Cuma, Nisan 27, 2012

"dert yarıştırma" sorunsalı

yurdumun orta yaş hatunlarında gözlemlediğim bir "dert yarıştırma sendromu" var ki, evlerden uzak:)


yani şöyle; pek çoğunda "ben neler neler çektim, ne çok şey yaşadım, her acıyı gördüm, en çok ben ezildim" sanrıları söz konusu sanki.

farz-ı misal, bir derdinizi anlatsanız muhakkak "o da bir şey midir ki?", daha sertine dair bir hikayeleri mutlaka vardır. ya da mesela, anne babalarına en çok onlar bakmıştır, en çok onlar yalnız kalmış ama yine de ayakta durmuştur. onlar olmasa dünyanın hali nicedir.. vs vs..

bir psikolojik danışman olarak, bu olgunun nedenlerini araştırıp anlamaya çalışmam gerek evet, ama, şu aralar ben sadece sinir olabiliyorum işbu kadınlara!!!
umarım, böyle bir danışanla karşılaşmam yakınlarda:)

Salı, Nisan 24, 2012

yeraltı, zeki demirkubuz, metroport, ucuz sinema ve yavan yahnisi

metroport cinevip, evime çok yakın oluşu ve çok ekonomik oluşu nedeniyle sıklıkla film izlediğim bir sinema. zaman zaman seyircilerin kendi aralarında konuşuyor olmalarından rahatsız olmak dışında, genel olarak da memnun ayrılırdım.
ta ki bugün, zeki demirkubuz filmini, sinemaya salt "avm&eğlence&ucuz sinema" mantığıyla yaklaşan insanlarla bir arada izlemek için mücadele verene kadar!
kimseyi kategorize etmek, küçümsemek değil niyetim.. yanlış anlaşılmak, hele ki hiç hazzetmediğim "kendini halktan üstün gören entel" gibi görünmek hiç  istemem.. ama bugün, film boyunca gerçekten çok rahatsız oldum ve bu nedenle çok sinirlendim.
genel olarak sinemada en ufak ses ya da ışıktan (2 saat telefona bakmadan duramayan insanlar! neyin peşindesiniz?) anında etkilenip, ziyadesiyle hoşnutsuz olan bir yapım var zaten. istiyorum ki, o 2 saat sadece filme odaklanılsın ve film anlaşılmaya çalışılsın.. bunun için de her türlü dış faktörden arınılsın.. 
neyse...
öncelikle 2 çocukla gelmiş bir baba mı ne vardı, o çocuklar tabi ki çok sıkıldı, konuştu; neyse ki ilk 15-20 dakikada bir sevişme sahnesi geldi de, apar topar terk ettiler salonu...
ardından ilk yarıda değilse de, ikinci yarıda iyice sıkılan insanlar aralarında konuşmaya, komik olsun diye yapılmayan sahnelerde zorlayarak gülmeye başladılar. salonu "bu ne biçim film" tribiyle terk eden çiftlerimiz oldu (hayır sanki, kolundan tutup zorla soktular durgun filme!). filmin son 15 dakikasında kapı açılıp içeriye bakılıp duruldu...
son derece dikkat ve odaklanma isteyen bir filmde tüm bunlar üst üste gelince gerçekten sinir oldum.
ben bugün anladım ki:
* bir filme girmeden önce, nedir ne değildir, kim yönetmiş, ne tarzdır, ben sever miyim diye bakmayan insan oldukça fazla. ki benim için bu, son derece şaşırtıcı.. sonuçta zaman, emek ve para harcıyorsun; neden onca çeşitten zevkine göre olanı seçmeyesin?
* insanların bir kısmı sinemaya "salt eğlence" gözüyle bakıyor ve gülme beklentisiyle giriyor. 
* insanların bir kısmı hala sinema kültürüne sahip değil. telefon, sessizlik, giriş çıkış saatine özen göstermiyor.
ve bu da beni gerçekten çok şaşırtıyor..
(aslında bu biraz ayrıntılı bir konu. sanırım benim kurallara bağlı bir yapım var ve genel olarak insanların "kuralların bozulabilir" olduğunu düşünmeleri beni sinirlendiriyor...)


epey dolmuşum. sizinle paylaşınca ferahladım:)

Cuma, Nisan 20, 2012

25 yaşta 35 numara ayak dramı- volume 3

uzun zamandır spor ayakkabı bakıyorum.
sonunda canıma tak etti.
ben de girdim kadir has'a.
35 de olmadı, 34 numara cırt cırtlı nike'larımı aldım.
mutluyum :)

not: bu arada ben artık 26'yım galiba :)

Pazar, Nisan 15, 2012

son zamanlarda okuduklarım izlediklerim, kısa kısa

çocukluğun soğuk geceleri:
geçen yıl seyyar sahne'nin tek kişilik oyununu izleyerek tanışmıştım tezer özlü ile.. 
iç dünyasından çok etkilenmiştim, daha çok tanıma arzusu duymuştum. nihayet, yakın zamanda edindim kitabı ve bir çırpıda okuyup bitirdim. ne çok şey sığdırmış 65 sayfaya, tıpkı 43 yıllık hayatına sığdırdığı onca duygusal yaşantı gibi.. 
çok güzel cümleler kuruyor, çok güzel saptamalarda bulunuyor tezer özlü.. okumak ve tanımak gerek sanırım.

the help:
henüz okuyamasam da filmi dün izledim.
gerçekten önemli bir film! 1960'ların mississippisi'nde var olan ırkçılığı en çirkin tezahürleriyle gösteriyor.. korku verici, insanlıktan utandırıcı! 
oyunculuklar, dekor, dönemin havası çok başarılı. özellikle de minny'nin oyunculuğu takdire şayan!

şahane misafir:
ferzan özpetek sever biri olmama rağmen, beni tatmin etmemiş bir film, maalesef. 
yorumlarınızı merak ediyorum?

beşir'le vals:
savaşa lanet okutan bir film daha!
oldukça başarılı.

el yazısı:
naif kasaba hikayesi.
pek "olmuş" olduğunu söyleyemeyeceğim. hikaye birleştirmeceler, aynı anda pek çok şeyi anlatmaya çalışmacalardan sıkılmış da olabilirim.

black:
bu zamana dek, varlığından bile haberdar olmadığım çok başarılı hint-amerikan yapımı bir film.
başta özel eğitim/ psikoloji profesyonel çalışanlarına olmak üzere, kesinlikle önerebileceğim bir film!

casino:
yıllar öncesinden bir yeraltı filmi. değişmeyen üçlü: suç, para, güç...
robert de niro ve sharon stone'un performansı için bile izlenebilir.

stealing beauty:
izlemeyi pek bir istediğim bir filmdi yıllardır.
ancak, izlediğimde, niçin bu denli önemli bir film olduğunu anlayamadım açıkçası...


taze aşçıdan öneriler ;)

ne yaparsan yap
eğer istiyorsan onda tat
içine sarımsak kat
:)
gerçekten de böyle bence. domates çorbası olur, fırında tavuk olur, bulgur pilavı olur, ev pizzası olur, soslu makarna olur, zeytinyağlı barbunya olur.... farklı türdeki pek çok yemeğe lezzet veren temel şeylerden biri bence sarımsak. ne bileyim benim gözümde bir tuz bir zeytinyağına eşit.
sarımsağa bu kadar övgü yeter sanrıım;)

sıra bir diğer değerli  besinimiz yoğurtta.
aynı şekilde, her şeye çok yakışan bir şey o da.
her yemeğin yanına yakıştığı gibi, pratik ve leziz meze/salatalar için de ideal. rendelenmiş salatalık, rendelenmiş havuç, kuru nane, ince doğranmış dereotu, rendelenmiş kereviz, doğranmış semizotu ile karıştır kısa sürede müthiş yiyecekler hazırla!
yoğurda da bu kadar övgü yeter sanırım;)

afiyet olsun:)

* takdir edersiniz ki, bittabi sarımsaklı yoğurt da dünyadaki en lezzetli şeylerden biri!

Perşembe, Nisan 12, 2012

mim 3

sevgili maviumut mim'lemiş beni:
öncelikle kendisine teşekkür edip, oldukça keyifli görünen bu mim'i cevaplıyorum hemen, buyrun:
1. yemek olsam ne yemeği olurdum?

sevmediğim yemek/ yiyecek yok esasen; lakin tatlıya bir başka düşkünüm sanırım. 
bu nedenle J'adore chocolatier&cafe'nin o güzel o yoğun o tazecik o leziz çikolatalı pastası olmak isterdim! 
2. müzik aleti olsam ne olurdum?

yaylı çalgılardan keman, viyola ya da çello!
farid farjad gibi ustaların elinde insanları dinlendirmek ve mutlu etmek hoşuma giderdi.

3. araba olsam ne olurdum?

arabaların teknik özelliklerinden anlamayan, sadece görünüşünün sevimliliğine kanan insan grubundan olduğumdan, elbette ki woswos :) ya kaplumbiş ya da hippi minibüsü!
4. aylardan hangisi olurdum?

eylül ya da nisan.. yurdumun tam gezme havaları zira;) 
bir de başlangıcı çağrıştırıyorlar bana, ve yenilenmeyi...

5. ayakkabı olsam hangisi olurdum?

kesilikle topuklu ayakkabı, bantlı olanlarından olsa ne ala:) 
dolgu ya da platformlulardan olmalı bir de!



6. kıyafet olsam hangisi olurdum?

elbise!
hem rahat hem şık; "altına/üstüne ne giysem?" derdi de yok, temiz iş;)

7. renk olsam ne olurdum?

tüm renkleri çok seviyorum esasen; lakin pembenin yeri bir ayrı;)

8.hayvan olsam hangisi olurdum?

bağımsız, özgür fakat uysal, sevimli, temiz bir kedi olmak isterdim!


9.şu an okuduğum kitabın 137.sayfasında ne yazıyor?

şu an elimde henüz okumaya başlamadığım "şibumi" var. 137. sayfasını okudum, dikkatimi çeken bir cümle:

"japonların birçoğu, kazanan tarafın yaptığı propagandanın, kaybeden tarafın tarihini oluşturduğunu fark edemiyordu."

cevaplarken keyif aldım ben, cevaplamayı arzu eden herkese gönderiyorum bu nedenle;)


Çarşamba, Nisan 11, 2012

my best friend's having a baby

yazımda bahsettiğim arkadaşım hamile. 
ilk defa bunca yakın olduğum birinin bebeği olacak. heyecanlıyım ben de, onun adına da çok mutluyum.


onun evlendiği dönem, evlilik fikrinin benim için çok çok uzak olduğu zamanlardı. 
ilk aylarında sormuştum "nasıl bir şey evli olmak, nasıl gidiyor?" diye. 
ve öyle güzel anlatmıştı ki "çok sevdiğin kişiyi her an yanında bulmanın verdiği huzuru ve güveni, ne yaşarsan yaşa yalnız olmadığını bilmeyi, her anlamda destek alabildiğin bir insanla beraber yaşamayı"... kısaca "aile olmanın güzelliğini"...

şimdi tam bir aile olma yolunda bir adım daha attılar. dilerim daha da mutlu olurlar;)

Pazar, Nisan 08, 2012

güneşli pazarlar:)

içim kıpır kıpır 2 haftadır...
günler uzun, hava açık, güneş ısıtıyor içimizi. nihayet! :)
sürekli dışarıda olma, güzel bir şeyler yapma arzusundayım.

bu haftasonu aöf vizelerim vardı. bugün sınavım biter bitmez planlar belirdi kafamda. malum istanbul, yapılacak etkinlik gani gani!

en son 5 seçeneğe indirdim isteklerimi:
* bakırköy pasajlar, sokaklar, beyaz adam vs.ve sonrasında banliyöye atlayıp yeşilköy sahil
* tophane, antrepo 3 (van gogh alive) ve sonrasında istiklal, pasajlar, kitapçılar
* emirgan- sakıp sabancı müzesi (rembrant ve çağdaşları) ve sonrasında emirgan korusu (lale festivali), istinye, yeniköy
* halkevleri 80. yıl şenliği- sinan erdem spor salonu
* büyükçekmece sahil

sonuç olarak, hayatımdakisevgiliinsanla sessiz sakin ve denizli bir şey yapmak istediğimize karar vererek büyükçekmece'ye gidip sahilde güzelce yürüdük, köfte ekmek yedik, güneşin batışını izledik. çok keyifliydi...
ne diyim; "bahar geldi, hoş geldi" :)

Çarşamba, Nisan 04, 2012

izmir 1. boyoz festivali!!!!




heeyyy, izmir'dekiler!!!!!
hiçbiriniz kaçırmayın bence!!!
ah ne yazık ki ben katılamayacağım :(
oysa ne çok severim ben boyozu...

korkma, aşktan ölmez insan

çekiliş duyurusu!!!



güzel hediyeler ;)