Pazartesi, Mayıs 03, 2010

"öğrenmek, beyin mastürbasyonudur"

diyen hocam vardı üniversitede.
öğrenme üzerine uzmanlaşmış bir profesördü.
haklıydı.

kedicikleri de ben çekmedim ki maalesef


hergün, gün içinde, çeşitli yakalanası, fotoğrafı çekilip saklanası (nedir bu saklamak/ kaçırmamak tutkusu?) şeyler görmeme ve her defasında " ah makinem yanımda olsaydı" dememe rağmen, akşam eve gelince, gerekli gereksiz bilimum eşya bulunan çantama makinemi atmamın aklımın ucundan bile geçmemesi!

takip eden günlerin sabahlarında da, evden çıktıktan sonra, hani çoğu şey için olur ya, "tühh yaa, bugün de unuttum" gibi bir hissiyatımın olmayıp, makinemi yalnız ve ancak ihtiyaç duyduğum anlarda hatırlamam!

not: evet, uykusuz okuyorum.

işini seven ve önemseyen biri olarak, tabii ki burada da işten bahsetmeyecek değilim.




çoğu insana göre şanslıyım; zira günde sadece 6 saatimi işyerimde geçiriyorum (gerçi ben genelde 7,5-8 saat kalıyorum). ayrıca hem insanlara yardım etmeme hem de kendimi geliştirmeme imkan sağlayan bir işim var.

işyerinde geçirdiğim zaman çok uzun olmamakla beraber, işim doğrudan doğruya insanların hayatlarının taa içine yönelik olduğundan işyeri dışındaki zamanlarda da zihnim işle meşgul oluyor. düşüncelerim gibi konuşmalarımın da epey kısmında yer alıyor işim. "insan kendini insanda tanır" ya hani, her danışandan sonra pekçok farkındalığım oluyor benim de kendimle, insanlarla, hayatla ilgili...

uzatmadan, bugün görüştüğüm bir ergen danışanımın cümlesini aktarmak istiyorum:
(dilerim etik ilkelere aykırı davrandığım düşünülmez)
"en büyük dileğim; evimizin büyük olması ve kardeşlerimden ayrı, sadece bana ait bir odamın olması ve onu gönlüme göre dekore edebilmek"
insanın içine dokunacak kadar naif bence, anlamlı değil bizler için ama, dokundu içime yine de..



senelerce işbankasının süper rahat sağlık imkanlarından faydalanan kızın, devlet memuru olunca mecburi devlet hastanesi maceraları-1



evhamlı yapım vardır, vücudumda en ufak bir rahatsızlık hissettiğimde doktora gitmek, teşhisi duymak, ne gerekiyorsa yapmak isterim. işbankasının sağlık imkanları da benim için biçilmiş kaftandı. pekçok özel doktor/ hastane ile anlaşma vardı, aradığım gün istediğim branşa gidebiliyordum, sanırım gitmediğim branş/ çekilmediğim rontgen/ girmediğim ultrasound kalmadı. her şey çok güzeldi 7 ay öncesine kadar; ama, sonra ben işe girdim ve bu rahatlığım elimden çekip alındı adeta. düzenli gittiğim kontrollerim aksadı (kan, tiroid, göz, diş...). hiç bilmediğim bir sistemin içine düştüm, üstelik bilmediğim bir şehirde.

yaklaşık 3 ay önce de bir diş macerasına düştüm ki, sormayın. dişçi korkusu olanlardanım ben de, düşününce bile hızlanır kalbimin atışları. ama çare yok, sonrası daha da kötü/ sancılı olabilir diye, kendi çevremde bir kamuoyu yoklaması yaparak, evimin yakınındaki bir diş hastanesine gitmeye karar verdim. internet ya da telefon aracılığıyla randevu almak imkansıza yakındı. bir velimi devreye sokarak, ancak 13 nisana randevu alabildim. günüm gelince randevu saatime yaklaşık yarım saat kala poliklinikteydim. saatim gelince doktorum beni alacak sanıyordum. meğer önce sıra alınıyor, numaratör takip ediliyor, sırası gelen kayıt yaptırıyor ve ardından bir bekleme süreci de doktorun kapısının önünde başlıyormuş. şaşırıp beklemeye başladım, sıram geldi girdim, doktor bir baktı, sonra röntgene yolladı, röntgende sıra bekleyip çekildikten sonra doktor kapısı önünde beklemeye koyuldum yeniden, sonra sıram geldi girdim, doktorum filmimi inceledi, tespit yaptı, ama tedaviye başlamadı, randevu günü kararlaştırılmaya girişildi. dolgulardan yalnızca biri için nisanın 29una karar verildi; ancak, mayıs ayı doktorum gündüzcü olacakmış, diğer dolgular için mayısta gündüz gelebilir miymişim. yok gelemezmişim. tamam o zaman bir başka hekim devam edermiş sürece, hadi iyi çalışmalar. elim boş döndüm, 2 hafta sonrasını beklemeye başladım.

29 nisan geldi, "önceden kayıtlıyım ki ben, doktorum da belli ki" gibi birşey yok, yine aynı prosedür, aynı beklemeler, ve nihayet hekimle kavuşma. ancak, oturmama bile izin verilmeden açıklama yapıldı, doktorumun kurası bir başka ilçeye çıkmış, bugün başlarmış ama kurallar gereği sürece başlayan doktor devam edebileceğinden bir sonraki dolgu için oraya gelebilir miymişim, gelirimmiş, ama hekim mayısta gündüzcü olcakmış, ama ben geçen gelişimde zaten sadece akşamları gelebileceğimi söylemişimmiş, aa ama olmazmış, en iyisi hiç başlamasınmış, hadi o zaman 3 mayısa bir başka hekime randevu verilsinmiş, doktor ... hanım olurmuş. 2. defa elim boş döndüm.
(italikler tutarsızlığa dikkat çekmek içindir)

ve sonunda, gün itibariyle, doktoru belli, teşhisi belli, randevu saati belli bir insan olarak tedavimin 1/6sı olan bir adet dolgumun artık bugün tamamlanacağını bekliyordum. lakin, yine prosedürler, bekleyişler sonrası yeni doktorumla tanıştım, hemen koltuğa uzandım, bir yandan da titriyorum korkudan ve umutla soruyorum:
"... hanım dolguda uyuşturuyorsunuz değil mi?"
aldığım cevap beni irkiltiyor:
"hanfendi ben daha önlüğünüzü yeni takıyorum, siz bana ne soruyorsunuz, ağzınızın içini görmeden buna nasıl karar verebilirim? randevusuz hastamsınız ve size randevu vericem daha ne istiyorsunuz!"
donup kaldım, nasıl ya, benim suçum mu hekim değişikliği soruları zonkluyor beynimde, dediklerini de tam anlamıyorum:
"şikayetiniz ne?" (ne olabilir ki?)
"ağrı, sızı"
"ağrı ne zaman var?"
"çikolata yiyince"
"hangisi?"
"pekçoğu, mesela şu"
"hanfendi, çürük değil o diş! dişetinizde hassasiyet var sadece"
"çürüklerim var benim, filmim de çekilmişti"
"en iyisi filme bakayım"
filme bakar, önceki doktordan farklı teşhisler yapar, benimle de paylaşır, sonra da ekler:
" bu alta ben siyah dolgu yapmak isterim, çünkü o daha sağlıklı, ama siz estetik değil diye kabul etmezsiniz, zaten küçücük çürük, onu gidip bir başka üniversite hastanesinde yaptırın, en büyük çürük üstte, ona da siyah dolgu yaparım, kabul mü?"
"tamam, nasılsa bugün bir tane olucak, o büyükten başlayın, sonrasına bakarız"
"hanfendi bugün başlamıycaz! randevu vericem size"
nasıl yani yaa. ve 21 mayısa bir randevu alınarak 3. defa eli boş dönülür.

blog açalı 24 saat bile olmamıştı, ben de henüz 2. yazımı yazıyordum.


günler, hele de haftasonu, "birşey" yapmadan geçerse fena halde rahatsız ve agresif olan bir insanım ben... kendime yarattığım bu baskıyı çoğu zaman anlamsız ve gereksiz bulmakla beraber fazla kontrol edemediğim bir durum bu bende.

birşey'den kasıt da sanırım bir sanat aktivitesi veya yeni bir yer görmek ya da çok sevilen bir yere gitmek ya da bir süredir görüşülemeyen sevilen bir arkadaşla görüşmek vs. bir şekilde "yararlı" birşey yaptığımı düşündürten bir eylem işte.

bu haftasonu başlarda keyifsiz de olsa, sonunda "ohh, çok da boş geçmedi galiba" diyebildim sanırım. ehl-i keyf'in sezon sonu gösterisini izledim mesela, sonra antakya'lı bir arkadaşımın evine yemeğe davetliydim ve süper yemekler ile süper sohbet vardı.
bornova bornova'yı izleyemedim ama. tivibu'dan izleyebileceğimi keşfettikten sonra, ilk 20 dakikasında uyuyakaldım çünkü. ilginç, aylardır ne çok istediğim şeydi oysa. sonra, yeni bir yere de gidemedim, hani hep gitmek istediklerimden; edirne, bozcaada, sapanca, polonezköy...

arkadaşımın evinde annesi vardı, evet yemeklerin yaratıcısı da o'ydu tabi. fark ettim ki anne ile çocuklar çatışıyor, çoğu yerde çoğu zaman çoğu konuda. (sadece birbirlerinin anne ve çocukları oldukları için hem de.) yalnızca ben değilim anneme gereksiz çıkışan, söylediklerindeki her niyeti biliyormuşum varsayıp öyle tepki veren...

babalarla çocuklar nasıldır, bilemem, o konuda uzman sayamam kendimi, zira sadece 14 yıl yaşayabildim o ilişkiyi.

not: bu blog olayı dilerim bir zamandır ziyadesiyle bozulmuş olan kendimi ifade etme, dili iyi kullanma becerimi geliştirmeme de katkı sağlar.

iyi geceler.