Pazar, Kasım 28, 2010

cep telefonu yokken ne yapıyorduk?


hayatımıza girişi , çok değil, 10 yıl öncesidir. bunca önemli hale gelmesi de, belki de son 5 yılın olayıdır.

lakin, şahsen ben, şu an cep telefonsuz bir hayat tasavvur edemiyorum.

insanlara istediğimiz an ulaşamadığımız, buluşmalarda en son taaa evden çıkmadan önce konuştuğumuz bir hayat!!! vs.

her şeyi geçtim de, cep telefonu (ve tabi, msn, feysbuk neyin) yokken sevgililer ne yapıyordu, çok merak ediyorum.

şimdilerde, sevgilimizden 2-3 saat habersiz kaldığımızda telaşlanıyoruz ya hani.

ya da uyumadan önce, illa ki konuşuyoruz ya mesela...

oysa, eskiden, adab-ı muaşeret gereği, belli saatten sonra aranmazdı da kimse...


(adli moran'ın adab-ı muaşeret kitabını arıyorum şimdilerde. bilginize)

"hayvan, düşünemeyen insandır"


bir de bu açıdan bakmalı:)
hani hep insanın düşünebilen hayvan olduğu söylenir ya.
psikoloji eğitimi almış biri olarak, hayvanların -en azından tamamının- düşünemediğini gösteren/ kanıtlayan bir deney, araştırma neyin duymadım. aksine, ihtiyaçlarını karşılamak için deneme- yanılma metoduyla pekçok girişimde bulunup başarılı olduklarını ortaya koyan deneyler söz konusu. yine de konuyu bir bilene sormalı, belgesel izlemeli vs.

bir de bugün karganın cevizi çok sevdiğini ve yukarıdan asfalta atarak kırıp yediğini öğrendim.

jigsaw, makine mühendisi bence. dişli çarklı mekanizmaları pek seviyor, zira


korku filmi izlemem. lakin, cuma akşamı salonların yoğunluğundan ötürü başka filmlere giremeyip, bir anlık kararla testere serisinin -sanıyorum- 7. filmine girmiş buldum kendimi. ilk yarıya zor tahammül edip, film arasında salonu terk ettim (sanıyorum, ilk defa bir filmi yarım bırakıp sinemadan çıktım).

insanların nasıl severek izlediğini de gerçekten anlayamıyorum.

bir kesimin yorumu; ilk filmin çıkış noktasının bu kadar basit olmadığı, ancak sonra seri haline gelip olayın ticarileştiği yönünde.
belki de, ilk filme bir bakmak lazım.

büyümek

büyüdükçe biz, sözlerimiz küçülüyor.
ilkgençliğin pek bir iddialı havası üzerimizden gidiyor yavaştan; deneyimlerimiz arttıkça, hayata daha açık, daha geniş bakmayı öğreniyoruz. bir de kesin/ büyük sözler etmemeyi.
çok gençken sevgilisine "seni hep seveceğim" diyor insan, tüm kalbiyle inanarak hem de. şimdi diyemiyorum ben mesela... şu an çok seviyorum evet, ama, yarın'ı bilemeyeceğimi biliyorum çünkü.
öğrencilerimde rastlıyorum... 14 yaşında çocuk, şu an beraber olduğu kişiyi ömrü billahi seveceğine nasıl inanıyor, içimden gülüyorum bazen. en iyisinin o olduğuna, başka birini sevemeyeceğine inanıyor bir de...

film gösterimli cumartesi



çağan ırmak'ın yeni filmi girmişken vizyona, ben yeniden geçtiğimiz yıl vizyona girmiş olan "karanlıktakiler"i izledim bu haftasonu. pera müzesinde, söyleşili gösteriminde. filmi ilk izleyişimde oldukça başarılı bulmuştum. bir kez daha izlemek, bu fikrimi pekiştirdi. film gerçekten iyi; kurgu, çekimler, akış... ancak hepsinden öte meral çetinkaya, gerçekten takdire şayan, on numara oyunculuk sergiliyor film boyunca.



hemen sonrasında da, 6-7 ay önce vizyona girmiş olan, ancak izleyemediğim "kosmos"u izledim tarık zafer tunaya kültür merkezi'nde. film reha erdem'in her birini kendisinin yazıp yönettiği 6. filmi. şimdi baktım da, sinemalar.com'da "mucizeler yaratan bir hırsızın öyküsünün anlatıldığı" yazıyor, ancak, ilgisi yok. film, kars'ta geçiyor. kar, tren gibi sinematografik öğelerle görsel olarak desteklenmiş farklı bir hikaye. biraz durgun. benim hoşuma gitti.



need success!


"kimseleri de takmadım, ölsem değişmem" tarzında bir insan olmayışımı idrak edişim belki de mezun olduğum yıla tekabül eder.

ne yapacağıma karar vermemiş ve bir işe başlamamış olmak beni derinden üzerken; fark ettim ki, bunun nedeni ne bunları gerçekten istemem ne de ihtiyaç duymamdı.

temelde, insanların benden bunu beklemesiydi sıkıntımın kaynağı.

o zaman üzerimdeki toplumsal baskıyı bir kez daha fark etmiştim.


işin bireysel boyutu da var tabi. kendimize koyduğumuz kurallar ve sınırlar, kendimizden beklediklerimiz var, başarılı olduğumuzu hissetme ihtiyacımız var.

şu an öyle güdük ki "başarılı" olduğum hissi...

acilen birşeyler yapmak zorunda hissediyorum kendimi; yeni bir şeye atılmak ve başarmak!