labirenti'nden (en sevdiğim filmlerde ilk 10'dadır) tanıdığımız Guillermo del Toro'dan yine fantastik bir yapım. 2018 Oscar'ında 4 ödül toplayan filmi yine çok severek izledim. Happy Go Lucky'den tanıdığımız Sally Hawkins baş rolde ve nasıl iyi bir oyuncu olduğunu sanırım anlatmaya gerek yok:) Görsellik açısından oldukça zengin olan filmin duygusu da oldukça yüksekti bana kalırsa. Farklı bir film izleme isteğiniz olduğunda hakkınızı bu filmden yana kullanmanızı öneririm;)



Cumartesi, Haziran 02, 2018

Nisan 2018 Bursa Gezisi

Ah nerede eski, günü gününe anlatan ben... Yaş ilerledikçe, daha çok mu meşguliyetimiz oluyor; yetişebileceğimden fazla mı işe kalkışıyorum; zaman günden güne herkes için mi daha hızlı atıyor; instagramda paylaşmak hızlı ve kolay olduğundan orada anlatmak yeterli mi geliyor... Belki de hepsi.
Üzerinden iki ay geçmiş bile Bursa seyahatimizin, daha ekimdeki Kıbrıs gezisi de bekliyor anlatılmayı. Ama yakın zamanda olduğu için daha kolay gelen Bursa'yı yazacağım bugün. Dilerim Kıbrıs'ı da yazmak için en yakın zamanda oturabilirim bilgisayar başına. Ah aslında mobilden yazabilsem, daha sık yazarım eminim, ama henüz onu beceremiyorum.
Her neyse...
Geçen sene arkadaşlarımızla ilk kez ziyaret etmiş olduğumuz Bursa, gezilecek yerlerini tüketmesi zor bir şehir olduğundan bir defa daha gezilmeyi hak ediyor diye düşünüyorduk. Ablamlar İzmir'de biz İstanbul'da yaşadığımızdan, her yıl ortada farklı bir şehirde bir hafta sonu geçirme rutini oluşturmak istiyoruz. 2017 nisan ayında Eskişehir'de buluşmuştuk. Bu yıl da Bursa'da buluşmaya karar verdik ve kafa kafaya verip iki günlük tur planı çıkardık.
Nereleri gezip görmüşüz bakalım;)

7 Nisan 2018 Cumartesi
Sabahtan araçlarımızla yola çıktık, ablamlar bizden 30-40 dk önce varmışlardı Bursa'ya (merkeze) ve bu zamanı bizim daha önceden görmüş olduğumuz Ulu Cami'yi ziyaret ederek değerlendirdiler. Sonrasında araçları merkezdeki otoparklara bırakıp 12:00'de Kozahan'da (Kozahan pazar günleri kapalı, bilginize) buluştuk ve gezmeye başlamadan kahvelerimizi içtik. 

Kızlarağası Hanı'nı çok seven bizler için Kozahan da ruhu olan, çok huzurlu bir yer. Simit ve çayla keyif yapmak da çok güzel olurdu elbette, ama bizim sırada yemeye odaklandığımız iskender olduğundan iyice acıkmaya kararlıydık;)  Kahvemizi içtikten sonra Kozahan'ı, Aynalı Çarşı ve Uzun Çarşıyı dolaştık. Burada çarşılar yaşıyor, hala işlevini sürdürüyor, şehrin sakinleri alışverişlerini buradan yapıyor; bu nedenle son derece canlı. 


Çarşıları gezdikten sonra Tophane'ye doğru yürüdük. Saat Kulesi, Osman ve Orhan Bey'in türbeleri,
Sümbülbahçe Konağı'nı ziyaret edip, Bursa'ya kuşbakışı baktık.
Ve nihayet acıkmıştık, Yavuz İskenderoğlu'nun Heykel'deki şubesine yürüdük ve afiyetle enfes iskender kebabımızı yedik. (Yavuz İskenderoğlu'nun marka olduğunu, ama, esas lezzetli olanın Cemal Cemil Usta olduğunu duyuyoruz hep; lakin bunu bir tek biz duymuyoruz elbette:) Bursa'ya iki gelişimizde de Cemal Cemil Usta'nın önünde ciddi bir sıra ile karşılaştık. Ve genelde çok acıkmışken yemek yemeye zaman ayırdığımızdan biz sırayı beklemeyi göze alamadık. Yine de belki şansınızı denemek istersiniz siz;))
Aldığımız bu enerji ile Cumalıkızık'a doğru yola çıktık. 
Kısa bir yolculuktan sonra (20 dk kadar diye hatırlıyorum) UNESCO Kültür Mirasları Listesi'nde yer alan Cumalıkızık Köyü'ne vardık. Köyün yolu çok güzel, neden "Yeşil Bursa" dendiğine cevap verir nitelikte... Araçları girişte otoparka bırakıp, son yıllarda turizm ile kalkınan bu güzel köyü gezmeye başladık. Dar, taşlı sokaklarıyla, renkli boyanmış ve özenle dekore edilmiş evleriyle son derece estetik bir köy. Köy kahvaltısı ve gözlemeci olarak hizmet veren evlerin yanı sıra,  herkesin ürettiğini evinin önünde satarak geçimini sağladığını görüyorsunuz. 






Meşhur Cin Aralığı Sokak ve Cami'yi ziyaret edip, bu güzel köyü şöyle bir gezdikten sonra, rotamızdaki bir diğer yer için tekrar yola çıktık.
Sırada Kestel Köyü vardı. (Yine 20 dk kadar diye hatırladığım bir mesafe)Burası pek çok mesire ve piknik alanı barındıran sulak, serin ve yemyeşil bir köy. Köyün hemen girişindeki Saidabat Şelalesi gerçekten görülmeye değer. Şelalenin güzel manzarasında mutlu mesut fotoğraflar çekildik bolca. Bu sırada üşüdük ve kendimizi hemen şelalenin karşısındaki çay bahçesine atıp orada ateş başında çay içerek ısındık.




Ardından rotamızdaki bir sonraki durak için Uludağ yoluna doğru çevirdik direksiyonlarımızı. Meşhur Tarihi İnkaya Çınarı 'nda durduk. 600 yıldır orada yaşayan bu dev ağaç çok görkemli, çok etkileyici. 60 yıllık ömrümüzle, dünyanın hakimi olduğunu sanan insanoğluna ders verir nitelikte...Gölgesiyle bir çay bahçesini serinletiyor tek başına ve müthiş bir keyif onun altında tahta masalarda çay yudumlamak... 
Rotamızdaki bu son güzelliği de gördükten sonra, önceden yer ayırttığımız Sedat Çağlar Uygulama Oteli'ne doğru yola çıktık. Uygulama Oteli Osmangazi'nin Yeniceabat Mahallesi'nde, merkeze 15 dk kadar bir mesafede çok sakin, huzurlu bir yerde. Biz seyahatlerimizde konaklamada asla lüks aramıyoruz, temiz ve güvenli olması yeterli oluyor. Burası bizim bu beklentimizi ziyadesiyle karşıladı.
Odalarımızda 1 saat dinlendikten sonra, akşam yemeği için dışarı çıktık. Sabah erken saatten beri yolda olduğumuzdan ve epey de yürüdüğümüzden oldukça yorgunduk. Otele yakın olan bir alışveriş merkezinde Bursa'nın markası Köfteci Yusuf'ta karnımızı doyurduk. Sonrasında biraz sohbet ettikten sonra, yarın için enerji toplamak üzere erkenden uyuduk.

8 Nisan 2018 Pazar
Erkenden uyanıp, otelimizdeki açık büfe kahvaltımızı yaptık (fiyat/performans açısından kahvaltı çok başarılıydı). Kahvaltıdan sonra, bugünün rotası için yola çıktık.
İlk durağımız Bursa'nın girişindeki Soğanlı Botanik Park'tı. 
"Soğanlı ovasında bulunan botanik parkının 400 bin metrekarelik devasa bir yeşilliği ifade ettiğini söyleyebiliriz. Doğanın tüm güzelliklerini barındıran Soğanlı Botanik Parkı’nda 150 farklı tür ağaç yer alıyor. Yaklaşık ağaç sayısı ise, 8 bin kadardır. 20 farklı türden oluşan 50 bin yer örtücü, 27 farklı türden oluşan 6 bin kadar gül ve daha birçok değişik bitki örtüsü bulunuyor." şeklinde tanıtımı yapılan bu dev yeşil alan, halka açık ve ücretsiz bir park. Bir şehri güzel yapan en önemli unsurlardan biri yeşil alan ve parklarıdır bana kalırsa; o şehrin sakinleri doğada rahatça vakit geçirebiliyorsa mutludur çünkü. Biz bisiklet görünce çok mutlu olangillerdeniz, yarım saati 5 liradan hemen kiraladık ev parkı bisikletlerimizle dolaştık. 




Keyifli bisiklet turumuzdan sonra rotanın ikinci durağı Gölyazı'na doğru yola çıktık. Gölyazı (Apolyont), Nilüfer Belediyesi'ne bağlı bir köy, yarımada şeklinde eski Rum Köyü. Köye varır varmaz, meydandaki Ağlayan Çınar'ı ziyaret ettik. Ağlayan Çınar'ın hikayesi şöyle:

"Adını gövdesinden akan suyundan alan çınarın efsanesi, eski adıyla Apolyont şimdiki adıyla Gölyazı’da yüzyıllar önce Rumlar ve Türkler birlikte yaşadığı yıllara dayanıyor. Çınarın arkalarından gözyaşı döktüğü aşıklar, yakışıklı Türk genci Mehmet ve güzeller güzeli Rum kızı Eleni bu barış dolu ortamda, çocukluklarından itibaren hiç ayrılmadan büyüdüler. Ancak bu iki millet arasında başlayan düşmanlık aralarına girdi. Rum köyleri boşaltıldı ve burada bulunan Rumlar ile Selanik’te bulunan Türklerin yer değiştirmesine karar verildi. Mehmet, Göç için yola çıkan Rumlar arasında sevgilisi Eleni’nin de olduğunu öğrenince kendini yollara vurdu ve onu aramaya başladı. Eleni’nin ağabeyi Yorgi, Mehmet’in yolunu kesip artık kardeşliğin bittiğini, sonsuza kadar sürecek bir düşmanlığın başladığını söyleyerek, Eleni’ye ulaşmasına engel olmak istedi. Mehmet sözünden dönmeyi, aşkından vazgeçmeyi kabul etmedi. Bir anlık öfkesine yenilen Yorgi, Mehmet’i öldürerek kanlar içinde olduğu yerde bıraktı. Mehmet son gücünü, Eleni’siyle gizli gizli buluştuğu çınara varmak için kullandı ve çınarın oyuğuna sevgilisi için bir not yazdı. Kanıyla yazdığı notta “Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada bekleyeceğim” diyordu. Eleni olanlardan habersiz konvoyda ailesiyle birlikte ilerlerken, sırdaşı Penelopi’den olanları öğrendi. Konvoydan ayrılıp Mehmet’i bulmak için ilk aklına gelen yer olan çınarın yanına gitti. Mehmet’in ölü bedenine son kez sarıldı, notunu okudu ve gizli buluşma yerleri, aşklarını şahidi olan bu çınarın altında canına kıydı. Çınara ise onların hikâyesini geleceğe taşımak ve sonsuza dek onlar için gözyaşı dökmek kalmıştı."



Bu hüzünlü hikayenin üzerine "Ne çok acı var bu topraklarda; göç hikayeleri, yerinden yurdundan edilme, kavuşamama, savaşlar..." diye düşünüp iç geçirerek köy meydanındaki çay bahçesinde çayımızı, kahvemizi yudumladık. Gölyazı'na oldukça yakın olan Misi Köyü'nü de ziyaret etsek mi diye bir düşündük ama akşamki dönüş feribotumuzu riske atmamak için bu fikirden vazgeçtik.



Sandal ile gölü ve göl çevresinden köyü dolaşmak vardı aslında planımızda, ama biz çayımızı içerken hava o kadar çok bozdu ki cesaret edemedik öyle bir havada sandala binmeyeÇay molasından sonra köyün girişindeki Aziz Panteleimon Kilisesi'ni ziyaret ettik ve oraya yürürken yine köyün sakinlerinin ürettiklerini sattıkları standları gezdik. Gölyazı'yı da böylece gezmiş olduk.

Sırada Mudanya vardı. Ablamın eşi burada ayrılıp, hazır yaklaşmışken İzmir'e dönmek üzere yola çıktı. Ablamsa bizle bir hafta kalmak üzere İstanbul'a gelmeye karar verdi:) Ve biz Mudanya'ya doğru yola çıktık. Feribota kadar vaktimiz olduğundan, daha önce pek çok defa mola verdiğimiz ve çok sevdiğimiz Tirilye 'de vakit geçirmek istedik. Önce sahilde bir gözlemecide, gözleme-çay ikilisinin keyfine vardık. Sonra Tirilye sokaklarında dolaşıp, fotoğraflar çektik, zeytinyağı, himalaya tuzu sabunu aldık. Hagios Stephanes Kilisesi/Fatih Cami'ye hayran kaldık. Vaktimiz yeterli olmadığından, Çamlıkahve'ye bu sefer çıkmadık (siz mutlaka çıkın:)).

Zamanı yaklaşınca, trafik olasılığına karşı tedbirli bir şekilde, feribotumuzun kalkacağı Güzelyalı'ya doğru yola çıktık. Neyse ki trafik olmadı, biz de sahilde Artvin Cağ Kebap'ta Karadeniz pidesi yedik, bayıldık lezzetine. Ve elbette her seferinde uğradığımız, İslamoğlu Pastanesi'nden enfes kurabiyeler aldık evimize.
18:00 feribotu ile İstanbul'a döndük.