Pazar, Ağustos 30, 2015

burgazada

ortaokuldan bu yana devam eden bir dostluk ilişkim var. üç kişiyiz. taa aliağa'da başladı, zamanla önce farklı ilçelere sonra farklı şehirlere, ülkelere dağıttı hayat bizi. şimdi 3-4 yıldır ikimiz istanbul'da birimiz ankara'dayız. her yaz iki üç günlüğüne de olsa beraber zaman geçirmeye özen gösteriyoruz. 
bu zamanların vazgeçilmezi, bir akşam mutlaka rakı sofrasına oturmak. anlatmak, paylaşmak, düşünmek, sorgulamak, ağlamak ve gülmek. 
insanın neredeyse çocukluğundan bu yana yaşamına tanıklık eden birilerinin hala hayatında olması çok kıymetli. tüm süreçlerini, badirelerini, güçlüklerini, başarılarını bilen birilerinin olması; sen unutsan da onların hatırlatması...
bu yazın buluşması için, geçtiğimiz pazar ayarlayıp burgazada'ya gittik.
burgazada, prens adaları içinde tek gitmediğim adaydı ve görmeyi çok istiyordum. hep sessiz sakinliğinden bahsedilmesi, sait faik'in evinin/müzesinin olması görmek istemek için yeterli sebepler sanırım;)


biz şanslı ada ziyaretçileriydik. çünkü, pazar öğleden sonra gidip pazartesi akşamı döndük. biliyorsunuz adaları hafta sonu insan basıyor ve biz ona maruz kalmadık. bu rahatlık daha şehir hatları vapurunda kendini hissettirdi. ve adaya ayağımızı basınca da devam etti. ilk olarak iskelenin solundaki çay bahçelerinden birine oturduk ve adanın havasını koklamaya başladık. sonra havayı koklamaya adayı biraz turlayarak devam ettik. 


turlarken yer ayırttığımız villa adrea butik oteli gördük, fakat bahçesindeki 60 yaş üstü profil "acaba rahatsızlık verir miyiz?" kaygısına sürükledi bizi. biz de bildiğimiz bir diğer konaklama seçeneği olan mehtap otel'e bakmaya karar verdik. 


mehtap otel'e vardığımızda öğretmen evine çok yakın olduğumuzu fark ettik ve  telefonla "yer yok" cevabını aldığımız öğretmen evi ile bir de yüz yüze görüşerek şansımızı denemeye karar verdik. ve şans eseri, gerçekten de bir oda sürpriz bir biçimde boşa çıkmıştı! hemen o odayı tutup yerleştik. öğretmen evi, hem uygun fiyata kalma felsefemize oldukça uyuyordu hem çok güzel eski bir konaktı ve manzaralıydı, yeri de gayet iyiydi. fakat ne yazık ki, özel bir işletmeye verilen çay bahçesi/restoranın çalışanları hiç nazik değildi... hatta, ne acı ki, üç kadın için biraz rahatsız ediciydi...
bunları kafamıza takmamaya kararlıydık. ne de olsa sadece uyumak için kullanacaktık.


yeniden adayı dolaşmaya çıktık. bir yandan da akşam için mekan baktık. genelde barba ve fincan öneriliyor internet araştırmalarım sonuçlarında. ama biz iç içe değil, daha ferah bir yer aradığımızdan yasemin'e oturmayı düşündük. sonra taa vapurla yanaşırken gördüğümüz mavi binayı arayasımız tuttu. iyi ki de tuttu; çünkü o mavi mekan gerçekten de rakı balık restoranıydı. hem de adanın bir köşesinde, sakince bir yerdeydi. hemen oturduk.
ismi pyrgos, rumca'da kule demek. balık ve meze seçiminde kendimizi bizle ilgilenen garsona bıraktık. iyi ki de öyle yapmışız. alıştığımız tadların dışına çıkmış ve pek çok lezzet bombası ile tanışmış olduk. balık olarak dülger önerildi, biz de kabul ettik. 
klasik bir balık tadı olmamakla birlikte, baharat ve sebzeler ile sotelenen dülger çok lezzetliydi. 


deniz börülcesi, çoban salata, patlıcan, atom, semizotu da son derece kaliteli, özenli ve lezzetliydi. yine garsonun önerisiyle ilk defa denediğimiz ermeni usulü fasülye pilaki ve fesleğenli peynirli girit ezmesi enfesti! bu lezzetler, denize karşı rakı ve çalışanların dozunda ilgisi ile son derece keyifli bir akşam geçirdik. mekanın tek eksiği, müzik idi.
oradan kalkıp, adayı bir de gece turladıktan sonra odamıza gittik.
ertesi gün öğretmen evinden çıkıp kahvaltı için iskele yakınındaki mekanlardan biri olan ergün pastanesi'ni tercih ettik. hamur işi, kahvaltı tabağı, omlet gibi farklı seçenekler vardı ve her biri oldukça lezzetliydi. 
kahvaltıdan sonra sait faik müzesi'ni ziyaret edelim istiyorduk; ama müze pazartesi ve salı günleri ziyarete kapalıydı. biz de sahilden dolaştık bu sefer adayı. denize girmedik (egeliler olarak, marmara denizi sevmiyoruz;)) ama izledik, içimize çektik bolca.


adada çok fazla köpek, kedi, martı, karga var ve çoğu da insana çok alışkın. ayrıca bitki örtüsü de çok güzel, çok zengin.


adadan ayrılmadan akşam yemeği için burgaz cafe'ye oturduk. bir aile işletmesi havasındaki bu sıcak mekanda burgaz kebabı denedik. kaşarlı et dürüm dönerin iskender gibi yoğurt ve sosla servis edildiğini düşünebilirsiniz. gayet lezzetliydi. ayrıca burada kısık tonda öyle güzel müzikler çalıyor ki, denize karşı dinlemeye doyamıyorsunuz.


yemekten sonra bu güzel doğayı, sakinliği geride bırakıp yeniden istanbul'un keşmekeşine doğru yola çıktık.