Salı, Ocak 31, 2012

bertolt brecht'ten..

generalim tankınız ne güçlü

tankınız ne güçlü generalim
siler süpürür bir ormanı
yüz insanı ezer geçer
ama bir kusurcuğu var
ister bir sürücü

bombardıman uçağınız ne güçlü generalim
fırtınadan tez gider, filden zorlu
ama bir kusurcuğu var
insan ister yapacak

insan dediğin nice işler görür, generalim
bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin
ama bir kusurcuğu var
bilir düşünmesini de

(çeviren: asım bezirci)


not: hitler'e yazdığı söylenegelir...

Pazar, Ocak 29, 2012

kibrit çöpleri- murathan mungan

bildiğiniz gibi, murathan mungan'ın yazdıklarını çok severek okurum.

izne izmir'e gelince, ablamın kitaplığında ne zamandır okumak istediğim kibrit çöpleri'ni gördüm ve elimde bir başka kitap olmasına rağmen araya sıkıştırdım.
iyi de yapmışım. bu kitabında da çok güzel tespitlerle ve anlatımlarla dolu 97 sayfalık keyifli bir okuma sunuyor bize m. mungan.
aslında öykü kitaplarını sevmem ben, roman severim. gerçi, öykü değil bunlar; 80 adet "takribi ve vasati kıpkısa öykü" kendi deyimiyle...

bir de, geçenlerde, serrose yıl içinde yeni tanıştığı yazarlarla ilgili yazmıştı:
ben de kendimi bildim bileli, her okuduğum kitabı yazarım, yıl içinde kaç tane okuduğuma bakarım vs. ama hiç o açıdan bakmamıştım. şimdi bakınca, sanırım ben en çok da, sevdiğim yazarlar çevresinde dönüyorum, (murathan mungan, elif şafak, orhan pamuk, zülfü livaneli, yusuf atılgan..) çok fazla yeni yazar tanıma eğiliminde değilim..

geçen yıl tanıdığım yazarlar ise:
onur ünlü
aslı erdoğan
john katzenbach
hakan günday
emma donoghue
j.d. salinger

funny games- m. haneke


haneke'den yine insanı gerim gerim geren, rahatsız eden bir psikolojik gerilim.. bir burjuvazi eleştirisi, modern çağda güvenlik ihtiyacı sorgulaması...
her an "ne oluyor, şimdi ne olacak" diye heyecanla beklenerek izleniyor.

oyuncu seçimi çok iyi:
naomi watts (21 grams'dan hatırlayalım)
tim roth (reservoir dogs ve pulp fiction'dan hatırlayalım)
michael pitt (dreamers'ın taş amerikalısı)
brady corbet ("henüz 19 yaşındayken sergilediği başarılı performansa dikkat" diyorum)

iyi seyirler efendim;)

not: esasen, 1997 yapımı avusturya versiyonu idi izlemek istediğim; ama, bilgisayarımda 2007 yapımı amerikan versiyonunu buldum. yorumlara bakınca, izleyenler 1997 yapımı olanın çok daha başarılı olduğu konusunda hemfikir. bilginize.

Cumartesi, Ocak 28, 2012

bireysel farklılıklarımız

"haftaya nişanım var" dedi kadın,
"heyecanlı görünmüyorsunuz" dedi öteki.
"yani evet, 4,5 yıldır beraberiz zaten, çok bir şey değiştirmeyecek nişan" dedi kadın,
"aaa o kadar yıl neden beklediniz?" diye şaşırdı öteki.
bu tepkiye anlam veremedi kadın...

onları izlerken, olayların nasıl da bakış açısına göre farklı algılanabildiğine tanık oldum bir kez daha...
birinin "yaşamak" olarak gördüğünü bir diğeri "beklemek" olarak görebiliyordu...

@@@
not: daha fazla bilgi için:
akılcı duygusal davranışçı yaklaşım (REBT)
albert ellis
A B C modeli (A: olay, B: olaya ilişkin düşüncemiz/inancımız, C: olaya verdiğimiz duygusal tepkimiz)

Perşembe, Ocak 26, 2012

bir evim olsun


"sömestr'sız olmaz" dedim ve yıllık iznimi kullanarak izmir'e geldim. dile kolay, 19 yıllık alışkanlık :) ablam da benden özenip, iznini kullanmaya karar verdi.
3 gündür, birlikte karşıyaka'mı gezdikten sonra, bugün evde oturup en sevdiğim şeylerden birini yapıyoruz: örgü örmek!
yalnızken hiç öresim gelmiyor, ama ne vakit annemi görsem canım istiyor.

ve, tahmin edeceğiniz gibi, ben yine izmir- istanbul ikilemindeyim :)
o değil de, sanırım "düzen" özlemindeyim ben. artık bir "yer"e "evim" diyeyim, gönlümce dekore edeyim vs..
en çok da, kitaplarımın yarısını annemin evinde öyle eğreti bir şekilde dururken görünce içim acıyor. benim evdekiler de benzer şekilde; sığmaya çalışıyorlar bir küçük dolaba..
her odasının bana ait olduğu ve birinin güzel bir kütüphaneyle çalışma odası olarak kullanıldığı güzel bir ev istiyorum ben...
kendimi ait hissettiğim, kendime ait hissettiğim..

Salı, Ocak 24, 2012

değerliyiz biz, her birimiz.


'kendine iyi bak' deme/ denmez, saçma
kendime bakarım elbet / sen hiç korkma
kendine kalıyor insan eninde sonunda...

dediği gibi sevgili candan erçetin'in, "biz" varız esasen; her şeyden ve herkesten önce...
her şey biz'le anlamlı...

üstün dökmen'in benim de hak veridğim bir düşüncesi vardı. o geldi aklıma bu şarkıda. sizinle de paylaşayım:

her şeyden bağımsız olarak varoluşumuz "1" dir, onun yanına ekleyeceğimiz özelliklerimizin her biri de "0"dır.
yani ben 1'im. benim anne oluşum ile 1'in yanına bir "0" ekleriz ve 10 olurum. benim öğretmen oluşum için bir "0" ekleriz ve 100 olurum. vs. vs.
ama ben (yani 1) olmazsam hiçbiri olmaz...


gülmece güldürmece :)


Pazartesi, Ocak 23, 2012

bir kadın sevildiğini hissetmek uğruna muhteşem hatalar yapabilir


herkes için geçerli değil belki ama, benim naçizane gözlemlerim bu yönde...
ancak, ne zaman başlıyor bu "çoksevilmegereksinimi", onu tam kestiremiyorum..

cumartesi günü gözlemlediğim bir olay, küçük yaşlarda başladığının bir örneği oldu benim için.
anlatayım:

dolmuşta 4-5 yaşlarında küçük kız, annesinin oturduğu koltuğun başında ayakta duruyor... nasıl mutsuz, nasıl her şeyden şikayetçi. montunu çıkarmak istiyor, şapkasını düşürüyor, mızmızlanıyor vs vs.
evet, dolmuş kalabalık ve sıkıntılı. bu açıdan kızın mutsuzluğu anlaşılabilir görünüyor.
lakin, kanımca, kızın sıkıntısı fiziksel rahatsızlık değil esasen...
sorun şu ki, annesinin kucağında küçük kardeşi uyuyor.
çok sevdiği annesi, rahatlığı ve ilgiyi "bir başkası"na veriyor onun yerine...

Cumartesi, Ocak 21, 2012

paçalarımı kirletmenin dayanılmaz mutsuzluğu


hiçbir zaman "bakımlı" olamadım ben. bir yerimi düzeltirken bir yerim eksik kaldı hep.
yeterince önemsemediğimden sanırım... örneğin "şık" olmaktan başka önceliklerim var hep. "rahat" olmak mesela..
kış gelip havalar soğuduğunda ise, birinci önceliğim "üşümemek" oluveriyor. üstüste giyiyorum en ısıtan giysilerimi. ona rağmen üşüyorum çoğu zaman. bu nedenle ara ara "eee yeter! giyiyorum boynu bağrı açık. nasılsa her türlü üşüyorum" gibi tepkiler veriyorum. ardından, kısa bir süre yeniden ince giysilere dönüyorum. sonra daha çok üşüyor, yeniden aba gibi giysilere dönüyorum vs vs. böyle geçip gidiyor 3-4 ayım..

o değil de, aslında şunu diycektim; geçen kış da demişim hatta:

ben kışın her sabah ne giyeceğimi yağış olup olmamasına göre belirlerim. yağmur varsa etek ve uzun çizme ya da dar paça pantolon/tayt ve uzun çizme giyerim muhakkak. zira, eğer pantolonum botun dışında kalıyorsa çok fena kirlenir. ama bakıyorum da, bazıları ona hiç dikkat etmiyor. ve ona rağmen paçaları hep temiz kalıyor. nasıl başarıyorlar bunu?? söyleyin nolur!

Cuma, Ocak 20, 2012

kokoloji oynamak isteyen? ;)


elimdeki kitap biteli bir haftayı geçti ve hala yeni bir kitaba başlayamadım.
son yıllarda yaşadığım "az kitap okuma" sorunumun bir yönü de, biten kitabın ardından bir yenisini seçip başlamamın oldukça uzun zaman alması...
dün akşam, artık bir kitap seçmemin zaruretini hissederek, kendi kitaplığımın yanısıra ev arkadaşımın kitaplığını da gözden geçirdim.
bu arada "kokoloji" ye rastladım.
izmir'de 5-6 yıl önce ablam almıştı, eve misafirler geldikçe oynar ve epey eğlenirdik.
dün de evde 5 kişi olunca hemen oynamayı önerdim. bazılarımız sıkılsa da, değişik ve eğlenceli bir akşam oldu bence.
kitaptaki testlerin çok geçerli olduğunu düşünmüyorum elbette; en azından hepsinin.
zira, kültürel nedenlerle, nesneler ve olayların sembolize ettiklerinin farklılık göstermekte olduğunu iyi biliyorum.
yine de evrensel imgeler de olmalı ki, bazen gerçekten son derece çarpıcı sonuçlarla karşılaşılıyor. hem de hiç tahmin edilemeyen bir şekilde.
bilenler zaten seviyordur diye düşünüyorum; fakat bilmeyenlere farklı bir arkadaş sohbeti yaşamak için önerebilirim naçizane;)

Çarşamba, Ocak 18, 2012

çağımızın hobisi; fotoğrafçılık


yeni değil benim bu hallerim.. çocukluğumdan bu yana hemen hemen her şeye (!) ilgi duyarım. fakat, ne yazık ki "ilgi" boyutundadır çoğu... ne bilgi ne beceri ne çaba...
son 15 yıldır gittiğim kurslardan an itibariyle aklıma gelenler:
badminton, gitar, tenis, pilates, dil konuşma terapistliği, resim, fotoğrafçılık, voleybol, basketbol, almanca, tiyatro, takı tasarımı...
hiçbirinde iyi bir aşamaya gelemedim.
şimdi fark ediyorum da, ne yeteneksizmişim meğersem:( ühüü, yazık bana:)

velhasıl, tam da bugün, 2005'te başlayıp yarım bıraktığım fotoğrafçılık kariyerim için bir adım attım:)
üniversitenin ilk yılının 2. döneminde EFOT'a (ege üniversitesi fotoğrafçılık topluluğu) giderdim. oradaki derslerin bana tek katkısı eğlenceli cunda ve şirince gezileri oldu. ve fotoğrafçılıkla alakam orada öylece kaldı.
bugün de BAKSAM'ın kursuna başladım. hadi hayırlısı;)
bahçelievler ilçesinde görev yapan öğretmenlere açılan ücretsiz kursları da duyurmuş olayım böylelikle:

Pazar, Ocak 15, 2012

rosenbergler ölmemeli- alain decaux


yılın ilk oyunu, şehir tiyatrolarından rosenbergler ölmemeli oldu.
prömiyeri çarşamba günü olan oyunu, cuma günü 3. temsilinde izledik biz.
hem de ilk defa gitme fırsatı bulduğum muhsin ertuğrul sahnesi'nde. sahne gerçekten çok iyi! bundan sonra orada nice oyunlar izlemeyi diliyorum kendime;)

orhan alkaya'nın (öyle bir geçer zaman ki'nin balıkçısı) yönettiği oyun 2 perde ve yaklaşık 2 saat.
oyunun konusu, 1951'de yaşanmış gerçek bir hikaye. çok etkileyici ve acı...
fakat ne yazık ki, oyunda o ruhu hissedemedim ben...
oyunculardan mı, rejiden mi, dekordan mı, anlatımdan mı bilemiyorum..
yine de güzel oyun; ama, bu denli "ağır" bir hikaye daha vurucu olabilirdi diye düşünüyorum..

tirilye/ zeytinbağı



yılbaşının hafta sonuna gelişi talihsizlikti belki. ama, hafta sonunda kursları olan insanlar için bu kadarı da iyi geldi sanırım.
mesela, biz, şehir dışına çıkarak değerlendirdik o hafta sonunu. bir süredir aklımızda olan tirilye'ye gittik.
tirilye, istanbul'a sadece 2-3 saat mesafede. bursa'nın mudanya ilçesine bağlı eski bir rum köyü. zeytini ve zeytinyağıyla ünlü. bağcılık ve şarapçılık önceden varmış, şu an ise üretim yok. sadece bakus şarapları tadım ve satış merkezi var.

tirilye, ya da mübadele sonrası değiştirilen ismiyle zeytinbağı, tarihi yönü de güçlü bir köy. dünyanın ilk resimli kilisesi olan "kemerli kilise", taş mektep, fatih camii ve nice tarihi binalar...
köyün tepesindeki "çamlı kahve" ismindeki işletme müthiş bir manzaraya sahip ve kahvaltısı çok başarılı.



sahilde 3-5 tane balık lokantası var, biz savarona'yı tercih ettik, mezelerinden ve hizmetinden çok keyif aldık.
yine sahilde benim gördüğüm kadarıyla 3 tane pansiyon var.
sahile inerken "tirilye çarşısı" diye bir hediyelik eşya dükkanı var, içerisinde çok orijinal el yapımı ürünler var ve işletmecisi çok hoş bir insan.
sözün özü,
istanbul'dan ve "şehir"den biraz uzaklaşmak, sakin sessiz bir haftasonu geçirmek için oldukça tercih edilesi bir yer tirilye!

işe yarar notlar:
* biz bakırköy'den banliyö ile yenikapı'ya geldik ve deniz otobüsü ile güzelyalı'ya geçtik. bu yolculuk 2 saate yakın sürüyor. bilet fiyatları da 20-30 lira arasında değişiyor.
* iskeleden şehre doğru girince dakikada bir geçen dolmuşlara binip 20 dakikalık yolculukla (1 lira) mudanya merkeze ulaştık. oradan yarım saatte bir kalkan tirilye otobüslerine bindik (2,5 lira) ve yarım saat sonra tirilye'ye ulaştık.
* hemen otogarın dibindeki "hotel tirilye"de kaldık. ancak otelin son misafirleri olduğumuzdan olsagerek odaların temizliği olsun, hizmet kalitesi olsun hiç memnun kalmadık.
* fotoğraf çekmek için de oldukça müsait bir yer. ne yazık ki bizim yanımızda makine yoktu, telefonlarla idare ettik.

Salı, Ocak 10, 2012

tesadüfler- volume 8

bildiğiniz gibi geçen hafta "the skin i live in"i izleyip elena anaya'ya hayran olmuştum.
sonrasında kendisini araştırırken "room in rome" filmi de dikkatimi çekmişti.
(http://www.imdb.com/title/tt1263750/)

aynı günlerde bloglardan birinde "russian red- loving strangers" şarkısına rastlamış ve çok sevmiştim.

bugün de ocak ayı etkinliklerine bakarken bu cuma "garajistanbul"da "russian red" konseri olduğunu gördüm.

bunun üzerine "russian red"in "room in rome"un müziklerini yaptığını ve hatta bu müziklerle ödül aldığını öğrendim!

dinleyelim o halde;)



Pazartesi, Ocak 09, 2012

temple grandin- mick jackson



alandan olanlar (psikolojik danışman, psikolog, psikiyatrist, özel eğitim öğretmeni) kadar, alandan olmayanları da etkileyecek gerçek bir yaşam öyküsü...
insanların "farklı" olana tahammülsüzlüğü, önyargıları..
ve bunun, son derece başarılı bir oyunculukla (clarie danes) seyirciye aktarılması..
mutlaka izleyin!

http://tr.wikipedia.org/wiki/Temple_grandin

Pazar, Ocak 08, 2012

sufi objeler sergisi


dün akşam cennet kültür ve sanat merkezi'nde "profesyonel"i izleyecektik.
(profesyonel, sırp yazar duşan kovaçevic'in oyunu. istanbul devlet tiyatrolarında bülent emin yarar, yetkin dikinciler, gülen çehreli ve cenap oğuz'un oyunculuğu ile sahneleniyor.)
lakin, hava muhalefeti nedeniyle 10 dakika gecikince, salona giremedik.
biz de moralimizi bozmadan, aynı binadaki "sufi objeler" sergisini gezdik keyifle.
yolunuz düşerse ve de tasavvufa ilginiz varsa, tavsiye ederim.

sergide özellikle dikkatimi çeken ve araştırılacak sanatçılar:
- erol akyavaş
- nusret çolpan (minyatürleri panoramik müze'de de ilgimi çekmişti.)
- balkan naci islimyeli
- mehmet günyeli

daha fazla bilgi için:
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=186244

dönüp dönüp aynı noktaya takılmak-2

Yavaş yavaş ölürler seyehat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar,

Yavaş yavaş ölürler!

Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar,

Yavaş yavaş ölürler!

İhtiraslardan ve verdiği heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar,

Yavaş yavaş ölürler!

Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez bile mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar,

Yavaş yavaş ölürler!

Cumartesi, Ocak 07, 2012

dönüp dönüp aynı noktaya takılmak


hayat, ve sanırım en çok da modern hayat, hiç durup da kendimize "ben ne istiyorum?" diye sormaya fırsat vermiyor..

her şey belli önceden.. hangi sosyo-ekonomik sınıfta doğduysanız, ona bağlı olarak..
kendi dahil olduğum orta sınıfta mesela:
mahallenin ilkokulu- ilçenin anadolu lisesi-devlet üniversitesi- yine orta sınıftan mümkünse garantili bir iş- evlilik- çocuk- emeklilik- ölüm.

sanki her birimizin hayali aynı olabilirmiş gibi, "üniversite"nin hayalini kurduk hepimiz lisedeyken...
daha iyi bir alternatifimiz yoktu çünkü...

tutkularımız yok, "çok istediklerimizi" yapmıyoruz hiç birimiz.. bilmiyoruz dahi, neyi istediğimizi...

Armen Movsisyan - "Manchus"

Cuma, Ocak 06, 2012

bak beyim sana iki çift lafım var

yeşilçam'ın unutulmaz repliği için:

Perşembe, Ocak 05, 2012

the skin i live in/ la piel que habito


almodovar'ın son filmi...

son derece etkileyici, çarpıcı, gerilimli.
filmin konusu hakkında bir şey yazmamayı tercih ediyorum. çünkü, hakkında pek bir şey bilinmeden izlenmesinin filmden alınan hazzı artıracağını düşünüyorum.
onun dışında,
müzikler çok iyi.
banderas da elena anaya da çok iyi.
elena anaya, ayrıca çok çok güzel! oturup, oynadığı tüm filmleri izlemek istiyorum.

pasta



ben, ailemde öyle öğrendiğimden, kreması olan keklere "pasta", pastanede satılan kurabiyelere de "kuru pasta" derim.

kimisi de kreması olan keklere "yaş pasta" diyip, pastanede satılan kurabiyelere "pasta" diyor.



merak ediyorum, sizler nasıl diyorsunuz?

not: konumuzdan ayrı, italyanlar da makarnaya "pasta" diyor;)

sanırım "hamur, un" gibi bir kökeni var kelimenin...

Çarşamba, Ocak 04, 2012

ağlayan bir kadın kadar düşman



"çok sevilmeye değer" olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardı kadının;
bunun için yapmayacağı şey yoktu.

Pazartesi, Ocak 02, 2012

kötü bi filmle başlamak yıla...

oysa ne güzel filmler var hayatta izlenecek...

49 filmde kalmışım 2011'de.
bu yıl içinse hedefim 52'yi geçmek..
bunca nicel düşünmek de anlamsız belki... zira, 1 film her zaman 1 film değildir...

neyse...

oldum bittim, sevemedim grupça sinemaya gitmeleri. film zevkimin birebir örtüştüğü 2-3 kişi vardır; onlarla izleriz filmleri... grupça gitmelerde ise herkesin memnun ayrılması epey güçtür... çoğunlukla da memnun ayrılmayan ben olurum..

ama, şimdi mesela, 5 kişi de "sümela'nın şifresi temel"e gitmek isterse, nasıl memnun olabilirim ki? söyler misiniz bana!

türk filmlerinin çoğunu seven ve izlemekten yana biri olmakla beraber, film tam da tahammül edemediğim "sözümona komedi" tarzında idi (diğer örnekleri için bakınız: şafak sezer:)).

son derece klişe, özensiz, basit... yazık olmuş ca'nım oyunculara. başta, çok sevdiğim ruhi sarı, sonra salih kalyon, ali düşenkalkar, altan erkekli, tarık ünlüoğlu...
zorlama bir senaryo, araya karadeniz fıkrası tadında tanıdık espiriler, bir adet "natasha", şiveli komiklik çabaları, bir tutam da küfür...
bu kadar basit olmamalı, bence...


not: başroldeki alper kul da, tiyatro kökenli olup, caveman'i türkiye'de sahnelere başarıyla taşıyan bir oyuncudur.

allaam yareppim, bu kadar akıllı insan bu filmde nasıl bir araya geldi, anlamadım ki!

not 2: artık capacity'de sinemaya gitmekten korkmaya gerek kalmamış; duyurulur! zira, şahsen ben 1,5 yıl önce 13 liraya normal ve 16 liraya 3d film izledikten sonra ayağımı kesmiştim. lakin, bilmem ne zamandır, fiyatları haftaiçi 8 liraya düşürmüşler. üstelik pazartesi- perşembe genç turkcell kampanyası ile oldukça uyguna geliyor. bilginize!

not 3: kumpir seven biriyim ben. ortaköy kumpiri mükemmmeldir elbet de, bugün ilk defa yediğim "kumpiri kumpirin piri"nde de on numaraydı!!! tavsiye edilir;)

tehlikeli oyunlar izmir'de!!!


"tehlikeli oyunlar oynamak isteriz hepimiz
ama
kılımıza zarar gelsin istemeyiz"


izlediğim en iyi oyundur hala..

ca'nım şehrime gelecek imiş, ilk ve son defa.
duyurulur tüm izmirliler'e!

5 ocak 2012
19:30
narlıdere atatürk kültür merkezi'nde.
biletler cafe rebel (bornova), duvar kitabevi (konak) ve narlıdere akm gişesinden temin edilebilir.
ücret; tam 25, öğrenci 15 lira.

KAÇIRMAYIN!

ayrıntılı bilgi için:
http://www.seyyarsahne.com/