Çarşamba, Kasım 25, 2015

yavan, yüzeysel ve uçucu bilgi çağı

sıklıkla, zamanın giderek sevimsizleştiğini hissediyorum.
ve şükrediyorum ki, bu kadar dijital olmayan bir dönemde doğdum, çocukluğumu, ilk gençliğimi yaşadım.
internetin, dijital bilgi depolama cihazlarının hayatıma girmesi üniversite yıllarıma tekabül eder. feysbuk  ülkemize geldiğinde ise üniversite 3'teydim.
hiçbir bilgiye ulaşmak bu kadar kolay değildi. ama araştırırdım, yazardım. eşim üniversite yıllarıma ait kişisel defterlerimi gördüğünde "o haa! kişisel google'ını yapmışsın" diye tepki vermişti:)
fihristlerim vardı, bilmediğim kelimlerin anlamını yazardım. dilimize hangi dilden geçtiğini, hangi kökten geldiğini araştırırdım... şairler için bir defterim vardı, akım akım bilirdim şairleri...  sonra sinema için bir defter elbette ve içinde yönetmenlere göre ayrılmış filmler. şiir antolojisi kitaplarımız vardı ablamla. bir sürü şair bilirdik.
dilbilimi ya da sanatla ilgili bir şeyler yapma hevesim vardı büyüyünce.
araştırmak, yazmak ve akılda tutma vardı. uçucu değildi. ve edinilen her bilgi doğruydu. güvenilir kaynaklardan edinilirdi çünkü.
zamanla fark ediyorum ki; ilkokul, ortaokul ve lisede aldığım eğitim de sağlamdı. şanslıydım galiba. ne bileyim fahir atakoğlu'nu okulda oratoryolarda öğrendim mesela. opera, bale izlemeyi, klasik müzik konseri dinlemeyi 9-12 yaşlarımda okullarımla tecrübe ettim ilk defa.
şimdi öyle üzülüyorum ki turgut uyar'ı, cemal süreya'yı, özdemir asaf'ı tivitırda, instagramda paylaşılan 2 dize ile tanıdığını sananlara... 7 hececilerle, garip akımını ayırt edemeyenlere...



"eskileri anlatmak, özlemle anmak yaşlanma belirtisi" derler... 
ee, olacak o kadar. ne de olsa, dün 30 oldum ben! az şey mi;)