Cuma, Mayıs 31, 2013

haevnen'dan..

dün izlediğim haevnen iz bırakan bir film...

bende en çok iz bırakan kısmı ise şu replik oldu:

"bazen ölümle aranda perde varmış gibi hissedersin. 
ama sevdiğin ya da yakının olan birini kaybettiğinde o perde kaybolur ve bir an için ölümü net bir şekilde görebilirsin.
sonra perde geri gelir ve yaşamaya devam edersin. 
sonra da her şey tekrar yoluna girer."


Perşembe, Mayıs 30, 2013

oruç aruoba'dan...

"yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel

kendi yerleşikliğidir

kendi yeri 

kendisidir"

Çarşamba, Mayıs 22, 2013

yalom ve kitaplar

hep söylerim: "her kitabın zamanı var"... 
yıllardır yalom'un okumadığım kitabı kalmadı diyebilirim. üst üste okudum çoğunu da, her birini de severek.. (favorim; divan ve bugünü yaşama arzusu). meslektaşım olan olmayan pek çok kişiye tavsiye ettim romanlarını. çünkü mesleki anlamda kattıkları kadar anlatımı da sürükleyici ve keyifliydi hep, her okuyan kendinden bir şeyler bulabilirdi. (dile kolay 45 yıllık terapist adam! hayatına tanık olduğu kaç insan vardır..)


velhasıl bugün evekitap'tan sipariş ettiğim mesleki kitaplarım geldi!
biri yalom'un bağışlanan terapi .hemen başladım ve neden okumak için bu kadar geç kaldığımı düşünüp kızdım kendime..
diğerleri de:
psikanalizin içinden- bella habip
resimleriyle çocuk- haluk yavuzer

hepimize kitaplı, okumalı güzel günler diliyorum..

moda

moda hakında ne düşünürsünüz bilmem; ama benim ara ara kafamı kurcalayan bir konudur. ne oluyor da bir şey bir anda çoğunluğun sempatisini ve/ya ilgisini kazanabiliyor?



leopar deseni mesela...yıllarca nefret eden, kitsch bulan çoğu kadın, geçtiğimiz 2 yıl gözümüze gözümüze sokulmasıyla kafamızda daha bi normalleştirmedik mi bu deseni? hatta belki bi bluz bi tayt giyemedik ama aksesuarlarımızda küçük küçük kullandık..

ya da bu aralar, sokaktaki her 10 kadından 5'inde dar uzun -çoğu yandan yırtmaçlı- etekler görüyorum. ne yani bi anda herkes uzun etek ihtiyacında mı oldu, ya da dar uzun etek sevgisi mi geldi herkese?
hayır sadece bu lanse ediliyor ve tanıtılıyor şu an..

sadece giyimde de değil, yaşamın her alanında var bu durum elbette. birileri önümüze sunuyor, biz de uyuyoruz onlara..

Cuma, Mayıs 10, 2013

bir meslek olarak; insanları anlamak...

tamam, bir 21. yy hastalığı "koşmak, yerinde duramamak, sürekli gelişmek zorunda hissetmek"... 
ama, mesleğimde iyice ayyuka çıkıyor bu durum..
görece, yeni bir meslek alanı, sürekli gelişiyor, sınırlarını ve yeterliklerini belirlemeye çalışıyor, kendini tanıtmaya çabalıyor..
sahi bizim kadar mesleğinden konuşan bir başka meslek grubu var mıdır? ya da sürekli mesleki donanımını artırmaya çalışan?
işim dışında, her hafta en az bir seminer, konferans, etkinlik, toplantı, eğitim vs. bir şeyle beslenmeye, mümkün olduğunca mesleki okumalar yapmaya çabalıyorum...
ama hiç yetmiyor, yetemiyorum, yetişemiyorum..
hep daha fazla okumam, öğrenmem, çalışmam, deneyimlemem gerekiyor..
zira, koca bir derya "insan" ve ben, insanları anlamaya çalışıyorum...


(her şeye rağmen; insanların hayatlarına birebir tanıklık edebilmek ve onlara değebilmek keyifli! mesleğimi seviyorum!)

Salı, Mayıs 07, 2013

çekiliş duyurusu- 6

kitapseverler!!!
güzel bir çekiliş var, katılmak istemez misiniz?

Cumartesi, Mayıs 04, 2013

a dangerous method- david cronenberg

1900lü yılların başında zürih ve viyana'da sigmund freud, carl gustav jung, sabina spielrein ve biraz da otto gross'un birbirleriyle ilişkileri, birbirlerini nasıl etkiledikleri çerçevesinde giden bir film.. 
film michael fassbender, viggo mortensen ve vincent cassel gibi sağlam oyuncuları bünyesinde barındırırken, başrol kadın oyunculuğunu da dönem filmlerinin tanıdık yüzü keira knightley üstleniyor. oyunculuklar, kostümler, mekanlar başarılı.. daha bu yaz görmüş olduğum belvedere sarayından, freud'un evinden (filmdeki görüntüler gerçek değil ama gerçeğine sadık olarak oluşturulmuş da olabilir) görüntüler görmek de ayrı bir keyif verdi bana!
film, her ne kadar psikanalizin doğuşunu anlatıyor gibi dursa da, bu konuda bilgisi olmayan birinin, filmden sonra da psikanalizi, freud'u, jung'u tanıyacağını pek düşünmüyorum açıkçası.. hatta, bilirsiniz, "az bilgi hiç bilgiden tehlikelidir". izleyenler, tüm bunları belki de yanlış tanıyacaklardır... ve bana kalırsa, biyografik yapımlar, bu konuda çok dikkatli olmalılar. (bu konuda yakın zamanda sylvia'da da yazmıştım.) film bu anlamda biraz zayıf... 
yine de, ben, bu alandan biri olarak, filmi pür dikkat izledim ve keyif aldım.. o dönemin ruhunu, havasını hissedebilmek hoşuma gitti. ve bittabi, viggo mortensen da freud'a az biraz daha benzeseymiş daha iyi olacakmış!

ve son olarak, filmden etkileyici bir kesitle veda ediyorum sizlere:


Perşembe, Mayıs 02, 2013

zaman su gibi akıp geçiyor...


okuyamadığım bir dönem...
gerçekten mutsuz oluyorum okuyamayınca; ama yine de okumuyorum.. çok saçma değil mi?
biraz baskı var üzerimde, ondan aslında..
hani öğrenciyken sınav dönemi, "ders çalışıcam" diye hiçbir yere çıkılmaz, ders dışı her şeyden el etek çekilir; ama ders de çalışılamaz ya, onun gibi..
yeni bir eğitime başladım, oyun terapisi eğitimi, dev bir okuma listesi var..
1 ay önce de, en yakın zamanda muhakkak okumam gereken mesleki kitap, dergi ve makaleleri de yığmıştım başucu masama..
bir de, arkadaşımdan ödünç aldığım kinyas ve kayra var elimin altında (ki ödünç kitap feci baskı yaratır bende)
"önce mesleki okumalar" diyorum, onlar görev haline gelince de, ne onları okuyabiliyorum ne de romanları...


geçen hafta izmir kitap fuarına gittim, okşadım inceledim pek çoğunu, bir sürü kitap kaldı içimde, sadece mesleki bir yayın almakla yetindim neyse ki..
şöyle, bir ay kapatsam kendimi bir yere, hiçbir şey olmasa kitaplardan başka.. okusam okusam.. belki rahatlarım biraz..

o değil de, bir de iyi bir şeyden bahsedeceğim:
blogumun 3. yılı doluyor bugün! bu birinci yıl yazım,bu da ikinci yıl yazım. 
çok şey öğrendiğim, çok güzel zaman geçirdiğim üç yıl oldu blogumla ve sizlerle; cümlemize bol paylaşımlı, keyifli nice yıllar diliyorum;)

Çarşamba, Mayıs 01, 2013

nazarköy (12 mayıs pazar günü 4. boncuk şenliği var!!)

istanbul'dan geleni gezdirmek zordur, bilirsiniz;) 
geçen hafta izmir'de de ailem benzer zorluğu yaşadı benimle:) sağ olsunlar, karşıyaka çarşı'dan başlayıp seyirtepe, forum bornova, desem, kıbrıs şehitleri, kızlarağası çarşısı, kitap fuarı'nı gezdik birlikte 5 gün.
son günüm için de çandarlı, foça- kozbeyli ve nazarköy arasında kararsız kaldık. en sonunda, daha önce görmediğim nazarköy'e gitmeye karar verdik.

(aslında köye girip broşürlerden aldığımda, 2007 yılına kadar köyün adının "kurudere" olduğunu öğrendim. ve üniversitedeyken doğa ve dağcılık kulübü dodak'la  -köyün içine olmasa da- kurudere kanyonu'na geziye geldiğimi hatırladım.)


izmir'e yaklaşık 1 saat mesafede kemalpaşa'ya bağlı bu küçük (nüfus 350'ye yakın), şirin köye girer girmez nazar boncuklarıyla süslü evler karşılıyor sizi. biraz daha yürüyünce, nazar boncuğu ocakları, köy kadınlarının el emeği olan takı ve süs eşyalarının satıldığı stantlar ve el işi yöresel yemeklerin pişirildiği mekanlar çıkıyor karşınıza.


takılar ve süs eşyaları gerçekten çok güzel, biz 3 kadın olarak epey zaman geçirdik o stantlarda:)
ocaklara girip boncuk yapımını izlediğinizde (tabi o sıcağa 3-5 dakikadan fazla dayanabilirseniz), o takıların çok daha yüksek fiyatları hak ettiğini düşünüyorsunuz...
biz kahvaltıdan hemen sonra gittiğimiz için yemek yeme işine girmedik, sadece köy kahvesinde türk kahvesi içmekle yetindik; ama bence siz gittiğinizde yöresel yemeklerin tadına da bir bakın, eminim çok lezzetlilerdir! 

sözün özü, sevgili izmirliler, bence hala gitmediyseniz, en yakın zamanda bir fırsat yaratın ve gidin; gerçi izmir'in kavurucu sıcakları başlamış olsagerek, isterseniz rahat rahat gezmek için ekimi kasımı bekleyin;)