Cuma, Nisan 29, 2016

tüm haykırışlarını hissetmek istiyorum...




Renksiz hayaller dolu
Dökülen gözyaşlarım
Ezikliği kalbimde
Yaşanmış tüm aşkların

Tüm acı anıları 
Bana bırakıp gitme 
Beni bana ver artık 
Peşinden sürükleme 

Duymak istiyorum 
Kalbimde ruhunu 
Duymak istiyorum 

Görmek istiyorum 
Gözümde gözünü 
Görmek istiyorum 

İncitme kalbimi 
Bırakıp gitme 
Sana kendimi verdim 
Beni yok etme 

Ne olur suskun durma 
Bir şeyler söyle 
Karanlığın içinde 
Kaybolma öyle 

Duyabilsem kalbini 
Okuyabilsem seni 
Sessiz feryatlarını 
Acı ağıtlarını 

Tüm haykırışlarını 
Hissetmek istiyorum 
Sana yaklaşıp senle 
Ölmek istiyorum

Pazartesi, Nisan 18, 2016

hatırla ki kainatı yargılamak imkansızdır...

ESKİ BİR TAPINAK YAZITI

"Gürültü-patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayaller başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.
Aşka burun kırma sakın; o çöl ortasında yeni yeşil bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.
Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek gibi olsan bile hatırla ki, kainatı yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Önünde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır."
(Xsentus İ.Ö. 9. yy)


Pazar, Nisan 17, 2016

japon balıkçısı



Denizde bir bulutun öldürdüğü 
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.


Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.

Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.

Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür...

Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut.
Boynuma sarılma, gülüm,
benden sana geçer ölüm.
Badem gözlüm beni unut.

Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, nerdesiniz?
                           Nerdesiniz?

                                                    (1956)

Cuma, Nisan 01, 2016

2016 mart ayı filmler (3)

diriliş (the revenant)
"nefes aldığın sürece dövüş. nefes al, nefes almaya devam et. 
fırtına varken bir ağacın önünde dikilirsen, o ağacın dallarına baktığında düşeceğine yemin edersin. ama ağacın gövdesine baktığında ne kadar sağlam olduğunu görürsün."


filmle ilgili aklımda kalan, beni en çok etkileyen şey hugh glass'ın çöktüğü zamanlarda, artık hayatta olmayan karısının onun hayaline girerek söylediği bu cümleler oldu.

oynamayı seçtiği filmlerle şaşırtmayan oyuncu leonardo dicaprio'nun başrolü üstlendiği film  michael punke'ın 

kitabından beyazperdeye uyarlanmış olup, 19. yüzyılda

amerika sınırında yaşanan destansı hayatta kalma

 mücadelesini konu alıyor, bizleri 1823 amerika’sının 

benzersiz güzelliğine, gizemine ve tehlikesine çekiyor. 

film sadece hayatın değil, onurun, adaletin, inancın, yuvanın ve ailenin içgüdüsünü keşfediyor. 

intkam duygusu, tam intikam alabilme fırsatı eline 

geçtiğinde, ondan vazgeçebilme ve özgürleşme, intikamı 

büyük güce havale edebilme hikayesi aynı zamanda...

annemin yarası
son zamanlarda -mesai saatlerimin değişmesinin de katkısıyla- öğleden sonra tek başıma sinemaya gidip kafa dağıtıp kendime ait iki saat geçirmeye bayıldığımı yazmıştım diye hatırlıyorum.
yine öyle bir günde tek başıma izledim bu filmi.
çok beklentim de olmuyor bu şekilde sinemaya gittiğimde. tek istediğim, keyifli iki saat oluyor.
film bu beklentimi kesinlikle karşıladı. güzel akan, bir hikaye anlatan bir film.


film yugoslavya topraklarında çekilmiş, doğası ve görüntüler baya iyiydi. oyunculara gelince;
okan yalabık var bir kere! bir defa daha hayran oldum kendisine. ,
ozan güven, bana ara ara bülent emin yarar'vari biraz teatral geldi; yine de oldukça başarılıydı. meryem uzerli'ye önyargısız yaklaşamıyor olabilirim:) doğallığını, gülüşünü, sempatikliğini öyle seviyorum ki, ne oynasa izlerim:)
bora akkaş'ı bu filmle tanıdım ve başarılı buldum. 
sabina toziya zaten çok iyiydi. 
ve fakat, belçim bilgin yine şaşırtmadı, a dostlar:) yok, bence bu kadında oyunculuk becerisi yok. 

filmde, yakın tarihte yakın coğrafyadaki korkunç savaşın izlerini taşıyan insanların hikayesine tanık oluyoruz. savaşın ne berbat bir şey olduğunu bir defa daha idrak ediyoruz. iyi insan kim? kötü insan kim? savaşta herkes ne kadar kötü olabilir? bunları düşünüyoruz... 
bir de son sahnede en çok şunu düşünüyoruz sanırım "sevdiğimiz/ aşık olduğunuz insanın geçmişinde yaptığı çok kötü bir şeyi öğrenirsek naparız?" marija'nın haykırdığı gibi "ben şimdi ne yapayım?!"

bir de son sahnelere kadar hep marija ve borislav'ın hayatını arzuladığımı geçirdim içimden...
hayatımdakisevgiliinsan ile başbaşa, çok aşık, doğanın içinde, el becerilerimizle çalıştığımız, üretken ve kesinlikle kentten uzak bir hayat benim hayalim. bir defa daha farkına vardım bunun...


batman v superman: adaletin şafağı
ayın son filmi pek çok kişinin sabırsızlıkla beklediği çifte süper kahramanlı film oldu.


benim her iki süper kahramana da müthiş bir ilgim olmadığından biraz merak duygusuyla izlemek istediğim bir filmdi. haksızlık etmek istemiyorum, belki benim tarzım olmayan bir film olduğundandır, ama pek bir keyif alamadan izledim ben. hollywood klasiği kimilerinin ayılıp bayıldığı aksiyon sahneleri ve büyük bir prodüksiyon olmasının dışında bir özelliği yoktu bana göre...

2016 mart ayı kitaplar (1)

tanrı olmak isteyen otobüs şoförü
istiklal'de bomba patladığı günün sabahında eşim şirkete gidecekti, beni de şirketin yanındaki alışveriş merkezine bırakmıştı. 
lakin, sanılanın aksine, her kadın alışveriş yapmayı sevmez (klişelerinizi de, karikatürize etmelerinizi de alıp gidiniz lütfen)... ben de biraz kendime bir şeyler bakmaya çabalayıp tez zamanda sıkılınca çare olarak kitapçıya attım kendimi. evde yığınla okumadığım kitap dururken, pek fazla para harcamak istemiyorum artık kitaba (bunun da bir çeşit "sahip olmaktan duyulan o haz"za dönüşmeye başladığını fark edeli çok oldu zira). o nedenle indirim reyonuna yönelip 10 liraya satılan kitaplara göz gezdirdim ve adı ile ilgimi çekiveren kitabı alıverdim.


yazarı israilli etgar keret ve çevirmeni bukovski'yi türkçeleştirmekteki başarısıyla bilinen avi pardo olan kitabı bir kafeteryada oturup okumaya başladım. ilk defa israilli bi yazarı okuyacaktım. patlamada hayatını kaybedenlerin kimlikleri öğrenilmeye başlandı bu esnada... israilli turistlerdi... bazı tesadüfler can acıtıcıydı...

eşim şirkette işini bitirip yanıma geldiğinde kitabı yarılamıştım. ertesi gün bir defa daha elime alıp bitiriverdim zaten. coen brothers filmleri tadında kara mizah örneği sayılabilecek 3-4 sayfalık kısacık öyküler. bir tek sonuncu öykü biraz uzun. hiç alışık olmadığım, oldukça özgün hikayelerdi hepsi ve sürükleyici bir anlatıma sahiptiler. normalde öykü sevmememe rağmen severek okudum kitabı.
hem kolay okunan hem farklı bir kitap isteyenlere kesinlikle öneririm.