Perşembe, Mayıs 26, 2016

piraye için yazılmış saat 21-22 şiirleri

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
                                            seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
                    kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
                                                             sıcak
                                                                koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
                                                        kendisi değil
                                                                   edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
                                                            bir çekmece
                                                                        bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
             fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
                                sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken... 




27 Ekim 1945
Bir elmanın yarısı biz
                                yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
                                yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen
                                yarısı ben 

                                          ikimiz... 

28 Ekim 1945
Itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...

Sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
                 belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
                 güneşin altında el ele yalnayak koşan
                                                                        hayran gözlü çocuklarız...
  

Perşembe, Mayıs 19, 2016

aşkı ilahi saydık cihanda...

aklıma düştü bi anda bu şarkı.
"off ne çok severdim. 20 yıl öncenin şarkısı" dedim 
hayatımdakisevgiliinsana...
"o haaa! 20 yıl önce sevdiğin şarkı mı vardı?" dedi
"ne sandın" dedim. "yaşlandık..."
sever miydiniz siz de?
filmi izleyip etkilenmiş miydiniz?


"önce kuş olduk
uçtuk semaya
sonra vurulduk
düştük sevdaya

yandık ateşten
korlar misali
öyle derindi
vardık mihraba

aşkı ilahi
saydık cihanda
özden buluştuk
fani mekanda

ayrılsa yollar
güller savrulsa
susmaz ki aşka
aşık gönüller"

Perşembe, Mayıs 12, 2016

türk filmi- çağdaş erçelik

galeri eksen, nişantaşı'na gitme sebeplerimden:)
semt, normal şartlar altında, ilgimin dışında. istanbul'a taşındığımdan beri 3 defa gittim. ilki galeri merkür'de bir arkadaşımın da resimlerinin olduğu bir sergiyi ziyaret amaçlı idi.

sonra 2014'te "Dostoyevski" sergisinden haberdar oldum, hemen sergilendiği galeri eksen'e koştum. 


geçtiğimiz haftalarda da yine aynı sanatçının "Türk Filmi" sergisi vardı, yine galeri eksen'de . 3. defa nişantaşı'na gittim böylelikle.


"Türk Filmi" sergisini tıpkı iki yıl önce aynı tarzdaki "Dostoyevski" sergisinde olduğu gibi hayranlıkla gezdim. her bir heykel müthiş bir emeğin eseri. türk filmi sever biri olarak çok etkilendim.
genç ve yetenekli bir sanatçı olan çağdaş erçelik'in bundan sonraki çalışmalarını da izlemeye kararlıyım!

*bu arada galeri eksen, balat'ta yeni bir galeri ve sanatçı evi açmış! bir daha nişantaşı'na gitmeme gerek kalmayabilir;)

blog v instagram

teknoloji cep telefonuna indiğinden bu yana bloglara olan ilgi, hem yazan hem okuyan açısından azaldı. 
başta bu duruma bozuluyordum baya. ve inatla düzenli yazmaya devam etmeye çalıştım bir süre. 
gel gelelim, giderek ben de instagram, twitter'daki kolay ve anlık paylaşımlarla paylaşma ihtiyacımı gidermeye alışmaya başladım sanırım...
hayatımda bilgisayarın yeri, iş yerimden ibaret uzun zamandır. evde bilgisayar açma devrini kapattım sayılır. internetle olan tüm işlerimi telefon veya tabletle yapıyorum. ve fakat blog yazmayı beceremiyorum bilgisayar olmadan... bilgisayarı açmaya ve yazmaya da çoğu zaman üşendiğimden aklıma gelen yazıları yazamıyorum.
mobile indirgenemeyen her şeyin tedavülden kalkmaya mahkum olduğu bir devirdeyiz zannedersem...
avucumuzun içinde olmayan ve anında halledilemeyen her şey zor geliyor artık çoğumuza.


en çok kitap, film, tiyatro, gezi paylaşmayı severdim mesela blogta. 
bir kitap bitti mi, ya da bir film, bir oyun izledim mi, bir seyahatten döndüm mü, uzun uzun üzerine düşünür, fotoğraflarına bakar, sonra özenle anlatırdım burada. 
şimdi öyle mi ya?! kitap okurken, film/oyun arasında, gezi sırasında, bitmesini, sindirmeyi, üzerine araştırmayı beklemeden, an be an paylaşıyorum instagramda. altına da anlık duygular, düşünceler yazıyorum çalakalem. bir yandan daha spontane ve pratik olması elbette çok hoşuma gidiyor; ama bir yandan da emek verilen, özen gösterilen uzun yazıların yazıldığı ve okunduğu (artık kimse uzun yazıya tahammül edemiyor sanki?) blog dönemlerini özlemiyor değilim.

velhasıl-ı kelam, ben içimden geldiğince, burada da yazmaya devam edeceğim;)

Pazar, Mayıs 01, 2016

2016 nisan ayı kitaplar (1)

kendine ait bir oda
uzun zamandır listemde olan bu kitabı, tüyap kitap fuarından almıştım. 6 ay sonra, nisan ayında, okuyabildiğim tek kitap oldu. 
ayda bir kitap bitirmek ne az, ne fena... 
kitaplığımı düzenledim bugün. 4 temel bölüm yaptım kendimce. şiir ve çocuk kitapları, türk romanlar,  yabancı romanlar ve mesleki kitaplar. 
romanlar ve mesleki kitaplarda okuduklarımı ve okumadıklarımı ayrı raflara koydum. yüzleştim ki, kütüphanemde okuduklarımın yarısı kadar da okumadığım kitabım var...
bu hızda okursam -ve bir yandan da yeni kitaplar almaya devam ediyorum- sanırım bir süre sonra okumadıklarımın kapladığı yer daha fazla olacak... 
velhasıl, durumum fena:(


her neyse.
okuduklarımız kar kalıyor yanımıza...
virginia woolf'un mrs. dalloway'ini okumuştum yıllar önce. çok etkilenmiştim. 
bu da okuduğum ikinci kitabı oldu. bu sefer bir roman değil, bir deneme. 
neden kadın şair çok azdır, neden kadınlar edebiyatta erkekler kadar yaratıcı olamamışlardır sorularının cevaplarını veriyor virgina woolf bu kitabında.
tarihsel süreçte kadının toplumdaki yeri ve kadının sahip olamadığı, kendi kısıtlı imkanları içerisinde bugüne kadar nasıl çabaladığını anlatıyor sohbet eder bir dille.
altını çize çize okudum.
yazıldığı dönemi düşündüğümüzde çağının çok ötesinde bir eser. toplumsal cinsiyet kavramına ilginiz varsa, muhakkak okumanız gerekir diye düşünüyorum.