Cuma, Aralık 31, 2010

anne kafamda bit var


ben anaokulundayken ablam 4. sınıftaydı; ikimiz de sabahçıydık ve o beni sınıfıma bırakır ve sınıfımdan alırdı. bu süreçte diğer çocuklarla muhattap olurdu, çocuklar da onu severdi. birgün yine okul çıkışında yakın arkadaşlarımdan biri "abla, öğretmen bana not yazdı, ne yazmış, okur musun" dedi. ablam da kağıdı aldı ve "yarın yerli malı için fındık ceviz getircekmişsin, öyle yazmış öğretmenin" dedi. arkadaştan ayrıldıktan sonra da bana "sakın onunla oynama, öğretmen kafasında bit olduğunu yazmış" dedi. o zaman bu hikayeden çok etkilendiğimi sanmıyorum ama şu an ablamın ne kadar olgun ve düşünceli davranmış olduğunu oldukça iyi kavrıyorum.

*****

ablam bunu yaşamayı hiç hak etmemişti; çünkü, hem hassastı hem de kafasındaki bitin kaynağı kesin bendim:)

8-9 yaşındaydım sanırım.

annem, ablam ve ben kuafördeydik.

sıra ablama geldiğinde, saçı kesim öncesi taranırken, kuaför bir anda "ay ben bu saçı kesemem, bit var!" diye bağırdı.

ablam kızardı, annem utandı, bense hala bitten niye utanıldığını ve korkulduğunu anlayacak yaşta değildim.

bunu duyan bir başka müşteri de ayaklanıp "ay bir bakabilir miyim, hiç bit görmedim de" dedi.

bunun üzerine annem:

-hanfendi sizin kızınız var mı?

kadın:

-evet.

annem:

-okula gidiyor mu?

kadın:

-evet.

annem:

- o zaman görmüşsünüzdür.

neyse ki annem mahçubiyetini atıp, gereken şekilde davranmıştı;)

memleketimden insan manzaraları


sanırım işimin en sevdiğim yanı; pekçok insanın hikayesine tanık olma, vatandaşı yakından gözlemleme şansına sahip olmamdır.

sıklıkla şaşıyorum gördüklerim, fark ettiklerim karşısında.

bunlardan biri de şöyle gelişti:

bayanlar ortaokul yıllarından hatırlayacaklardır; 6/7. sınıfta eğitmenler okullarınıza gelir, kız öğrencileri ayrı bir yere toplar ve ergenlik dönemi ile ilgili bilgi verir, sonunda da içinde hijyenik ped, kitapçık ve minik hediyelerin bulunduğu paketi dağıtır. bu deneyimi yurdun hemen hemen her bölgesindeki 6. ya da 7. sınıf öğrencisi kız öğrencinin yaşamasını sağlayansa ERDEP isimli proje.

işte bu organizasyon dün bizim okulumuzdaydı. benim öğrenciliğim zamanındakinden farklı olarak, anneler de davetliydi ve ppt sunum eşliğinde eğitim veriliyordu. ve benzer şekilde utanıyordu kızlar dinlerken.

beni şaşırtansa şuydu; 367 kız öğrencinin neredeyse tamamı regl döneminde banyo yapmaması gerektiğine inanıyordu, daha doğrusu öyle biliyordu, öyle öğrenmişti...

Perşembe, Aralık 23, 2010

...

bazen 10-15 yaş daha büyük olmayı istiyorum...
büyümek ve "insanların babasının ölmüş olmasının normal kabul edildiği yaş"a gelmek...
kaç yaşındayken, babası ölürse "yetim" olmazsa insan, işte o yaş'a...
babanın ölümü;
çok sevilen birini kaybetmekten duyulan üzüntüden ve çok sevilen birine duyulan özlemden çok daha fazla birşeydir.
hep eksik olmaktır
ve güçsüz...

Salı, Aralık 21, 2010

Pazar, Aralık 19, 2010

beni cesaretlendiren ve destekleyen wasowsky'ye...


toplu taşıma araçlarında kimseye değmemek için gösterdiğim özenin karşılığını görmek istiyorum ben...

adam oturuyor yanıma, tedirgin oluyorum, iyi niyetli mi kötü niyetli mi ayırt edemiyorum, birşey söyleyemiyorum...

annemi arıyorum sonra. adamın kötü bir niyeti varsa da, "yazık lan, onun da bir ailesi var" diye düşünür, vazgeçer diye ümit ediyorum...

psikanalitik yaklaşıma sahip bir psikolojik danışman olsaydım, kesin daha derin anlamlar bulurdum bu davranışımın altında; çocukluğa dönme isteği, regresyon vs...

Çarşamba, Aralık 15, 2010

kaplumbişler


izmir sasalı doğal yaşam parkında yaşayan siyam ikizi kaplumbişler!

Pazar, Aralık 12, 2010

sevdiğim şaraplar

şarap hadisesinden çok anlamam. hangisi kalitelidir, hangi üzümden nasıl şarap yapılır, hangi bölgede hangi şarap üretilir vs.

bir sıcak şarap içmeye bayılırım (evde de yaparım), bir de şirince meyveli şaraplarını çok severim -bilhassa karadut ve ayva-. onun dışında kırmızı/ beyaz şarap seçimini arkadaşlarıma bırakırım.

arkadaşlarımın seçimlerinden öneriler:

*trakia chardonnay-bulgar- beyaz şarap

*kutman- antik anadolu- kırmızı sek

*şirince- beyaz tatlı bi ermeni şarabı vardı bi de, on numara lezzetti.
tavsiye ederim.

seyyar sahne- tehlikeli oyunlar


pek iyi bir tiyatro izleyicisi olduğum söylenemez. yılda 5-6 oyun görüyorumdur ortalama. çoğunda da bir yerden sonra sıkılırım, bitsin isterim.
(bir de kültürlü insan olmakla; tiyatro/ opera/ bale izlemenin ilişkisini tam kavramış değilimdir, de, o ayrı konu.)
5 yıl önce, izmir'de, nisan'da düzenlenen tiyatro şenliklerinde izleme fırsatı bulduğum 2 oyun çok etkilemişti beni. biri kara sohbet diğeri karar kimin.








yılllar sonra, dün akşam 130 dk. boyunca keyifle seyrettim tehlikeli oyunlar'ı. ışık, müzik yok; dekor sade (yalnız 2 salıncak). oyuncu erdem şenocak, elleriyle, ayaklarıyla, mimikleriyle, tonlamalarıyla çok başarılı. mutlaka görülmeli.
oyun, oğuz atay'ın aynı adlı romanından oyunlaştırılmış; 80' ve 50'lık 2 perdeden oluşuyor; tek kişilik; itü maçka kampüsünde ocakta da gösterimleri devam edecek gibi duruyor. ben bir daha izleyebilirim, sizleri de beklerim.
oyunda pekçok vurucu monolog var elbet. lakin benim en çok hoşuma gidenlerden biri:
"tehlikeli oyunlar oynamak isteriz; ama, kılımıza zarar gelsin istemeyiz."

Salı, Aralık 07, 2010

dinlenememe hali

haftasonu bir gün, bi kurs/ hobi/ gönüllü faaliyet neyinle ilgilenmek iyi hoş da, her iki günün de tam gün dolu olması fena bişi.
hergün cumaymış gibi geliyor insana, ama cuma hiç gelmiyor.

her konuda çifte standardımız mevcuttur

toplumumuzda;
zengin çift, resmi olarak evlenmeyip, beraber yaşadığında entel/ aydın/ modern vs. olarak nitelendirilirken;

yoksul çift, resmi olarak evlenmeyip, beraber yaşadığında cahil olarak nitelendiriliyor.

hızla tüketiniz.

hızla tüketmenin hüküm sürdüğü çağımızın son tezahürlerinden biri de, günlük kampanya sunan internet siteleri (bakınız: grupanya, şehir fırsatı, grupfoni vs.)
bilmeyenler için; işbu siteler markaların/ kurumların sadece 24 saate özgü büyük indirimlerinin satışını yapıyor.
hiç ihtiyacı olmasa da, 500 liradan 70 liraya düşmüş birşeyi alan kişi kendini inanılmaz mantıklı birşey yapmış gibi hissediyor.
işin bir de şu boyutu var; insan, "her şeyi satın alabileceği" hissini yaşıyor. bu tabi çok fena birşey değil esasında, ama, sanki değer kaybına yol açıyormuş gibi geliyor bana. çünkü "kullan at" felsefesini destekliyor biraz. "ucuz nasılsa, deneyim gitsin" mantığıyla her şeye bir deyip geçme, hevesini alma ile sonuçlanıyor sanki.
insanlar şimdilerde, koca bir maymun iştahlılıkla, -her biri başlangıç seviyesinde olmak üzre- ata biniyor, oyunculuk eğitimi alıyor, dalış eğitimi alıyor, kayak yapıyor vs.

into the wild

türkiye'de ne zaman gösterime girdi bilmiyorum, ancak, benim filmin farkına varışımının üzerinden çok zaman geçmedi. dün izledim filmi, beğendim.
türkçe'ye "özgürlük yolu" olarak çevrilen film, john krakauer'in biyografik romanından (1996) uyarlanmış; filmin yönetmenliğini ise sean penn (2007) yapıyor.
film christopher mccandless'in doğada, modern dünyanın "ihtiyaç" olarak önümüze sürdüğü her şeyden uzak kalarak yaşama arzusunu ve macerasını anlatıyor. (hayatı hakkında daha fazla bilgi için: http://tr.wikipedia.org/wiki/Christopher_McCandless)

filmde oldukça anlamlı diyaloglar var; benim en çok hoşuma gideni ise:


"bence kariyer denen şey bir 20. yüzyıl icadıdır ve ben bir kariyer istemiyorum. paraya ihtiyacım yok. insanı ihtiyatlı olmaya zorluyor."


filmin müziklerini eddie vedder yapıyor. harika!


Pazar, Aralık 05, 2010

feysbuktan yeni sosyal kampanya


Profil resminize çocukluğunuzda çok sevdiğiniz çizgi film karakterinin resmini koyun.

Amaç; 6 Aralığa kadar tüm profil resimlerini çizgi film karakterine dönüştürmek.

Çocuk istismarı ile mücadeleye katılın, arkadaşlarınızın da katılmasını sağlayın.

UNICEF

umut sarıkaya tipi mutsuzluk

umut sarıkaya tipi mutsuzluk yaşadım bugün üstüste.

paylaşim sizlerle:

1) metrobüste oturduğum koltuğun yakınında yaşlı bir teyzenin ayakta beklemesi, benim uykusuzluk ve yorgunluktan bayılacak durumda olmam, teyzeciğe yer verememem, ama o baskıyla içimin içimi yemesi, bir türlü huzur bulamamam, "ulan yer versem daha rahat olurdum" diye düşünmem, metrobüste oturacak yer bulabilmiş oluşuma sevinememem.

2) hiç de dikkatsiz biri olmamama rağmen, marketten aldığım %100 elma suyunun (en sevdiğim), evde kayısı nektarı (en sevmediğim) olduğunu fark etmem anında yaşadığım şaşkınlık.

24 yaşında cips bağımlısı olan insan






allahım yarebbim yaa.
kesin içine bağımlılık yapıcı madde koyuyorlar bence, hıhı, evet:)

kpds

kpds'ye girdim bugün. sorumluluk sahibi ve kurallara uyan biri olarak, pazar pazar saat 8:30'da (sınavdan 1 saat önce) istanbul üniversitesi avcılar kampüsündeydim. lakin, sınav giriş belgemin arkasında yazanları okumaya hiç yeltenmediğimden, çantamla gittim sınav yerine. gel gör ki, yoğun güvenlik önlemleri nedeniyle, girişte saat, küpe, çanta, cüzdan neyin her şeyimizi masaya bıraktırdılar.
sonra, sınav olacağım salona girip yerime oturduğumda karşılaştığım manzara, beni pek bir duygulandırdı. sevgili ösym, bir anne titizliği ve sevecenliğiyle (!) hepimize 2 adet 2,5b kalem, 1 adet silgi ve kalemtraş, 1 peçete ve 3 adet okaliptüslü olipsten oluşan sınav paketçiği hazırlamıştı!
ve saat 9:30'da üç saatlik cebelleşme başladı. -girenler bilir- homeros ve küresel ısınma konularına ağırlık verilmiş 100 soruyu 3 saatte zar zor yetişitirerek bir ösym sınavını daha geride bırakmış oldum.
sınav paketçiğim de yanıma kar kaldı:)

Perşembe, Aralık 02, 2010

çok da zor geçmedi çocukluğum ama:)

küçükkken evde/ misafirlikte sehpalar üzerinde duranları yapışık sanırdım ben. annem öyle derdi. dokunmazdım onlara.
bir de küçükken, düşünce, canımın yanmasından çok, annemler kızacak diye üzülür ağlardım.
şimdi de birşeylerimi kaybedince, kayıptan ziyade, annem "bir yerde de birşeyini unutma" diyecek diye üzülüyorum.
yazık bana.

aylak adam'dan

(...) çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. sinemadan çıkmış insan. gördüğü film ona birşeyler yapmış. salt çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler başaracağı umulur. ama beş-on dakikada ölüyor. sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi, yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. (...)