benim için, yolculuklar kısa ya da uzun ve nereye oldukları fark etmeksizin hep heyecanlı ve biraz da hüzünlü..
seviyorum garları, hava alanlarını, ve hatta -diğerleri kadar karizmatik olmasa da- garajları..
içim kıpır kıpır oluyor bir yandan... bir yandan da sebepsiz bir
hüznü var yolların..
belki insan kendisi ile baş başa kaldığından ve bu nedenle zihnine düşünceler üşüştüğündendir, belki de yeni yaşantıların yarattığı
çağrışımlardandır..
velhasıl, bu hafta sonu çorlu'da yaşayan liseden arkadaşımı ziyarete gittim. balkanlardan gelen soğuk hava kitlesine rağmen güzel bir gezi oldu:)
bu kadar kısa sürede bir şehri tanımak imkansız biliyorum; ilk izlenimlerimi paylaşmak isterim yine de naçizane:
çorlu küçücük bir yer, sanayi ile gelişen.. çok fazla gezemediğim için çok fazla gözlemim de yok.
edirne'ye gelince, her nedense, hep görmek istediğim, çok merak ettiğim bir şehirdi.. beklediğimden daha küçük geldi bana. ben daha gelişmiş, daha geniş, daha kalabalık, kısaca daha farklı bekliyordum; ama öyle değilmiş meğer..
nehirleri, köprüleri, bedestenleri, çarşıları, kavala kurabiyesi (keçecizade), selimiye camisi gerçekten güzel.. gitmişken niyazi usta'da ciğerini de denedim, bir etsevmez olarak yiyebildiğime göre etseverler epey sevecektir sanırım;)
gezemediğim çok fazla yeri kaldı. bir kere, şehirde her yer kahverengi tabela.. ee dile kolay, 90 yıla yakın başkentlik
yapmış osmanlı’ya!
bir de bisiklet kiralayıp gezmek çok içimde kaldı! baharda gidebilirsem, muhakkak yapmak isterim.
bir akşam da rakı sofrası yaptık kız kıza;) deniz börülceli, efe yaş üzüm rakılı..
bir de ben dönüş yolunda düşündüm de: "ne çok sevmişim ben İstanbul'u".
nereye gitsem hemencik özlüyorum resmen.. ne ara bağlandım, sahiplendim bu kadar..>
(seni seviyorum derya köroğlu, seni seviyorum fırat tanış!)